“Zulüm ne ederler bilir misin?
Zalim bir padişaha karşı silaha
sarılmak da zulümdür.”
(Ahmet Âmiş Efendi – Hasan Nevres Bey’in rivayetiyle)
Giriş: Sessizlik mi, Zulme Ortaklık mı?
Tarihler 1900’lerin başlarını gösterdiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun çatırdayan yapısı içinde yeni bir dönemin sancıları yaşanıyordu. İkinci Meşrutiyet’e doğru ilerlenen bu süreçte, adalet ve özgürlük talepleri ile siyasî iktidarın baskıcı yapısı arasında gergin bir hat örülmekteydi. İşte bu dönemde, hem bir sûfî hem bir gönül adamı olan Ahmet Âmiş Efendi, müritlerinden biri olan ve aynı zamanda sıkı bir İttihatçı olan Hasan Nevres Bey’e şu dikkat çekici sözleri söylemiştir: “Zalim bir padişaha karşı silaha sarılmak da zulümdür.” Bu ifade, ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Zira mazlumu savunmanın bir gereği olarak, zalime karşı direnmek – hatta silahlı direnmek – birçok düşünceye göre meşru hatta gerekli görülür. Ancak Âmiş Efendi’nin bakışı bambaşkadır. Bu söz, şekilci bir siyaset ahlâkını değil, hakikati arayan bir iç ahlâkı, bir tür manevî inkılâbı ifade eder. Bu yaklaşım, Topçu’nun “ahlâk” merkezli insan felsefesiyle son derece derin bir örtüşme taşır.
Bu söz, sadece siyasal bir öğüt ya da stratejik bir uyarı değil; derin bir ahlâkî, tasavvufî ve ontolojik tavrın ifadesidir. Söz konusu rivayet, İkinci Meşrutiyet öncesinde geçer ve bir dönem “ittihatçı” görüşe meyleden Hasan Nevres Bey’e hitaben söylenmiştir. Burada söylenen, zahiren mazluma destek gibi görünen bir silahlı karşı koyuşun dahi zulme dönüşebileceği gerçeğidir. Bu yaklaşım, modern çağın büyük ahlâk filozoflarından biri olan Topçu’nun insan ve ahlâk felsefesiyle derin bir uyum içerisindedir.
Zulmün Cevheri: Şekle Değil Kalbe Bakan Bir Ahlâk
Zulmün Hakikati: Kimin Zulmü, Hangi Direniş?
Zulmü yalnızca zalimin eyleminde görmek, meseleyi oldukça sığ ve dışsal bir düzlemde bırakır. Oysa hakikat, çok daha karmaşık ve içsel bir yapıya sahiptir. Ahmet Âmiş Efendi’nin işaret ettiği zulüm, yalnızca “padişahın baskısı” değil, aynı zamanda mazlumun zulme karşı gösterdiği öfke yüklü tepkidir. Bu bakış, bizleri eylemin görünen sonucundan çok, niyeti, içeriği ve ruhu ile ilgilenmeye çağırır.
Nurettin Topçu da aynı şekilde zulmü dışa yansıyan sonuçlarla değil, iç dünyada kopan fırtınalarla değerlendirir. Ona göre insanın hakikate giden yolu, sadece görünür iyi eylemlerle değil, ahlâkî niyetiyle ve ruhun derinliklerinde doğan isyanla anlam kazanır.

“Zulmün karşısında hakikî direniş, silahla değil, ruhla, ahlâkla ve fedakârlıkla yapılır.”Ahmet Âmiş Efendi’nin sözü, zulmü yalnızca eylemin dış görüntüsüne değil, niyet, yöntem ve ruh hâline bağlar. Zalim bir padişaha karşı çıkmak, görünüşte mazlumu savunmaktır; fakat bu karşı çıkış silah ve nefretle, intikam duygusuyla yapılırsa, o eylemin mahiyeti zulme dönüşür. Zulmün mahiyeti, sadece güçle yapılan baskı değildir; hakikate ve ahlâka aykırı düşen her tavır zulüm kategorisine girer.
