Türkiye, İran ve Afganistan: Sömürgeciliğe Direnen Üç Müslüman Ülke

By Mehmet Dikkaya

Türkiye, İran ve Afganistan: Sömürgeciliğe Direnen Üç Müslüman Ülke

By: Mehmet Dikkaya

Arap Baharı’nı (!) müteakiben otoriter liderler eliyle yönetilen bir çok devlette (Tunus, Mısır, Libya, Irak ve Suriye gibi) birbiri ardınca yaşanan rejim değişiklikleri sonrasında sıranın İran’a geldiği, ardından Türkiye’ye geleceği şeklindeki öngörülerin yapıldığı Orta Doğu coğrafyasında sular yeniden ısınmaya başladı.

Pek çoğu yanı başımızdaki coğrafyalarda yaşanan bu manzarada başrol oyunculardan birisinin, 1948’de bölgeye kanserli bir ur gibi monte edilmiş olan İsrail olması Batı’nın yayılmacı ve sömürgeci geçmişinin çok eskide kaldığı anlamına gelmiyor kuşkusuz. Bu toz duman bulutlarının arasında, rasyonel bir devlet aygıtına sahip olma veya özgürlüğe düşkünlük yönüyle talihsizlik yaşayan bu geniş coğrafya içinde üç ülkenin kendine has anti emperyalist tarihsel bir duruşu ve müstesna hali simgelediği görülmektedir.

Türkiye, İran ve Afganistan olarak isimlendirilebilecek bu üç ülke, İslam dünyasında Batılı güçler tarafından doğrudan ve uzun süreli sömürgeleştirilememiş üç önemli toprak parçasını temsil etmektedir. Bu mümeyyiz durumu analiz etmek için tarihsel arka plana ve üç ülkeyi birbirinden ayrışma sağlayan yapısal unsurlara dikkat etmek gerekmektedir.

Türkiye

Türkiye düzleminde sömürgecilik çağından etkileşimin söz konusu olmadığı dönemler (Osmanlı ve Cumhuriyet) birbirinden önemli oranda ayrışmasına rağmen, bağımsızlık anlamında sonuç açısından büyük bir farklılık göze çarpmamaktadır. Coğrafi keşiflerin başlaması ile özdeş bir küresel gelişme olarak düşünülebilecek kolonyalizm, 16. yüzyıldan itibaren neredeyse beş yüz yıldır dünyanın küçük bir bölümünün (Avrupa) dünyanın diğer alanlarını domine etmesi ve sosyo-politik nüfuzu altına alma girişimlerini temsil etmektedir.

En azından 19. yüzyılın ortalarına kadar gerileme dönemini yaşayarak bile olsa varlığını ve gücünü sürdürme başarısı elde etmiş Osmanlı Devleti, ticari kapitalizmi sınai kapitalizme eviren Batı sömürgeciliği karşısında Kırım Savaşı’na kadar bağımlılık ilişkisi altına girmemeyi başarmıştır. Modernleşme olarak tanımlanan 19. yüzyıl boyunca hem batılılaşmaya çalışan hem de Batı ile çatışma sorunsalı yaşayan Osmanlı’nın, 1920’lerde fiili varlığı sona erinceye kadar doğrudan hiç bir Batılı ülkenin doğrudan ve açık bir sömürgesi olmadığı görülmüştür. Bu dönemde devlet, uzun süre Batılı güçlerle (Avusturya, Rusya, İngiltere gibi) mücadele etmiş, ekonomik bağımlılık ve kapitülasyonlar yoluyla Batı’nın etkisi artmış olmasına rağmen resmî bir sömürge haline getirilememiştir.

Bu kez talihinin yaver gideceğini ve son bir kaç yüzyılda ricat yapmak zorunda kaldığı coğrafyalarla yeniden buluşacağını umarak girdiği I. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı kısa süreli işgallere rağmen (İstanbul, İzmir vb.) Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile yeniden bağımsızlığını koruyabilmiştir. Cumhuriyet döneminde NATO üyeliği, Batı ile ittifaklar ve ekonomik ilişkiler yoluyla dolaylı bir Batı etkisi söz konusu olsa da Osmanlı bakiyesi Türkiye toprakları üzerinde Batılı sömürgeci devletlerin doğrudan denetimi söz konusu olmamış, üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen önceki yüzyılda yaşanan dramatik örneklerin aksine bir karış dahi toprak parçası kaybetmemiştir. Sonuçta dünyayı, halkları ve bütün kaynaklarını 500 yıldır büyük oranda kontrol etme becerisi gösterebilmiş Batılı sömürgeci güçler Türkiye’yi asla doğrudan ve uzun süreli bir sömürge haline getirememiştir.

