Giriş
Vietnam Savaşı (1955-1975), Soğuk Savaş’ın en karmaşık ve yıkıcı çatışmalarından biri olarak, küresel güç dengeleri, ideolojik mücadeleler ve asimetrik savaş dinamikleri bağlamında derinlemesine incelenmesi gereken bir olgudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen iki kutuplu dünya düzeninde, Vietnam’ın kuzey ve güney olarak bölünmesi, komünist Kuzey Vietnam ile ABD destekli Güney Vietnam arasındaki gerilimi tırmandırmıştır. Soğuk Savaş’ın temel aktörlerinden biri olan ABD, bu savaşı yalnızca bölgesel bir çatışma olarak değil, komünizmin Güneydoğu Asya’ya yayılmasını engellemek adına bir “proxy savaşı” olarak görmüştür. Domino teorisinin etkisiyle hareket eden Amerikan yönetimi, Vietnam’ın düşmesi halinde bölgedeki diğer ülkelerin de Sovyet ve Çin etkisine gireceğine inanmış, bu düşünce askerî müdahale kararının temelini oluşturmuştur.
Vietnam Savaşı, Soğuk Savaş’ın ideolojik mücadelesinin bir yansıması olarak, ABD’nin askerî kapasitesinin sınırlarını ve siyasi hedeflerle pratik gerçeklikler arasındaki mesafeyi gözler önüne sermiştir. Savaş, yalnızca askerî yenilgiyle değil, aynı zamanda etik sorgulamalar, toplumsal travmalar ve dış politika paradigmalarının yeniden şekillenmesiyle de tarihe geçmiştir.
1.Bölüm: Robert Komer: Kimdir ve Neden Önemli?
Robert William Komer (1922-2000), Soğuk Savaş döneminin öne çıkan Amerikalı stratejistlerinden biri olup, özellikle Vietnam Savaşı’ndaki rolü ve ulusal güvenlik alanındaki etkisiyle tarihsel bir öneme sahiptir. Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi alan Komer, II. Dünya Savaşı’nda istihbarat görevlerinde bulunduktan sonra 1947’de CIA’nin kuruluş aşamasında bu kuruma katıldı. Kariyeri boyunca üç başkan döneminde (Kennedy, Johnson, Carter) kritik görevler üstlenerek ABD’nin Soğuk Savaş stratejilerinin şekillenmesinde etkili oldu.

CIA’den Vietnam’a: Kariyer Yolculuğu
Komer’in kariyerindeki dönüm noktası, 1965’te Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) üyesi olarak Lyndon B. Johnson yönetiminde Vietnam Savaşı’na dahil olmasıdır. 1967’de Güney Vietnam’a gönderilerek Civil Operations and Revolutionary Development Support (CORDS) programının başına geçti. Bu program, askerî operasyonların yanı sıra kırsal kesimdeki komünist Vietkong unsurlarını “pasifize etmeyi” ve halk desteğini kazanmayı amaçlıyordu. Ancak CORDS’un en tartışmalı bileşeni, Phoenix Programı idi. Bu program, Vietkong’un siyasi altyapısını hedef alarak “nötralize etme” (tutuklama veya öldürme) taktiğiyle yürütüldü. Resmî rakamlara göre 587 ölümle sonuçlanan bu operasyonlar, sivillere yönelik şiddet ve işkence iddiaları nedeniyle uluslararası eleştirilere maruz kaldı.
Komer’in Vietnam’daki yaklaşımı, istatistik odaklı ve hiyerarşik bir yönetim anlayışına dayanıyordu. Özellikle köy milislerinin güçlendirilmesi ve yerel güvenliğin sağlanmasına odaklandı. Ancak, bu stratejiler kalıcı bir başarı sağlamakta yetersiz kaldı ve sivil kayıplar nedeniyle Güney Vietnam halkıyla ABD arasındaki güven ilişkisini zedeledi.
