Gökyüzü griydi. Rüzgâr, bozkırın üzerindeki hüzünlü ezgiyi taşıyordu. Küçük bir çocuk, toprak bir evin önünde oturmuş, babasının marangoz atölyesindeki çekiç seslerini dinliyordu. O çocuk, Mir Said Sultan Galiyev’di. İleride adı tarihe Sultan Galiyev olarak kazınacaktı. Asıl adı Mir Said Sultan Galiyev olan bu büyük düşünür, 1892 (bazı kaynaklara göre 1880’lerin başı) yılında Tataristan’da, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Sultan Galiyev’in doğduğu köyün adı, Kırmıska’dır. Tatar dilinde Kırmıska, Türkçede Karıncadır!
Bir öğretmenin oğlu olarak dünyaya gelmişti, ama bu, rahat bir hayat sürdüğü anlamına gelmiyordu. Babasının adı Haydar Ali, annesinin ismi Aynilhayat Hanım’dır. Ailesi fakirdi, yoksulluğun en keskin haliyle yüzleşmişti. Annesi, zarif bir kadındı, köklü bir aileden geliyordu; babası ise hem medrese hocası hem marangozdu. Ama Sultan için en büyük acı, on bir kardeşinin çoğunu hastalıklara kurban vermesiydi. Geride sadece iki ablası kalmıştı: Server ve Sufiye. Ölüm, daha çocukken tanıştığı bir misafirdi.
Babasının mesleği gereği Galiyev de genç yaşlardan itibaren eğitimle iç içe oldu. Tatar Öğretmen Okulu’nda aldığı eğitim, onu yalnızca bir öğretmen olarak değil, aynı zamanda sosyalist düşünceyle tanışan ve giderek radikalleşen bir aydın olarak yetiştirdi. İlk gençlik yıllarında gazetecilik yaptı, dönemin önemli Rus ve Tatar edebiyatçılarını çevirdi ve edebi eserler kaleme aldı.
Küçük yaşta babasının ona öğrettiği ilk kelime “okumak” oldu. O da okudu. Dini eğitim veren okullarda Arap harflerini, duaları öğrendi ama bunlar ona yetmedi. O, yalnızca kitapların değil, hayatın da peşindeydi. Ceditçi okullara gitti, yeni fikirlerle tanıştı. O yıllarda, medrese eğitiminin dar kalıpları içinde sıkışıp kalamayacağını anladı. Dünya değişiyordu, halkı uyuyordu. Onları uyandıracak bir sese ihtiyaç vardı.
Bu ses, zamanla Galiyev’in kaleminden çıkmaya başladı. Gazetelerde yazılar yazdı, Puşkin’i, Tolstoy’u Tatarca’ya çevirdi. Ama ne şiir ne edebiyat, onun içindeki fırtınayı dindirebildi. Çünkü o, adaletsizliği gördü. O, Rusya’daki Müslüman halkların ezilişini gördü. Çarlık yıkılmış, Bolşevikler iktidara gelmişti ama ezilenler hâlâ eziliyordu. Sosyalizmi benimsedi, fakat kalbinin derinliklerinde hissettiği başka bir gerçek vardı: Sınıf mücadelesi kadar, halkların mücadelesi de vardı.
“Biz sadece proleter değiliz, biz aynı zamanda sömürge halklarız!” diye haykırdı. Onun için devrim, yalnızca işçilerin değil, sömürgeleştirilen halkların da kurtuluşuydu. Lenin’e inandı, devrime katıldı. Sovyetler Birliği’nde Müslüman halklara özerklik verilmesi için mücadele etti. Ama o, bir hayalin peşindeydi. Stalin ise gerçeğin sert duvarlarını çoktan örmüştü.
Önce göz hapsine alındı. Sonra sürgünler, işkenceler… Devrim için savaşmış, devrime inanmıştı. Ama devrim onu yutmuştu. 1939 yılında tutuklandı, 1940’ta bir hücrede, sessizce öldürüldü. Onu öldüren sadece bir kurşun değil, ihanetti. Onu öldüren, uğruna savaştığı fikirlerin, kendi yoldaşları tarafından inkâr edilmesiydi.
Ama fikirler ölmezdi. Sultan Galiyev’in hayali, yıllar sonra, Sovyetler’in dağılmasında yankı bulacaktı. Çünkü o, bir milletin değil, tüm ezilenlerin sesi olmuştu. Bir gün mazlumlar ayağa kalkacak, onun düşlediği dünyayı inşa edeceklerdi.
Galiyev’in mezarı yok. Ama onun adını bilen herkes, her bozkır rüzgârında, onun sesini duymaya devam edecekti. Bu ses, zamanla Galiyev’in kaleminden çıkmaya başladı. Gazetelerde yazılar yazdı, Puşkin’i, Tolstoy’u Tatarcaya çevirdi. Ama ne şiir ne edebiyat, onun içindeki fırtınayı dindirebildi. Çünkü o, adaletsizliği gördü. O, Rusya’daki Müslüman halkların ezilişini gördü. Çarlık yıkılmış, Bolşevikler iktidara gelmişti ama ezilenler hâlâ eziliyordu. Sosyalizm’i benimsedi, fakat kalbinin derinliklerinde hissettiği başka bir gerçek vardı: Sınıf mücadelesi kadar, halkların mücadelesi de vardı.
