Yolcu Üçlemesi: Bir İç Seferin Üç Manzumesi

By Zekai ÖZDEMİR

Yolcu Üçlemesi: Bir İç Seferin Üç Manzumesi

By: Zekai ÖZDEMİR

GİRİŞ – “Yokuşun Sonu”

Yola çıkan, önce yolun değil, kendinin dışına çıkar.”
— Sadreddin Konevî’ye ithafla

Yokuşlardan dönerek düzlüğe çıkan yolcu, üç sese kulak verdi: Su, rüzgâr, ayak sesi. Bu üç sesin izinden, üç ayrı yola girecekti.

Birleşik başlangıç, üçlü yolun eşiği.

Yolcu dağın yamacından ağır adımlarla tırmandı. Gövdesi terle, düşünceleri tozla örtülmüştü. Yukarıya her vardığında yeni bir aşağıya inmek zorunda kalmıştı. Yokuşlar bitmemişti ama o artık yürüyüş değil, yön değiştirme arzusundaydı.

Ve sonunda, geri çekildi. Dağın zirvesinden değil, içinden geçti. Böylece düzlüğe ulaştı. Ne bir zirveydi burası, ne de bir varış. Bir eşikti. Burada yalnızca su vardı; şeffaf bir kaynak. Rüzgâr vardı; sesle dokunan. Ve kendi ayak sesleri — unuttuğu bir geçmişin yankısı. Üç ses: Su, rüzgâr, adım.

Yolcu bu üç sesin izini sürerek üç ayrı yola girdi. Hepsi kendine gidiyordu. Ama her biri farklı bir ben’le buluşacaktı.

I. YOL: Kaynağın Kalbine Doğru

(Mistik Sefer)

“O, görünmez. Ama her şeyde görünür.”
— Mevlânâ Celâleddîn Rûmî

Yolcu, suyun kenarına oturdu. Artık yürümek değil, dinlemek gerekiyordu. Rüzgâr bir ilham gibiydi; su bir ayin. Sessizlik bir ibadet.

Her şey onu kendinden alıp O’na götürdü. Kendini bırakmadı; kendinde O’nu buldu.

Burada zaman yumuşaktı. Su aktıkça, varlığın perdesi incelemeye başlıyordu. Yolcu, suyu bir aynadan çok bir sır gibi görmeye başladı. O su, içinden geçeni temizliyor, dışından akanı yansıtıyordu. Her taş, bir günah, her halka bir affediş.

Yolcu suda sadece kendini değil, Kendilik’in ötesini görmeye başladı. Artık adım atmıyor, “adım”ın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sessizlik, duaya dönüşmüştü. Her şey konuşuyordu; ama dilsiz.

Ve nihayet, suya bir taş attı. Gözlerinden yaş değil, nur sızdı. Oturdu. Kendini bırakmadı, verildi. Teslimiyetle sessizliğe karıştı.

II. YOL: Gölgenin Aynasında
(Psikanalitik Sefer)

“İnsan, yüzleşmediği gölgesiyle kader olur.”
— Carl Gustav Jung

Yolcu geçmişin gölgelerinde yürüdü. Bastığı her taş bir travma, her adım bir yankıydı. Rüzgâr bu kez dıştan değil içten esiyordu. Anne sesi, baba suskunluğu, çocuk feryadı… hepsi bu sessizlikte yankı buldu.

Taş attı suya. “Kırıldım” dedi. Ve sonra: “Kırdım.”
Gölgesiyle yüzleşen, kendini görmeye başlar.

Burada su hâlâ akıyordu ama sesi değişmişti. Derine çeken bir tonda akıyordu artık. Her damla, bastırılmış bir duygu gibi gürültüsüz ama tehditkârdı. Yolcu çocukluğunun sesini duydu. Bir kırgınlık, bir öfke, bir yalnızlık… hepsi taşlara sinmişti.

Rüzgâr bir baba gibi sorguluyordu onu. “Niçin buradasın?” “Kimsin sen, bu adımların sahibi mi yoksa kurbanı mısın?” Yolcu yürümek istemedi. Ayak sesleri artık korku vericiydi. Çünkü her adımda bastığı yer, geçmişinin bir yüzüydü.

Bir taş attı suya. Bu, bir itiraftı. “Ben kırıldım, ve kırdım” demekti. Dalgalar kabardı, sonra sükûna erdi. İlk kez aynada kendi gözlerine baktı. Ve oturdu. Gölgesiyle barışan insanın huzuruyla.

III. YOL: Sessizliğin Ontolojisi
(Felsefi Sefer)

Hiçlik, varlıktan daha yakındır.”
— Martin Heidegger

Rüzgâr geçti. Geçip giderken hiçbir anlam bırakmadı. Ya da bütün anlamları götürdü.
Yolcu düşünmeye başladı: Varlık var, ama neden?

Suda yankılanan hiçbir şey yoktu. Sessizlik artık bir yokluk değil, bir hakikatti.
Fark etti: Varlığın özü, sessizliğin içinde konuşur.

Burada ne su kutsaldı ne de rüzgâr bir sır taşıyordu. Her şey olduğu gibiydi. Fakat bu sadelik ürkütücüydü. Yolcu, varlığın neden değil, “nasıl” olduğunu düşünmeye başladı. Varlık vardı. O kadar. Bu kadar.

Rüzgâr artık bir anlam taşımıyordu. Ama anlam eksikliği kendi anlamını doğuruyordu. “Neden buradayım?” sorusu “Ben buradayım”a dönüştü. Ayak sesleri artık sadece ses değil, varoluşun kanıtıydı. Cogito değil, audio: “İşitiyorum, öyleyse varım.”

Bir taş attı. Dalgalar yayıldı ama kimse cevap vermedi. Yine de ilk defa yalnız hissetmedi. Yalnızlık artık boşluk değil, özgürlüğün ilk yankısıydı.

Ve oturdu. Çünkü var olmak için hareket yetmiyordu. Farkında olmak gerekiyordu.

SONUÇ: Üç Yol, Bir Beden

Yol sensin. Yolculuk sensin. Yolcu da sensin.”
— Yunus Emre

Üç yoldan geçen, aslında bir tek yere varır: Kendine. Ama o kendilik, artık tekil değildir.
O artık bir su, bir rüzgâr, bir yankıdır.

Yolcu yürümeyi bıraktı. Çünkü artık yol onun içindeydi.

Yolcu, üç yolda aynı suya baktı, aynı rüzgârı hissetti, aynı sesi işitti. Fakat her seferinde başka bir ben’le karşılaştı. Mistikte teslim olan, psikanalitik düzlemde yüzleşti, felsefede özgürleşti.

Düzlük hâlâ oradaydı. Kaynak akıyordu. Rüzgâr geçiyordu. Adımlar sustu. Yolcu artık yürümüyordu.

Çünkü yol, artık onun içindeydi.

Yorum yapın