“Blowtorch Bob” Lakabının Kökeni
Komer’in “Blowtorch Bob” (Pürmüz Bob) lakabı, agresif yönetim tarzı ve bürokratik engelleri hızla aşma yeteneği nedeniyle verildi. Bu lakap, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Henry Cabot Lodge Jr. tarafından, Komer’in projeleri hızlandırmak için gösterdiği acımasız çabayı tanımlamak üzere kullanıldı. Ayrıca, sürekli yanan bir pipo taşıması ve istatistiklere olan takıntısı da bu imajı pekiştirdi. Johnson yönetiminde “diplomasinin pürmüzü” olarak anılması, onun Soğuk Savaş’ın sert gerçekleriyle başa çıkma biçimini yansıtıyordu.
Robert Komer ve Vietnam’daki Rolü
Robert Komer’ın Vietnam Savaşı’ndaki en kritik görevi, 1967’de Başkan Lyndon B. Johnson tarafından Sivil Operasyonlar ve Devrimci Kalkınma Desteği (CORDS) programının başına getirilmesiyle başladı. Bu atama, ABD’nin savaş stratejisinde köklü bir değişimi temsil ediyordu; zira CORDS, tarihte ilk kez sivil ve askerî operasyonları tek bir komuta yapısı altında entegre etmeyi amaçlamıştır. Komer’ın liderliğinde program, “pasifikasyon” (pasification) olarak adlandırılan ve Güney Vietnam’ın kırsalında Vietkong’un siyasi nüfuzunu kırmaya, köylülerin Saigon rejimine desteğini artırmaya odaklanan kapsamlı bir stratejiyi hayata geçirdi. Hedef, yalnızca askerî zafer değil, aynı zamanda sosyoekonomik istikrar ve siyasi meşruiyet inşasıydı.
Komer’ın tasarladığı sivil-askerî entegrasyon modeli, 7.000’den fazla sivil uzman ile askerî personelin koordinasyonunu gerektiriyordu. Bu yapı, yerel güvenliği sağlamak için Köy Savunma Grupları’nın (PF/PRU) kurulması, tarım reformları, sağlık hizmetleri ve eğitim projelerini içeriyordu. Ancak, pasifikasyonun en tartışmalı ayağı, Phoenix Programı idi. Vietkong’un yerel örgütlenmesini (VCI) hedef alan bu operasyonlar, istihbarat toplama ve “nötralizasyon” (tutuklama veya infaz) yoluyla 80.000’den fazla kişiyi etkiledi. Resmî verilere göre 20.587 ölümle sonuçlanan Phoenix, sivillere yönelik şiddet ve işkence iddiaları nedeniyle uluslararası hukuk açısından sorgulandı.
Komer’ın stratejisi, “istatistiksel başarı” vurgusuyla dikkat çekiyordu. Köylerin “güvenli” veya “komünist etkiden arındırılmış” olarak sınıflandırılması, niceliksel göstergelere dayanıyordu. Ancak bu yaklaşım, niteliksel dönüşümü ölçmekte başarısız kaldı. Örneğin, 1968 Tet Taarruzu sırasında Vietkong’un kırsalda yeniden örgütlenebilmesi, pasifikasyonun kırılganlığını ortaya koydu. Ayrıca, zorla köy boşaltmalar ve Agent Orange kullanımı gibi taktikler, sivillerin ABD’ye olan güvenini daha da zedeledi.
Komer’ın agresif yönetim tarzı, “Blowtorch Bob” lakabını almasına neden olsa da CORDS’un bazı başarıları da kayda geçti. 1969’a gelindiğinde, Güney Vietnam nüfusunun %90’ı teoride “güvenli” bölgelerde yaşıyordu. Ancak bu, siyasi istikrar anlamına gelmiyordu. Komer’ın emekliye ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamalarda, “Vietnamizasyon” sürecinin yetersizliğini ve ABD’nin kültürel kör noktalarını kabul etmesi, onun stratejik vizyonunun sınırlarını itiraf etmesi olarak yorumlandı. Komer’ın Vietnam’daki rolü, Soğuk Savaş dönemi “modernleşme teorisi” ile “asimetrik savaş” gerçekleri arasındaki çelişkileri somutlaştırır. Pasifikasyon, teknik bir mühendislik projesi gibi tasarlanmış olsa da insan faktörünü ve toplumsal dinamikleri hafife alması, nihai başarısızlığın temel nedeni oldu. Komer’ın mirası, savaşın “askerî olmayan” boyutlarını merkeze alan yenilikçi bir yaklaşım ile etik ve pratik açmazlar arasında sıkışan bir ikilemi yansıtır.
