Taşların Konuştuğu Topraklar: Büstlerle Dirilen Hafıza ve Rusya’da Demokrasi Umudu

By Zekai ÖZDEMİR

Taşların Konuştuğu Topraklar: Büstlerle Dirilen Hafıza ve Rusya’da Demokrasi Umudu

By: Zekai ÖZDEMİR

Taşların Konuştuğu Topraklar: Büstlerle Dirilen Hafıza ve Rusya’da Demokrasi Umudu

Sovyetler Birliği, yalnızca bir siyasi sistem ya da ideolojik yapı değildi; aynı zamanda milyonlarca insanın kimliğini, geçmişini ve hatırasını silen, düşünceyi suç sayan, farklılıkları homojenleştiren bir hafıza makinesiydi. O sistem, yalnızca tanklarla değil; kelimeleri yasaklayarak, tarih kitaplarını yeniden yazarak, halkların hafızalarını kemiren ideolojik bir mühendislikle hüküm sürdü.

Bugün, o makine çökmüş görünüyor. Ama bir rejimin yıkılıp yıkılmadığı yalnızca haritalarla, sınırlarla, anayasa maddeleriyle ölçülemez. Asıl mesele, o rejimin insan zihninde ve ruhunda ne kadar daha yaşadığıdır.

İşte bu yüzden, beni Sovyet rejiminin gerçekten çöktüğüne ve Rusya’da demokratik bir dönüşümün, en azından zihinsel ve kültürel düzlemde başlamış olabileceğine inandıran bazı sessiz ama çok derin semboller var. Bunlar parlak televizyon söylevleri değil, gazetelerdeki yapay özgürlük nutukları da değil. Bunlar, toprağın bağrından yükselen, susturulmuş hakikatin yeniden görünür olduğu, taşlara kazınmış vicdan örnekleridir.

Zeki Velidi Togan’ın Ufa’da, Sultan Galiyev’in Kazan’da, Musa Carullah’ın fikirleriyle yoğrulduğu coğrafyalarda, Seyyid Şerif Cürcânî’nin Orenburg’da, Abdülkadir Mercani’nin Başkurdistan’da büstlerinin dikilmesi—bunlar yalnızca anma girişimleri değildir. Her biri, uzun yıllar boyunca yasaklanmış, unutturulmuş ya da hain ilan edilmiş fikirlerin, kimliklerin ve mücadelelerin toprağa yeniden kök salmasıdır.

Zeki Velidi Togan, yalnızca bir tarihçi ya da akademisyen değil; Türk-İslam dünyasının esarete karşı fikrî direnişinin simgesidir. Sovyetler onu sürgünle susturmuştu. Ama şimdi, doğduğu şehir olan Ufa’da büstü dikiliyorsa, bu bir halkın kendi vicdanıyla yüzleşmesidir. Togan’ı toprağa geri çağırmak, tarihin bastırılmış sayfalarını açmak demektir.

Sultan Galiyev… Sovyet devriminden doğan ama yine Sovyet sistemi tarafından yok sayılan bir figür. O, milliyet ile sosyalizmin birleşebileceğine inanmış, bu düşünceyle hem Batı’nın hem Doğu’nun dikkatini çekmişti. Ama bu düşünce, Stalinist ideoloji için bir tehlikeydi. Bugün Kazan’da bir büstle anılıyorsa, bu sadece bir taş değil; halkların kardeşliğine, eşitliğe ve özgür kimlik arayışına açılan bir kapıdır.

Musa Carullah, yalnızca bir din âlimi değil, modern İslam düşüncesinin öncülerindendi. Seyyid Şerif Cürcânî, Orta Asya İslam geleneğinin parlak zekâlarından biriydi. Abdülkadir Mercani ise düşüncenin zincire vurulamayacağını haykıran bir vicdan adamıydı. Onların büstleri artık taşla değil, halkların dualarıyla dikiliyor.

Heykeller sessizdir, ama zamanın tanıklığını taşıyan en güçlü sembollerdir. Hangi isimlerin heykelleri dikiliyor, hangi figürler anılıyor, işte oradan o toplumun neyle yüzleştiğini, neyle barıştığını anlarız.

Sovyet ideolojisi, halklara kendi geçmişlerini unutturmakla kalmadı; onları kendi tarihî şahsiyetlerinden de kopardı. Bugün ise bu şahsiyetlerin yeniden görünür hâle gelmesi, halkların hafızalarına yeniden sahip çıkma iradesidir.

Bu bir kültürel restorasyon değil yalnızca, aynı zamanda siyasi bir bilinçlenmedir. Hafıza bir milletin ruhudur. Ruhunu geri çağıran toplumlar, yarınlarını da yeniden kurma cesaretine sahip olur.

Bu yüzden Rusya’da demokrasi umuduna dair en sahici ve sarsılmaz işaretler, seçim sandıklarında değil; meydanlara dikilen büstlerdedir. Çünkü bir halk, susturulmuş evlatlarını yeniden anıyorsa, artık yeni bir anlatı kuruluyor demektir.

Elbette hâlâ yol uzun. Medya özgürlüğü, ifade hakkı, hukukun üstünlüğü gibi alanlarda pek çok eksiklik var. Ama tüm bunlara rağmen, büstler bize şunu söylüyor: Bir halk, kendi hafızasına sahip çıkmaya başlamışsa, artık totaliter geçmiş geri döndürülemez biçimde geride kalıyor demektir.

Ve bazen, bir milletin yeniden ayağa kalkması, bir taşın suskunluğunda yankılanır.

Çünkü bir büst, sadece geçmişi değil, geleceği de omuzlarında taşır.

Yorum yapın