İşte burada Nurettin Topçu’nun ahlâk anlayışı devreye girer. Topçu’ya göre ahlâk, görünürdeki iyi eylemlerle değil, eylemin dayandığı iç hakikatle, yani aşk, sabır, fedakârlık ve isyanın birleştiği bir ruh hâliyle anlam kazanır.
Topçu’da Ahlâkî İsyan ve Meşru Direniş
Ahlâkî Bir Eylem Olarak Karşı Koyuş
Nurettin Topçu’nun düşüncesinde “isyan” kavramı merkezi bir yer tutar. Ancak bu isyan, nefsin öfkesinden doğan bir yıkım arzusu değildir. Bilakis, aşkla yoğrulmuş, sabırla olgunlaşmış bir direniştir.
Topçu’ya göre bu isyan: Sıradan bir siyasal başkaldırı değil, ilâhî olana yönelen bir varoluşsal tepkidir. Silahla değil, çileyle ve fedakârlıkla yapılır. Kökünü Allah’a duyulan özlemden alır, hedefi de insanı ilâhî hakikate yükseltmektir. Dolayısıyla zalime karşı yapılan eylem, eğer bu aşk ve hakikat yönelimiyle yapılmazsa, zulme karşı yapılan zulümden başka bir şey değildir.
Nurettin Topçu, zulme karşı sessiz kalmayı hiçbir zaman savunmaz. Bilakis o, zulme karşı en yüksek sesle konuşanlardan biridir. Ancak bu karşı çıkış, silahla değil, ahlâkî isyanla yapılmalıdır. Topçu’nun ifadesiyle:“İsyan, Allah’a yaklaşmanın ilk merhalesidir. Fakat bu isyan, nefretten değil, aşktan doğar.”Bu bakış, Âmiş Efendi’nin ifadesiyle örtüşür. Çünkü silahla yapılan karşılık – her ne kadar haklı bir tepki gibi görünse de – çoğu zaman nefretten, öfke ve intikam duygusundan doğar. Bu ise, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle, “benliği” büyütür, nefsi azdırır, ruhu yüceltmez.
Ahlâkî Tutarlılık: Araçla Amaç Arasındaki Uyum
Araçlar ve Amaçlar: Ahlâkî Tutarlılık İlkesi
Modern etik tartışmalarında Kant’ın meşhur “amaç, aracı meşrulaştıramaz” ilkesi Topçu’da da yankı bulur. Ona göre ahlâklı olmak, sadece doğru hedeflere yönelmekle değil, doğru araçlarla hareket etmekle mümkündür.
Ahmet Âmiş Efendi’nin “zalim padişaha karşı silahla direnmek de zulümdür” sözü, bu ilkenin tasavvufî ve manevî bir biçimidir. Yani: Hedef doğru olabilir, padişah gerçekten zalim olabilir; ama kullanılan yöntem, eğer nefret, öfke, intikam içeriyorsa, bu eylem artık hakikatten kopar. Böylece zulüm başka bir formda yeniden doğar.
Topçu, bu noktada şöyle der:
“Silahla kurulan medeniyet, zalimden doğar; hakikatten doğan medeniyet ise çileyle yoğrulur.”
Topçu’da Ahlâkî Devlet ve Meşrû Direniş
Topçu, ne bir teslimiyetçidir ne bir anarşist. O, devletin temelinin ahlâk olduğunu söyler. Eğer devlet zulme sapmışsa, ona karşı çıkmak bir sorumluluktur. Ancak bu karşı çıkışın yöntemi, manevî inkılâptır. Bu inkılâp:
Halkı eğitmekle,Sabırla doğruları göstermekle, Kalp ve ruhun dönüşümünü sağlamakla mümkündür.
Bu yönüyle Âmiş Efendi’nin sözü, siyasal eylemin değil, kalbî inkılâbın çağrısıdır.
