Zamanda yolculuk… Bilim kurgu filmlerinin en büyüleyici temalarından biri. Bir zaman makinesine binip geçmişe ya da geleceğe gitmek, yıllardır insanoğlunun hayalini süsleyen bir fikir. H.G. Wells’den Stephen King romanlarına, modern sinemanın başyapıtlarından popüler dizilere kadar birçok hikâyede zamanda yolculuk yaptık. Peki, gerçek dünyada zamanda yolculuk mümkün mü? Bu sorunun cevabı aslında ne istediğimize bağlı. Eğer tarihi bir olaya şahit olmak ya da dedelerimizi görmek istiyorsak bu şuan için mümkün değil; bir makineye atlayıp ya da bir delikten geçip 100 yıl öncesine ya da 100 yıl sonrasına gidemiyoruz. Ancak zamanda yolculuk hissiyatını yaşamamız için yurtdışı çıkış harcı, seyahat bileti ve bir miktar para şu an için yeterli olabilir. Nasıl mı ?
İçinde yaşadığımız çağda bir uçuruma dönüşen kalkınma farkları, bizlere -acıda olsa-zamanda yolculuk deneyimi yaşatıyor! Dünyanın farklı coğrafyalarına yapacağımız seyahatlerle, gelişmiş ve gelişmekte olan/az gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik, sosyal ve teknolojik farkları görebilir ve aynı zaman diliminde ama farklı çağlarda yaşadığımız izlenimine kapılabiliriz. İnsanlar dünyanın kimi yerinde kimine göre geleceğin teknolojisiyle bezeli bir bilim kurgu filminden kesitler yaşarken, kimi yerinde kimine göre bir yüzyıl öncesine ait yaşamlar sürmektedir.
Örneğin, 2024 IMF (International Monetary Fund) raporuna göre dünyanın en fakir ülkesi konumunda olan Burundi’nin görece daha az gelişmiş bölgesinden bir Brundili’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ne ani bir seyahatte bulunduğunu varsayalım. Brundili, gökdelenlerin, insansız otonom taksilerin, tam otomasyonlu fabrikaların, çalışanı olmayan marketlerin ve şehirlerin sunduğu görselliğin şaşırtıcı boyutlardaki gelişimine tanık olacaktır. Özellikle teknolojik altyapısı gelişmiş şehirlerde görülen akıllı şehir konseptleri; yapay zekâ destekli trafik sistemleri, enerji tasarruflu binalar ve sıfır atık politikalarıyla teknolojik ilerlemenin en somut göstergeleri, Brundili için geleceği gözler önüne serecek ve bu seyahat belki de onun için 100 yıl ileriye yani geleceğe bir yolculuk olacaktır.
Şimdi de, kişibaşına geliri en yüksek ülke olan Lüksemburg’dan bir kişinin Pakistan, Afganistan, Bangladeş ya da Hindistan’ın bazı bölgelerine ani bir seyahat yaptığını varsayalım. Gittiği bölgelerde inanılmaz bir nüfus yogunluğu, hava kirliliği, plansız kentleşme, stabilize yollarla bezeli yetersiz altyapı, kanalizasyon sistemlerinin eksikliği ve eski teknolojilerle donatılmış ulaşım sistemleri gören Lüksemburglu, zamanda 100 yıl geriye gittiğini hissedecektir. Eğer bu yolculuk Amazonlar’da bir kabileye ya da Sahra Altı Afrika’daki izole bir köye uzarsa, zaman farkı daha da artabilir. Bu yolculuk, kara sabanla tarla sürülen geleneksel tarım yöntemleri, ağaç kabuğundan yara tedavisi, ok ve mızraklarla avcılık pratikleri ve modern teknolojiden tamamen bağımsız bir yaşam tarzını gözler önüne serecektir.
Ülkeler arasındaki bu kalkınma farklılıkları yalnızca bir ekonomik büyüme eksikliğini değil, aynı zamanda sosyo-kültürel farklılıkları ve tarihsel gelişim süreçlerinin asimetrisini de yansıtır. Örneğin, Japonya’da şehir altyapısının 9 şiddetindeki depreme dayanacak şekilde tasarlanması, yalnızca teknolojik gelişmişliği değil, aynı zamanda yönetim anlayışı ve toplum bilinciyle şekillenen bir kalkınma modelini işaret eder. Aslında zamanda yolculuk için ülkeler arası seyahat etmenize bile gerek yoktur. Örneğin Türkiye gibi gelişmekte olan ya da az gelişmiş katagorisindeki diğer ülkelerde bölgesel kalkınmışlık farkları da oldukça yüksektir. Bu bakımdan bölgeler arasında seyahat ettiğimizde bile yine zamanda yolculuk hissiyatına kapılabilirsiniz. Bu durum aslında kişininin zaman “algısı” ile ilgilidir ve değişkenlik gösterebilir. Ancak değişkenlik göstermeyen ve tam da gözümüzün önünde olan durum hem dünyada hem ülkemizde yaşanan ulusal ve uluslararası düzeydeki kalkınma farklılıklarıdır.
Dünya üzerindeki bu farklılıklar, kalkınma politikalarının ciddi şekilde ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Küresel kalkınma, yalnızca teknolojik ilerlemenin adil dağılımını değil, aynı zamanda yerel, kültürel ve coğrafi koşullara uyum sağlayan endojen ve sürdürülebilir modelleri de içermelidir. Bu kapsamda kalkınmanın neleri kapsaması gerektiği ve sürdürülebilir kalkınmanın amaçlarının neler olabileceği hususunda Birleşmiş Milletlerin hazırladığı çerçeve 17 farklı başlıktan oluşmaktadır. Ancak süregelen bu kalkınma sorunlarının ne kadar ciddiye alındığı ve BM’de yapılan toplantıların ne kadar ötesine geçebildiği açık bir tartışma konusudur. Mekânsal ve tarihsel farklılıkların bu denli çarpıcı olduğu bir dünyada kalkınma, BM’nin de ortaya koyduğu gibi yalnızca bir ekonomik büyüme hedefi değil; sosyal adalet, insani gelişim ve çevresel sürdürülebilirliği buluşturan bütüncül bir yaklaşım şeklinde olmalıdır.
Bu yaklaşım, farklı coğrafyalar arasında zamanda yolculuk hissini minimize ederek daha adil ve herkesin erişebileceği bir geçmiş ve gelecek yaratabilir.
Görsel 1.BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları

Kaynak: https://turkiye.un.org/tr/sdgs
Ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının nedenleri, tarih boyunca ekonomi yazınında önemli bir araştırma konusu olmuştur. 1776 yılında Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı eseriyle ekonomi bilimi sistematik bir çerçeveye oturtulmuş ve bazı ulusların nasıl zenginleştiği sorusu ele alınmıştır.
Bu eserin yayımlanmasından yaklaşık iki buçuk asır sonra bile kalkınmadaki farklılıkların nedenleri araştırılmaya devam etmektedir. Son olarak, 2024 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülen Acemoğlu ve Robinson’un (2013) “Ulusların Düşüşü” adlı eseri, ülkelerin neden fakir kaldıkları sorusunu derinlemesine incelemiştir.
Zaman bize gösteriyor ki bu hususta daha çok kafa yorulacak; ancak bir ülkenin zenginleşmesi için diğerinin fakirleşmesi hala en iyi çıkar yol olarak görüldükçe bu kalkınma farklılıkları da derinleşmeye devam edecektir…