“Mezarıma hür, demokrat, adam gibi bir ülkede yaşayamadan gitti yazın“
Recep Yazıcıoğlu
Giriş
Hayalinde taşıdığı icraatları yarım kalmış müstesna politikacılardan birisi olarak Adnan Kahveci ile ilgili yazımın sonunda kaleme alma sözü verdiğim, bürokrasi tarihimizde derin iz bırakan isimlerden eski(meyen) Vali Recep Yazıcıoğlu, sadece görev yaptığı illerde değil tüm ülkede halkın gönlünde taht kurmuş bir devlet adamı olarak çoktan tarihe geçmiştir. Devlet anlayışı, klasik bürokratik yaklaşımın ötesine geçerek halk odaklı, katılımcı ve yenilikçi bir yönetim modelini benimsemiştir.
Bu yazıda 55 yıl süren kısa bir yaşam macerasına sahip olabilmiş bu Trabzon’un yağız evladının devlet felsefesi, yönetim anlayışı ve onun günümüzdeki çarpıklıkları da açıklama gücüne sahip mirası ele alınacaktır.
Yazıcıoğlu’nu İlginç Kılan Bazı İlkeler
Halka Hizmet, Hakka Hizmettir: Recep Yazıcıoğlu’nun en temel ilkesi, devletin halka hizmet etmek için var olduğu anlayışıdır. Ona göre devlet, vatandaşların üzerinde bir otorite değil, onların refahı için çalışan bir mekanizmadır. Devletin asli görevinin halka hizmet olduğuna inanmış ve bu doğrultuda çalışmıştır. Bürokrasinin hantallığını eleştirerek, yöneticilerin vatandaşa yakın olması gerektiğini savunmuştur.
Katılımcı Yönetim Anlayışı: Yazıcıoğlu, devlet yönetiminde halkın da aktif olarak söz sahibi olması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre, devlet sadece yukarıdan aşağıya emir veren bir yapı değil, vatandaşlarla birlikte kararlar alan, onların görüşlerini önemseyen bir sistem olmalıdır. Bu bağlamda, görev yaptığı yerlerde halkı yönetime katmaya özen göstermiş, yerel yönetimleri güçlendiren projelere öncülük etmiştir.
Bürokrasiye Karşı Mücadele: Bürokratik engellerin halka hizmeti yavaşlattığını düşünen Yazıcıoğlu, devlet mekanizmasının daha dinamik ve çözüm odaklı olması gerektiğine inanıyordu. Bürokratik işlemlerin hızlandırılması, kamu yönetiminde etkinliğin artırılması ve vatandaşların devletle olan ilişkilerinin kolaylaştırılması için birçok girişimde bulunmuştur. Devletin soğuk ve mesafeli bir yapıdan çıkıp, vatandaşa dokunan bir kurum haline gelmesi gerektiğini savunmuştur. 1990’ların sonunda söylediği “Dünya’da komünizm çöktü, bizde hala çökmedi” sözü aslında Sovyet tipi bürokrasiye karşı duruşunu ve Türkiye için temel riskleri ifade etmektedir.
Eğitim ve Kalkınma Odaklı Yönetim: Yazıcıoğlu’nun devlet felsefesinin önemli unsurlarından biri de eğitimin ve kalkınmanın bir arada yürütülmesi gerektiğidir. Ona göre, toplumsal kalkınma ancak eğitimle mümkündür. Özellikle kırsal kesimlerde eğitim ve sosyal projelere önem vererek, bölgesel kalkınma hamlelerini desteklemiştir. Eğitimin sadece okullarla sınırlı kalmaması gerektiğini, devletin her alanda vatandaşların bilinçlenmesine öncülük etmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Adalet ve Eşitlik İlkesi: Devletin temel görevlerinden biri de adaletin sağlanmasıdır. Yazıcıoğlu, adaletin her vatandaş için eşit şekilde işlemesi gerektiğini savunmuştur. Yönetimde adaletin ve liyakatin esas alınmasını, ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını amaçlamıştır. Ona göre devlet, vatandaşlar arasında ayrım yapmadan herkese eşit mesafede durmalı ve hak temelli bir yönetim anlayışı benimsemelidir.