2. Bölüm: Vietnam Kasabı ve Sivil Kayıplar
My Lai Katliamı (16 Mart 1968), Vietnam Savaşı’nın en sembolik vahşet eylemlerinden biri olarak, ABD ordusunun sivil hedeflere yönelik sistematik şiddetinin ve savaş etiğinin çöküşünün karanlık bir belgeselidir. Charlie Bölüğü’ne bağlı 100’den fazla askerin, Quang Ngai eyaletindeki My Lai ve My Khe köylerinde 504 sivilin (çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlı) katledilmesi, yalnızca bir istisna değil, dönemin askerî kültürünün yapısal sorunlarının tezahürüydü. William Calley’in komutasında gerçekleşen katliam, ancak 18 ay sonra gazeteci Seymour Hersh’in soruşturmalarıyla ifşa edildi. Ancak My Lai, buzdağının görünen kısmıydı. ABD Savunma Bakanlığı’nın gizli belgeleri, 1967-1971 arasında 320 benzer olayın soruşturulduğunu ortaya koydu. Örneğin, 1967’deki Operation Speedy Express’de, Delta bölgesinde 5.000’den fazla sivilin helikopterlerden açılan ateşle öldürüldüğü tahmin ediliyor. Bu olaylar, düşman bölgesi tanımının belirsizliği, istihbarat hataları ve “her şeyi öldür” zihniyetiyle açıklanabilir.
Sivil hedeflere yönelik şiddetin sistematik doğası, Seri 100 gibi askerî eğitim protokollerinden kaynaklanıyordu. Askerlere, Vietkong’un köylüler arasında gizlendiği öğretiliyor, bu da sivillerin potansiyel düşman olarak görülmesine yol açıyordu. Ayrıca, serbest ateş bölgesi politikası, belirli alanlarda her türlü hareketin düşman kabul edilerek imha edilmesine izin veriyordu. My Lai de böyle bir bölgeydi. Askerî arşivler, köyün istihbarat raporlarında “Vietkong’suz” olarak işaretlendiğini, ancak komutanların operasyon öncesi askerlere köyde 250 gerilla olduğu yönünde yanlış bilgi verdiğini gösteriyor. Bu durum, üst komuta kademesinin operasyonel gerçekleri çarpıtma eğilimini yansıtıyor.
Katliamların psikolojik arka planı, savaşın doğasıyla doğrudan bağlantılıdır. Asimetrik savaş koşullarında gerillaları ayırt etmenin zorluğu, askerlerde kronik bir paranoya yaratıyordu. Vietnam’da görev yapan bir piyadenin günlüğünde yazdığı gibi; “Her çocuk bir el bombası, her kadın bir keskin nişancı taşıyabilir.” Bu korku, insansızlaşma sürecini tetikliyordu; Vietkong’a “Charlie” (VC) lakabının takılması, düşmanı insanlıktan çıkaran bir dil kullanımıydı. Ayrıca, tur sayısı sistemi, askerleri 12 aylık görev sürelerinde ölüm riskine maruz bırakıyor, bu da saldırganlığı artırıyordu. Psikiyatrist Robert Jay Lifton’ın çalışmaları, Vietnam gazilerinde “ahlaki çöküş sendromu” tanımlar. Şiddeti normalleştiren bir ortamda, bireysel vicdanın askerî disiplin karşısında erimesi gibi.
My Lai sonrası yaşananlar, cezasızlık kültürünü de gözler önüne serdi. Calley dışında hiçbir üst düzey komutan mahkûm edilmedi. Hatta Başkan Nixon, Calley’in ev hapsini kaldırarak siyasi bir mesaj verdi. Bu durum, “askerî gereklilik” adı altında savaş suçlarının nasıl örtbas edildiğinin kanıtıydı. Ancak, katliamın medyada yankı bulması, ABD içinde savaş karşıtı hareketi güçlendirdi. Vietnam Gazileri Karşıtı Birlik (VVAW), 1971’de Winter Soldier Soruşturrması’nda 150 gazinin savaş suçu itiraflarını kamuya açıkladı.