Devrimin Eşiğinde: Siyasete Atılışı
Sultan Galiyev’in siyasete girişi, bir tesadüf değil, uzun yıllara yayılan bir arayışın ve mücadelenin doğal sonucuydu. Onun hayatının dönüm noktalarından biri, genç yaşta gözlemlediği büyük çelişkiler ve adaletsizliklerdi. Çarlık Rusya’sında, Müslüman ve Türk halklar, yüzyıllardır süregelen bir baskı düzeninin içinde yaşıyorlardı. Yalnızca siyasal haklardan yoksun olmakla kalmıyor, eğitimden ekonomiye kadar her alanda ayrımcılığa maruz kalıyorlardı. Rusya’daki sosyalist hareketler ve devrimci gruplar, genellikle işçi sınıfının kurtuluşunu hedefleseler de, Müslüman halkların yaşadığı sömürgeci düzen çoğu zaman göz ardı ediliyordu. Sultan Galiyev, tam da bu noktada bir çıkış yolu arayan, ezilen halklar için sosyalizmi bir kurtuluş reçetesi olarak gören bir figür haline geldi.
Gençlik Yılları ve İlk Siyasi Fikirleri
Galiyev, eğitim hayatı boyunca Rus aydınlarıyla ve fikirleriyle tanıştı. Batı düşüncesini, devrimci ideolojileri ve özellikle sosyalizmi yakından inceledi. Ancak onun asıl ilgisini çeken mesele, sosyalizmin Müslüman ve Türk halklar için ne ifade ettiği idi. Çarlık rejimine karşı mücadele etmek isteyen birçok Müslüman aydın gibi o da, ilk başlarda daha çok milliyetçi bir çizgideydi. Ancak zamanla, yalnızca etnik ve dini kimliğe dayalı bir mücadelenin yetersiz olacağını fark etti. Çünkü ona göre asıl mesele, sadece bir halkın özgürlüğü değil, tüm ezilen sınıfların ve sömürge halklarının kurtuluşuydu.
1913 yılında Kazan’a giderek gazeteciliğe başladı. “Kazanskoye Slovo” (Kazan Sözü) gazetesinde çalışarak yazılarıyla Müslüman halkların sorunlarına dikkat çekti. Onun için bu dönemde en önemli mesele, Müslüman halkların geri kalmışlığı ve bu geri kalmışlıktan kurtulmanın yollarıydı. Çarlık yönetimi altındaki Türk ve Müslüman toplumlar, ekonomik olarak zayıftı, eğitim konusunda Ruslara kıyasla gerideydiler ve siyasal hakları neredeyse hiç yoktu. Galiyev, bu durumun sadece Rusların baskısından kaynaklanmadığını, aynı zamanda Müslüman toplumların kendi içindeki yozlaşma ve durağanlıktan da ileri geldiğini düşünüyordu. Ona göre asıl çözüm, modernleşme, eğitim ve bilinçlenmeydi.
Bu yıllarda Galiyev, sosyalist ideolojiyi benimsedi. Ancak Marksist düşüncenin klasik yorumları ona yeterli görünmüyordu. Çünkü Marksizm, sınıf çatışmasına dayanıyordu ve Galiyev’e göre ezilen halkların mücadelesi yalnızca bir sınıf mücadelesi değildi; aynı zamanda bir sömürgecilik karşıtı savaştı. Bu yüzden sosyalizmi, ezilen Müslüman halkların bağımsızlığıyla birleştiren yeni bir yol çizmeye başladı.
1917 Devrimleri ve Mücadeleye Atılışı
1913 yılında Tatar sosyalist hareketine katılan Galiyev, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevik Parti içinde hızla yükseldi. Bolşeviklerin “halkların özgürlüğü” vaadine inanarak devrim mücadelesine katıldı ve Sovyetler Birliği’nin Müslüman halkları için eşitlik talep etti. Ancak bu eşitlik talebi, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in merkeziyetçi ve Rus milliyetçiliğini önceleyen politikalarıyla çelişti. Sonunda Galiyev, “karşı devrimci” ilan edilerek tasfiye edildi ve Stalin tarafından yok edildi.
1917 yılı, Rusya tarihinde büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdi. Şubat Devrimi ile Çarlık rejimi yıkıldı ve yerine Geçici Hükümet kuruldu. Ancak bu hükümet, halkın taleplerine yanıt veremedi ve istikrarsız bir ortam doğdu. Bolşevikler, Lenin önderliğinde iktidarı ele geçirmek için harekete geçti. Bu ortamda Galiyev için de siyasete tam anlamıyla atılma fırsatı doğdu.