Devlet İtibarı ve Savurganlık İlişkisine Bakış Açısı
Recep Yazıcıoğlu, devletin itibarı için yapılan aşırı harcamalara karşı net bir duruş sergileyen bir devlet adamı olmuştur. Ona göre, devletin itibarı lüks harcamalarla, şatafatlı binalarla veya gösterişli makam araçlarıyla değil, halka sunulan hizmetin kalitesiyle belirlenmeliydi. Devletin asıl gücünün vatandaşların refahı, adaletin sağlanması ve bürokrasinin etkin işlemesiyle ortaya çıkacağını savunurdu.
Yazıcıoğlu, yöneticilerin halktan kopuk yaşamasına ve kamu kaynaklarının israf edilmesine karşıydı. Gereksiz harcamaların halkın vergileriyle yapıldığını vurgulayarak, devletin bütçesinin öncelikle halkın ihtiyaçlarına yönlendirilmesi gerektiğini savunuyordu. Özellikle eğitim, sağlık ve altyapı gibi temel hizmetlerin güçlendirilmesini devletin itibarı için esas unsur olarak görüyordu.
Onun yönetim anlayışında devletin şatafata değil, halka hesap verebilir olması önemliydi. Lüks makam odalarına, pahalı araçlara ve gereksiz protokol harcamalarına karşı çıkmış, mütevazı bir yönetim anlayışını benimsemiştir. Halkın içinde, sade bir yaşam sürerek gerçek devlet adamlığının örneğini göstermiştir.
Kaynak Zayi Etmeyen Proje İnsanı Olarak Yazıcıoğlu
Görev yaptığı illerde sadece klasik bürokratik görevleri yerine getirmekle kalmamış, halkın doğrudan hayatını iyileştiren birçok sıra dışı ve yenilikçi projeye imza atmıştır. Örneğin; Tokat Valiliği yaptığı dönemde (1984-1989), kentin önemli bir eksiği olarak gördüğü Atatürk Anıtı’nı devlet bütçesinden değil, halkın katkılarıyla yaptırmıştır. O dönem halkın desteğiyle toplanan bağışlarla anıt dikilmiş ve halkın sürece katılımı sağlanmıştır.
Aydın Valiliği (1991-1999) sırasında, klasik vali protokolünden uzak durarak halkın içinde olmayı tercih etmiştir. Makam odasında değil, bizzat köylerde, mahallelerde vatandaşlarla buluşarak sorunlarını dinlemiş ve çözüm üretmiştir. Hatta bir köyde camide uyuduğu, köylülerle sabah kahvaltı yaptığı bilinir. Benzer şekilde Denizli Valiliği döneminde (1989-1991), kentin turizm potansiyelini artırmak için Bozdağ Kayak Merkezi projesini başlatmıştır. Ancak bu proje, onun vefatından sonra tam anlamıyla hayata geçirilebilmiştir. Tokat’ta görev yaparken turizmi canlandırmak için “Kral Yolu” adında bir projeye öncülük etmiştir. Bu yol, tarihi ve kültürel değerleri ortaya çıkarmayı amaçlayan bir çalışmaydı ve bölgeye ekonomik katkı sağlaması hedefleniyordu.
Filmlere de konu olan en dikkat çekici projelerinden biri ise Erzincan Valiliği (1999-2003) sırasında gerçekleştirdiği Demokrasi Köprüsü projesidir. Devletin bütçesinin yetmediği bir köprü inşaatını halkın ve iş insanlarının desteğiyle yapmış ve bunu bir dayanışma örneği olarak sunmuştur. “Bu köprüyü halk yaptı, adı Demokrasi Köprüsü olacak” diyerek devletin halkla birlikte çalışması gerektiğini göstermiştir. Görev yaptığı yerlerde lüks ve gösterişten uzak bir yaşam süren Yazıcıoğlu, valilik konaklarını kullanmaz, daha mütevazı evlerde kalmayı tercih ederdi. Resmi makam araçlarına binmek yerine, çoğu zaman kendi aracını kullanır veya halkın arasına karışarak yürüyerek şehirde dolaşırdı.