Robert Komer’ın politikaları, bu şiddet sarmalını besleyen faktörlerden biriydi. CORDS programının merkezinde yer alan “pasifikasyon” stratejisi, kırsalda kontrolü sağlamak için istatistiksel hedefler koymuştu. Ancak, “body count” (ölü sayımı) kültürü, askerî başarıyı ölü Vietkong sayısıyla ölçen bir performans göstergesi haline geldi. Pentagon’un 1966’da yayımladığı talimatta, “düşman kayıplarının maksimize edilmesi” vurgulanıyordu. Bu yaklaşım, tabur komutanlarının terfilerini ölü sayılarına bağlayarak, gerçekçi olmayan rakamlar üretmelerine neden oldu. Örneğin, 9. Piyade Tümeni’nin bir birimi, bir ay içinde 10.000 Vietkong öldürdüğünü iddia etti; oysa bölgedeki gerilla sayısı 2.500’dü. Rakamların şişirilmesi, masum sivillerin “Vietkong” olarak kaydedilmesine yol açtı.
Komer’ın “istatistiksel savaş” anlayışı, köy yakma ve göçe zorlama politikalarını da beraberinde getirdi. “Zorunlu Yeniden Yerleştirme” (Forced Relocation) projeleri, 1962-1971 arasında 12 milyon Güney Vietnamlıyı – nüfusun %60’ını – “stratejik köyler” adı verilen kamplara taşıdı. Amaç, köylüleri Vietkong’dan izole etmekti, ancak bu kamplar sağlıksız koşulları ve yetersiz kaynakları nedeniyle açık hava hapishanelerine dönüştü. Ayrıca, “scorched earth” (yakılmış toprak) taktiği kapsamında, 20.000’den fazla köy napalm ve topçu ateşiyle yok edildi. Örneğin, 1965’te Operation Ranch Hand ile 45 milyon litre Agent Orange’ın ormanlara ve tarım arazilerine püskürtülmesi, yalnızca ekosistemi değil, insan bedenini de zehirledi. Sivil direnişi kırmak için kullanılan bu yöntemler, “yok etmek için kurtarmak” (destroying to save) paradoksunu yarattı.
Toplumsal travmanın boyutları, sayılarla ölçülemeyecek derinlikteydi. Savaşın bitiminde, 3 milyon Vietnamlı ölmüş, 300.000 kişi hâlâ kayıptı, 75.000 çocuk yetim kalmıştı. Toplu mezarlar, özellikle Hue Katliamı (1968) gibi olaylarda olduğu iddia edilen binlerce ceset, kolektif hafızada onulmaz yaralar açtı. ABD’nin psikolojik harp operasyonları, “Wandering Soul” (Gezgin Ruh) adı verilen kayıtları ormanlara yayarak Vietkong’u korkutmayı amaçlıyordu. Ancak bu tür taktikler, kültürel tabuları istismar ederek halkın direnişini güçlendirdi.
Komer’ın mirası, modern savaşın “mühendislik mantığı” ile insani sonuçları arasındaki uçurumu gösterir. Vietnam’da uygulanan politikalar, teknokratik bir zihniyetin, toplumsal dinamikleri görmezden gelerek nasıl felakete yol açabileceğinin kanıtıdır. “Body count” kültürü, askerî hedeflerin insani maliyetini perdeleyen bir araç haline geldi. Köy yakma ve zorla göç, Vietkong’u değil, ABD’nin ahlaki otoritesini yok etti. My Lai ise, savaşın galibinin olmadığını, yalnızca kaybedenlerin olduğunu hatırlatan kolektif bir utanç anıtı olarak tarihe kazındı.