İran

Çok parlak ve köklü bir uygarlık geleneğine sahip olan İran da Osmanlı’yla benzer biçimde 19. yüzyılda İngiltere ve Rusya’nın etki alanına giren ülkelerden biri olmuştur. Bu nüfuz alanına dahil olma niteliğine karşın resmen sömürgeleştirilemeyen ikinci müslüman devlet olma özelliğini korumayı başarmıştır. İngilizlerin yirminci yüzyılın başında bu ülkede petrol çıkarmayı başarmaları ile 1901 yılında elde edilen petrol imtiyazı, ardından Anglo-İranian Oil Company gibi yapılarla bu ülkede büyük ekonomik çıkarlar sağladığı görülmüştür. Bu bağımlılık ilişkisi açık ve sürekli bir sömürü ilişkisi oluşturamamıştır.

Savaş sonrası dönemde, petrol üretiminin millileştirilmesine öncülük eden Başbakan Musaddık, 1953’te ABD ve İngiltere destekli bir darbeyle devrilmiş ve ülkenin en önemli gelir kalemi üzerinde ekonomik bir hegemonya oluşturulmuştur. 1979 İslam Devrimi sonrası ise Batı’nın ekonomik ve politik etkisi büyük ölçüde bertaraf edilmiştir. Küresel kapitalist sistemin kontrolünden uzaklaşma anlamına gelen bu gelişmenin bir sonucu olarak Batı’dan gelen ekonomik ve politik yaptırımlar devam etmekte ve bir baskı unsuru oluşturmaya devam etmektedir. Sonuçta İran, ekonomik ve siyasi olarak zaman zaman Batı etkisi altına girmiş olmasına karşın asla doğrudan sömürge olmayan ikinci müslüman ülke olarak temayüz etmiştir.

Afganistan

Denklemin üçüncü ayağını oluşturan Afganistan’a gelince, bu ülkenin hiçbir zaman resmî bir Batı sömürgesi olmadığı, buna karşın defalarca işgal edildiği veya kontrol altına alınmaya çalışıldığı görülmüştür. 19. yüzyılda Britanya ile yapılan üç büyük savaş sonucu Afganistan, Rusya ile İngiltere’nin nüfuz alanı arasında tampon bir devlet konumuna gelmiştir.

Avrasya’daki birinci büyük oyun adı verilen 19. yüzyıldaki bu denklemin ardından geçen bir asır sonra 1979’da Sovyetler Birliği, 2001’de ABD tarafından işgal edilen Afganistan için bu işgaller geçici ve askeri nitelik taşımıştır. Sömürgeleştirme gibi kurumsal ve kalıcı bir yapıya bürünememiştir. Bugün hâlâ Batılı değer sistemlerine karşı dirençli lakin iç savaşlar nedeniyle dış etkilere açık bir yapısal özelliğe sahip Afganistan, Batı tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmış, ama uzun vadeli sömürge haline getirilememiştir.

Bu üç ülkenin, Batı merkezli sömürgecilik ve işgal alanlarına maruz kalma düzeylerini temsilen bir karşılaştırmanın yapıldığı aşağıdaki tablo bu konuda genel bir karşılaştırma yapma imkanı sunmaktadır.

ÜlkeBatı Tarafından Sömürgeleştirildi mi?YöntemDireniş Durumu
TürkiyeHayırDolaylı baskılar (ekonomik, kültürel)Başarılı ulusal direniş ve reform süreci
İranHayırEkonomik ve siyasi nüfuzDevrimlerle Batı’ya karşı ekonomik bağımsızlığı elde etme
AfganistanHayır (ama sık sık işgal edildi)Askerî müdahale ve işgal denemeleriSürekli çatışmalar yaşandı ama doğrudan koloni olmadı

Sonuç

Türkiye, İran ve Afganistan, İslam dünyasında Batılı güçler tarafından doğrudan, uzun süreli ve kurumsal olarak sömürgeleştirilememiş ender ülkelerden bir kaçını oluşturmaktadır. Bu da onların tarihsel, jeopolitik ve kültürel dirençlerini yansıtmaktadır. Özellikle Türkiye ve İran’ın köklü devlet geleneklerine sahip olmaları ve uygarlık örneklerini oluşturmaları kolonyal ağlarla örülmelerini engellemiştir. Afganistan’ın coğrafi yapısı, Afganlıların özgürlüğe karşı tutkunlukları ve bu coğrafyanın tarihteki köklü uygarlıkların bir parçası olması da benzer şekilde uzun süre sömürgeleştirilmesi önünde bir set oluşturmuştur.

Buna rağmen bu manzara, Batılı güçlerin müdahale ve nüfuz alanından tamamen bağımsız oldukları anlamına gelmemektedir. Bu nedenle üç ülkeden her biri, farklı biçimlerde baskı, etki ve yönlendirmelere maruz kalmıştır. Yine de tam anlamıyla bir sömürge toprağı statüsüne düşmedikleri görülmektedir. İsrail’in ABD’deki savaş lordlarının koltuk değneğine yaslanmak suretiyle İran’a yönelik saldırılar başlatarak burada rejimi değiştirme ve ülkeyi parçalara ayırma planın da bu bağlamda uzun vadede kalıcı bir statüko oluşturamayacağı söylenebilir. Bu spesifik tartışmayı Türkiye özeline indirgememiz durumunda ise mevzubahis statükonun işleme olasılığı gittikçe zayıflayacaktır.

Yorum yapın