Üstelik bireysel olarak halk için, halk içinde ve halkla beraber yürüttüğü, o zamana değin çok sık rastlanmayan bu trafik içerisinde sürdürdüğü idari işleri sadece kendisi yürütmez, etrafındaki yardımcıları ve kaymakamlara da örneklik teşkil etmiştir. Bürokrasinin hantallığından her zaman şikayetçi olan Yazıcıoğlu, makamda oturmayı reddetmesiyle ünlüdür. Kaymakam ve vali yardımcılarına da benzer bir disiplin getirerek, onları sahaya inmeye ve halkın sorunlarını birebir dinlemeye teşvik eder. Bu bağlamda rahmetli vali Recep Yazıcıoğlu’nun icraatları, klasik bürokrat anlayışından tamamen farklı tezahür etmiştir. Ne kendisinden sonra gelen, toplantı esnasında mühendisini göstermelik bir saygı için uluorta azarlayacak kadar çiğ, ne de etrafını rahat ve rehavete terk edecek kadar geniş bir mizacı vardır. Bunun için, kendisinin de bir parçasını oluşturduğu hantal bürokrasiyle mücadele etmiş, halkın içinde ve yerel kalkınmayı teşvik eden bir yönetici olarak yaşamış, ferasetine çok güvendiği halkın gönlünde de görev yaptığı her yerde taht kurmayı başarmıştır.
Sonuç
Recep Yazıcıoğlu’nun devlet anlayışı, günümüz kamu yönetimi için hala önemli dersler içermektedir. Onun halka yakın, katılımcı, adalet ve liyakat odaklı yönetim anlayışı, modern devletlerin benimsemesi gereken bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de yöneticilerin onun izinden gitmesi, halkın devlete olan güvenini artıracak ve toplumsal gelişimi hızlandıracaktır. Yazıcıoğlu’nun mirası, sadece bir bürokratın değil, halkın içinde yaşayan bir devlet adamının mirasıdır. Uzun yıllar valilik yapmış ve bu görevi yerine getirirken türlü badireler atlatmış birisi olarak herhangi bir partiye doğrudan bağlı kalmadan halk odaklı, şeffaf ve adil bir yönetim anlayışını benimsemiştir.
Bu nedenle bazen demokratik solcu, bazen milliyetçi olarak algılanmış ve belirli kısır kalıplara sığdırılmaya çalışılmıştır. 1990’ların kaotik ortamlarında kamu görevlileri kaynaklı şaibeli durumlara karşı sivil bir duruş sergilemiş ve polise karşı halkı korumak gibi bir misyonu sürdürmeye çalışmıştır. “Polisten vali olmaz” mottosu nedeniyle merkezi bürokrasinin ve merkezi politikaların hışmına uğramış ama 30 yılı aşkın bir süre şerefle sürdürdüğü kamu idaresinde müstesna bir yere oturmuştur.
Adnan Kahveci’nin hayat öyküsünde yaşadığı sona benzer şekilde 2 Eylül 2003’te Eskişehir-Ankara Yolu’nda Temelli yakınlarında geçirdiği şaibeli bir trafik kazası sonucu bir kaç gün içinde vefat etmiştir. Vefatından bir süre önce katıldığı 32. Gün programında söylediği şu sözler hala kulaklarda çınlamakta:
“Şahsiyet olarak kıvırtma vaziyetlerinin olmadığı; özgür, hukukun üstün olduğu, faili meçhullerin olmadığı, eşkıyaların olmadığı, çetelerin olmadığı özgür bir ülkede yaşamak isterim. Ama bu özlem ile ölürsem, ki öyle olacak çünkü sevgili halkımızın bu anlamda ciddi bir talebi, ciddi bir dayatması yok. Ne demokratik sivil örgütlerin ne sivil inisiyatifin böyle bir derdi yok çok şükür. Onların ne derdi var? Birileri bizi kurtarsın. İşte kurtarıyorlar bizi zaten. Bunları anlattığımız zaman diyorlar ki ‘Efendim Batı standartları bize göre değil.’ Peki 130 yıllık batılılaşma macerası ne oluyor? O zaman Uganda’yla, Tanzanya’yla beraber olalım. Onlarla bir pakt imza edelim. Tüketim tarzında hiçbir çekince koymuyoruz. Avrupalılardan daha yakışıklı, daha güzel giyiniyoruz ama onlar gibi yönetilemiyoruz, üretemiyoruz.“
Ülkemizin kahraman, çalışkan, cesur ve sivil bir bürokratı olmanın ödülü (!) olarak merkez valiliğine alınarak 1999’da etkisizleştirilmeye çalışıldığı günlerde katıldığı televizyon programını da rahmetliyi daha fazla tanımak adına aşağıda bırakıyorum.
Kendisi gibi yaşamış benzer merhum idarecilerle birlikte ruhu şad olsun!…
Kaleminizi ve yüreğinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş . Demokrasi çok önemli bir kavramdır maalesef şimdilik bizim ülkemizde ulaşılamayan bir kavram. Toplum olarak henüz yeterli bir anlayış sahip olmadığımız kanaatindeyim.yazınız bir umut olur ümidiyle