Bu süreçte, medyanın rolü çelişkiliydi. Bir yandan My Lai gibi vahşeti ifşa ederek kamuoyunu sarsarken, diğer yandan “televizyon savaşı” olarak anılan bu dönem, izleyicileri şiddete duyarsızlaştırdı. Ancak, Vietnam sendromu, ABD’nin sonraki askerî müdahalelerinde “az kayıp” (low casualty) doktrinini benimsemesine neden oldu.
Sonuç olarak, Vietnam Savaşı’nın sivil kayıpları ve askerî psikolojisi, modern savaşın etik ve pratik çıkmazlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Komer’ın politikaları, iyi niyetli reformların bile kontrolsüz güç ve pragmatizmle birleştiğinde nasıl yıkıcı olabileceğinin kanıtıdır. My Lai ise, insanlığın savaşla imtihanında unutulmaması gereken bir uyarı işaretidir.
Başlık | Açıklama / İçerik Özeti |
My Lai Katliamı (1968) | Quang Ngai eyaletindeki My Lai ve My Khe köylerinde 504 sivilin ABD askerleri tarafından katledilmesi. İstisna değil, sistematik bir şiddetin göstergesi. |
Askerî Kültür Politikası | Vietkong’un siviller arasında gizlendiği varsayımı, köylüleri potansiyel düşman hâline getirmiştir. “Serbest ateş bölgeleri” sivillere yönelik imha operasyonlarını meşrulaştırmıştır. |
Psikolojik Arka Plan | Asimetrik savaşın getirdiği paranoya, askerlerde şiddet eşiğini düşürmüş; Vietkong’a “Charlie” lakabı takılarak düşman insanlıktan çıkarılmıştır. |
Robert Komer’e ceza! | My Lai sonrası yalnızca William Calley cezalandırılmış; Nixon, Calley’i affetmiş; savaş suçları örtbas edilmiştir. |
CORDS Kültürü | Komer’ın “pasifikasyon” stratejisi, ölü sayısını başarı kriteri olarak belirlemiş, bu da sivillerin öldürülmesini teşvik etmiştir. |
İstatistiksel Yalanlar ve Sahte Zaferler | 2.500 Vietkong’un bulunduğu bölgede 10.000 düşman öldürüldüğü iddiası gibi örneklerle askerî başarı sahte verilere dayanmıştır. |
Zorunlu Yeniden Yerleştirme ve Köy Yakma | 12 milyon insan stratejik köylere taşınmış; 20.000 köy yok edilmiş; Agent Orange çevresel ve genetik felaketlere yol açmıştır. |
Toplumsal Travma ve Kalıcı Yaralar | 3 milyon ölü, 300.000 kayıp, 75.000 yetim. Toplu mezarlar ve “Wandering Soul” gibi psikolojik harp yöntemleri, halk direncini artırmıştır. |
Komer’ın Mirası | Komer’ın teknik yaklaşımı, toplumsal dinamikleri görmezden gelmiş; bu durum başarısızlıkla sonuçlanmıştır. |
My Lai’nin Sembolik Önemi | Galibi olmayan bir savaşın ahlaki ve tarihi utanç anıtı; savaşın vicdani boyutunu temsil eder. |
Medyanın rolü | Medya, bir yandan savaş suçlarını ifşa ederken, diğer yandan şiddeti olağanlaştırarak toplumu duyarsızlaştırmıştır. |
Vietnam Sendromu | ABD kamuoyunda savaş karşıtı tutum; sonraki müdahalelerde “low casualty” (az kayıplı) stratejinin benimsenmesi. |
Genel Sonuç | Komer’ın politikaları, iyi niyetli reformların kontrolsüz güçle birleştiğinde felakete yol açabileceğini göstermiştir. |
Sonuç
Vietnam Savaşı’nın insani bedeli, sayılarla ölçülemeyecek kadar ağırdır. Resmî rakamlara göre 3 milyon Vietnamlı hayatını kaybetti, 300.000 kişi hâlâ kayıp, 75.000 çocuk yetim kaldı. Napalm ve Agent Orange’ın toksik mirası, üçüncü kuşak doğum kusurlarıyla devam ederken, yüz binlerce dönüm tarım arazisi çoraklaştı. Ancak bu rakamlar, kolektif travmanın yalnızca görünen yüzüdür. My Lai Katliamı, Hue Katliamı ve Phoenix Programı gibi olaylar, savaşın yalnızca fiziksel değil, ahlaki bir yıkım olduğunu kanıtladı. Vietnamlı yazar Viet Thanh Nguyen’in deyişiyle: “Savaş, iki kez öldürür: Bedenleri ve hafızayı.” ABD’nin 58.220 asker kaybı ise, evlerine dönen gazilerdeki travma sonrası stres bozukluğu, intiharlar ve uyuşturucu bağımlılığı ile kendini gösterdi. Vietnam, “kazananı olmayan” bir savaş olarak tarihe geçti; yalnızca kaybedenler vardı.