Mazlumun Zulmü: Nefsi Besleyen Haklılık
Zulme uğramış olmak, zulmetme hakkı doğurmaz. Bu çok zor ama derin bir hakikattir. Âmiş Efendi’nin sözüyle bu anlaşılır: Mazlum, silaha sarıldığında nefsinin intikam duygusuyla hareket edebilir. Bu ise yeni bir zulmün kaynağı olur. Nurettin Topçu da bu gerçeği şöyle ifade eder:
“Mazlum olmak insanı yüceltmez; mazlumken sabreden, fedakârlık eden, affeden insan yücelir.”
Dolayısıyla zalim padişaha silahla karşı çıkmak, görünüşte mazlumu savunsa da, eğer ahlâkî bir sorumluluğa dayanmazsa, o da zulmün başka bir şeklidir. Zira bu, haklılığın verdiği kibirle yeni bir baskı kurma arzusunadönüşebilir.
Nurettin Topçu’nun ahlâk anlayışında bir eylemin değeri, sadece hedefiyle değil, aynı zamanda araçlarıylada ölçülür. Hedef haklı olsa da, araçlar zulüm içeriyorsa, o eylem meşru olamaz. Bu, Kant’tan ve Sühreverdî’den esinle geliştirdiği bir ilkedir.
Silahla, nefretle, intikamla yapılan bir devrim; zalimi devirebilir ama yeni bir zalim ruhu doğurur. Bu nedenle Topçu, ahlâkî inkılâptan söz eder. Ahlâkî inkılâpta kişi önce kendini dönüştürür, nefsini terbiye eder, ardından toplumu sabırla, sevgiyle, fedakârlıkla inşa eder. Bu devrim yavaş olur ama kalıcı ve hakikîdir.
Mazlumun Zulmü: Haklı Olmak Zulmetme Yetkisi Vermez
Âmiş Efendi’nin ifadesindeki en çarpıcı boyut, mazlumun da zalim olabileceği ihtimalidir. Haklı olmak, zulmetme yetkisi vermez. Nurettin Topçu da bu noktaya işaret eder. Onun ifadesiyle:
“Mazlum olmak insanı aziz kılmaz, ancak sabreden mazlum azizdir. ”Zulme karşı sabırla, ahlâkla, fedakârlıkla mücadele etmeyen mazlum; öfke, kin ve intikamla hareket ettiğinde zulmün başka bir yüzünü temsil eder.
Ahmet Âmiş Efendi’nin “Zalim padişaha karşı silaha sarılmak da zulümdür” sözü, her ne kadar yüzeyde teslimiyet gibi algılansa da, aslında ruhun asaleti ve ahlâkın inceliğini koruma çağrısıdır. Nurettin Topçu, bu çizgiyi takip ederek şöyle der:
“Ahlâk, ne zayıfın susmasıdır ne güçlüye benzemektir. Ahlâk, hakkı kendi kalbinde yaşayıp onu çileyle yükseltmektir.”
Bu yazının merkezindeki söz, işte bu derin ahlâkî inkılâbın özüdür. Ne zulmü kutsar, ne öfkeyi büyütür; hakikate yürüyen insanı sabır, fedakârlık ve aşk ile yoğurur.
Sonuç: Hakikatin Yanında, Ne Nefretle Ne Teslimiyetle
Ahlâk, Hakikatin Sancağıdır
Ahmet Âmiş Efendi’nin sözünü, Nurettin Topçu’nun insan ve ahlâk felsefesi içinde değerlendirdiğimizde karşımıza şu büyük hakikat çıkar:
“Zulme karşı durmak bir ahlâkî görevdir; ancak bu görev, ancak başka bir zulüm işlemeksizin yerine getirilirse anlamlıdır.”
Nurettin Topçu’nun anlayışında ahlâk, sadece bireysel davranışları düzenleyen bir normlar sistemi değil; toplumları kuran, devrimleri yoğuran, medeniyetleri doğuran ilâhî bir iradedir. O iradeye kulak vermeyen her hareket – ister mazlumun isyanı, ister zalimin baskısı olsun – hakikatten kopar.
Bu bağlamda Topçu’nun çizgisi, Âmiş Efendi’nin işaret ettiği sessiz ama haklı bir inkılâbın izinden gider. Bu inkılâp, kılıçla değil, çileyle ve ahlâkla yürür.