Tarihin tekerrür etme eğilimi, Vietnam’ın insani derslerinin unutulduğunu gösteriyor. 2003 Irak İşgali’nde, “hearts and minds” (kalpler ve zihinler) retoriğiyle başlatılan işgal, Ebu Gureyb işkenceleri ve Felluce Katliamı ile benzer bir şiddet sarmalına dönüştü. Vietnam’da test edilen “istatistik odaklı savaş” anlayışı, insansız hava araçları ve algoritmik hedef seçimleriyle dijital bir forma büründü. WikiLeaks belgeleri, Irak’ta 109.000’in üzerinde sivil ölümünün kaydedildiğini ortaya çıkardı; bu rakamların nasıl manipüle edildiği ise bir sır perdesi ardında kaldı. Afganistan’da ise, CORDS modelinin modern bir versiyonu olan PRT’ler (Eyalet Yeniden İnşa Timleri), köy savunma grupları ve sivil-askerî iş birliğiyle denenmiş, ancak kalıcı bir istikrar sağlanamamıştı. Tarihçi Margaret MacMillan’ın vurguladığı gibi: “İnsanlık, savaşın derslerini öğrenmekte inanılmaz bir direnç gösteriyor.”
Robert Komer’ın mirası, bu tekerrürün merkezinde durur. Onu “başarı” olarak yorumlayanlar, CORDS programının sivil-askerî entegrasyon alanında bir ilk olduğunu ve modern karşı-gerilla doktrinlerine yol gösterdiğini savunur. Örneğin, General David Petraeus’un 2007’deki Afganistan COIN El Kitabı, Komer’ın köy güvenliği ve istihbarat ağları vurgusunu yeniden üretti. Komer’ın istatistiksel yaklaşımı, Pentagon’un VEREX algoritması gibi dijital savaş araçlarında hâlâ yaşıyor. Ancak bu “başarı” anlatısı, insani maliyetleri görünmez kılar.
Diğer yandan, Komer’ı bir trajedi olarak okumak, Soğuk Savaş’ın ahlaki çıkmazlarını merkeze alır. Phoenix Programı’nın 20.587 resmî ölümü, ABD’nin “özgürlük koruyucusu” imajını paramparça etti. Komer’ın 1980’lerdeki itirafı; “Vietnam’da kazanamazdık; çünkü ne için savaştığımızı bilmiyorduk” stratejik körlüğün bir itirafıydı. Onun mirası, zafer kavramının askerî operasyonlarla değil, toplumsal meşruiyetle kazanılabileceğini anlamamış bir neslin trajedisini yansıtır. Belgesel yönetmeni Errol Morris’in deyişiyle: “Komer, doğru soruları sormak yerine, yanlış cevapları mükemmelleştirdi.”
Komer’ın kişisel hikayesi, başarı ile trajedi arasındaki ince çizgiyi somutlaştırır. Harvard’lı bir teknokrat olarak, Soğuk Savaş’ın rasyonalitesine hizmet etti. Ancak, köylülerin komünizme desteğinin altında yatan toprak reformu ihtiyacını görmezden gelmesi, onun kültürel kör noktasını ortaya koydu. 1968’de Türkiye’deki öğrenci protestolarında arabasının yakılması, Komer’ın emperyal politikalara duyulan öfkenin bir sembolü haline geldi. Ölümünden sonra bile, mirası “Blowtorch Bob” lakabında olduğu gibi ikircikli kaldı. Bir yanda etkili bir bürokrat, diğer yanda şiddetin mimarı olmuştur.
Vietnam Savaşı’nın bize öğrettiği en kritik ders, zafer kavramının yeniden tanımlanması gerekliliğidir. Askerî üstünlük, toplumsal meşruiyetin yerini alamaz. Komer’ın istatistiksel hedefleri, bu gerçeği göz ardı ettiği için başarısız oldu. Tarih, onu ne kahraman ne de cani olarak yargılayacak; yalnızca Soğuk Savaş’ın buzdağında, insanlığın savaşla imtihanının karmaşık bir temsilcisi olarak anacaktır. Vietnam’ın bedeli ve Komer’ın mirası, gelecek nesillere şu uyarıyı taşıyor; Savaş, ancak tarihin tekerrür etmemesi için hatırlandığında anlamlıdır.
KAYNAKÇA
Gürses, F. (2018). Demokratı̇k toplum ve araştırmacı gazetecı̇lı̇k: Amerı̇ka Bı̇rleşı̇k Devletlerı̇’nden örnekler. Kurgu, 26(3), 179-203.
Vietnam, Y., & Fail, A. B. D. ABD’nin Vietnam İşgali. Hüseyin TÜRKAN, 11.
Robert Komer. https://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Komer. Erişim Tarihi: 06.05.2025.
Blowtorch Bob: An Instrument of the Cold War State. (2013).https://warontherocks.com/2013/09/blowtorch-bob-an-instrument-of-the-cold-war-state/. Erişim Tarihi: 06.05.2025.
Robert Komer. (2000). https://www.theguardian.com/news/2000/apr/14/guardianobituaries. Erişim Tarihi: 06.05.2025.
Phoenix Programı. https://tr.wikipedia.org/wiki/Phoenix_Program%C4%B1. Erişim Tarihi: 06.05.2025.
Shannon, M. (2015). Blowtorch: Robert Komer, Vietnam, and American Cold War Strategy.
Jones, F. L. (2005). Blowtorch: Robert Komer and the making of Vietnam pacification policy. The US Army War College Quarterly: Parameters, 35(3), 10.
Jones, F. L. (2005). Blowtorch: Robert Komer and the making of Vietnam pacification policy. The US Army War College Quarterly: Parameters, 35(3), 10.
Weinstein, A., & Jones, F. (2006). Komer, CORDS, and Pacification. Parameters, 36(1), 115-118.
Ellis, S. D. (2014). Blowtorch: Robert Komer, Vietnam, and American Cold War Strategy. Air Power History, 61(1), 52-54.
Hunt, R. A. (1991). Facing the Phoenix: The CIA and the Potitical Defeat of the United States in Vietnam by Zalin Grant/Ashes to Ashes: The Phoenix Program and the Vietnam War by Dale Andrade (Book Review). The Journal of Military History, 55(3), 428.
Warnke, P. C., Forman, B., Hart, F. A., Farer, T., MacCrate, R., Komer, R., & Weiss, P. (1972). Implemeting the Rules of War: Training, Command and Enforcement. The American Journal of International Law, 66(4), 183-205.
Thayer, C. A. (1997). Pacification: The American Struggle for Vietnam’s Hearts and Minds. By Richard A. Hunt. Boulder, Colo.: Westview Press, 1995. xv, 352 pp. $34.95. The Journal of Asian Studies, 56(2), 555-557.
Dunnavent, R. B. (2024). Clear, Hold, and Destroy: Pacification in Phú Yên and the American War in Vietnam by Robert J. Thompson III. Marine Corps History, 10(2), 49-50.
Kurmuş, O. (2018). Emperyalizmin Türkiye’ye girişi. Yordam Kitap.
Sawyer, K. L. (2017). A Divided Front: Military Dissent During the Vietnam War. The Gettysburg Historical Journal, 16(1), 9.
Özerdem, A., & Whiting, M. (Eds.). (2019). The Routledge handbook of Turkish politics. London: Routledge.
Hersh, S.M. (2015). The Scene of the Crime https://www.newyorker.com/magazine/2015/03/30/the-scene-of-the-crime.