1917 Mayıs ayında, Moskova’da düzenlenen Tüm Rusya Müslüman Kongresi’ne katıldı. Burada, Müslüman halkların geleceğiyle ilgili önemli tartışmalar yapıldı. Çoğu delege, Müslümanların Rusya içinde özerk bir yapı oluşturmasını savunuyordu. Ancak Galiyev, bu düşünceyi yeterli bulmuyordu. Ona göre Müslüman halklar, sadece kültürel haklarla yetinmemeli, tam anlamıyla bağımsız ve sosyalist bir yapıya sahip olmalıydı.
Ekim 1917 Devrimi, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesiyle yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Lenin ve Troçki liderliğinde kurulan Sovyet rejimi, halklara eşitlik vaat ediyordu. Ancak bu vaatlerin ne kadar gerçekçi olduğu henüz bilinmiyordu. Galiyev, Bolşeviklerin sunduğu fırsatları değerlendirmeye karar verdi. Çünkü ona göre, eğer Müslüman halklar sosyalizme entegre olabilirlerse, kendi haklarını da kazanabilirlerdi.
Bu dönemde Lenin’in dikkatini çeken isimlerden biri oldu. 1918’de, Bolşeviklerin kurduğu Müslüman Komiserliği’ne (Narkomnats) katıldı. Burada, Müslüman halkların Sovyet sistemine nasıl uyum sağlayabileceğini tartıştı. Ancak kısa sürede fark etti ki, Bolşevikler Müslümanları gerçekten özgürleştirmek yerine, onları yeni bir ideolojik çerçeve içine hapsetmek istiyordu.
Müslüman Troçki: Galiyev’in Fikirleri ve Mücadelesi
Galiyev, klasik Marksist teoriye eleştirel yaklaşarak, devrimin yalnızca sanayileşmiş Avrupa ülkelerinde değil, emperyalizmin baskısı altındaki Doğu toplumlarında da gerçekleşebileceğini savundu. Lenin’in “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesini destekleyen ancak bunun Bolşevikler tarafından uygulanmadığını gören Galiyev, sömürge halklarının Batı emperyalizmine ve Rus egemenliğine karşı birleşerek özgürleşmesi gerektiğini savundu. Bu yönüyle, sürekli devrim teorisini savunan Troçki’ye benzetilmiş ve “Müslüman Troçki” olarak anılmıştır. Ancak Troçki’den farklı olarak, Galiyev’in devrim teorisi Batı işçi sınıfına değil, Doğu’nun sömürgeleştirilmiş halklarına dayanıyordu.
Ona göre, dünya devrimi Avrupa’nın sanayileşmiş proletaryasından değil, Asya ve Afrika’nın ezilen halklarından gelecekti. Batılı kapitalist ve emperyalist güçlerin ezdiği bu halklar, ortak bir anti-emperyalist mücadelede birleşerek sosyalist devrimi gerçekleştirebilirdi. Galiyev’in bu düşüncesi, klasik Marksizm’in işçi sınıfına dayalı devrim anlayışından farklı olarak, milli mücadeleleri ve anti-sömürgeci hareketleri merkeze alan bir “Türk ve Müslüman sosyalizmi” fikrine dayanıyordu.
Turancı Sosyalizm: Galiyev’in Türk Dünyasına Bakışı
Sultan Galiyev, sosyalist olmakla birlikte, aynı zamanda bir Turancıydı. Ancak onun Turancılığı, Batılı emperyalist politikalarla özdeşleşmiş klasik milliyetçilik anlayışından farklıydı. O, Turancılığı sosyalist bir temele oturtarak, Türk halklarının ekonomik ve siyasal bağımsızlığını hedefleyen bir birlik modeli olarak ele aldı. Bu bakımdan “Turancı sosyalist” veya “millî komünist” olarak tanımlanabilir. Ona göre, Rusya’da yaşayan Tatarlar, Başkurtlar, Kırgızlar, Kazaklar, Özbekler, Türkmenler, ve diğer Türk halkları birleşmeli ve kendi sosyalist devletlerini kurmalıydı. Bu devlet, Batı emperyalizmine ve Rusya’nın iç sömürgeciliğine karşı birleşmiş bir Türk-İslam dünyasını temsil edecekti.
Ancak bu fikir, Bolşevikler için büyük bir tehdit olarak görüldü. Çünkü Galiyev’in teorisi, Sovyetler Birliği’nin merkezî yapısını tehdit ediyor, Müslüman halkların bağımsızlık fikrini güçlendiriyordu. Stalin, bu görüşleri “karşı devrimci” ve “bölücü” ilan ederek Galiyev’i ve onun destekçilerini tasfiye etti.
Müslüman Komünist Hareketi ve Bolşeviklerle Çatışması
Sultan Galiyev’in en büyük mücadelesi, Müslüman halkların sosyalist devrim içinde bağımsız bir güç olarak yer alması için oldu. 1919’da, Müslüman Komünist Partisi’nin kuruluşunda yer aldı ve kısa sürede partinin en önemli figürlerinden biri haline geldi. Ancak onun düşünceleri, Bolşevik Parti içinde tartışmalara yol açtı.
Galiyev, Rus olmayan halkların, kendi sosyalist devletlerini kurması gerektiğini savunuyordu. Bolşevikler ise merkeziyetçi bir yapıyı destekliyorlardı. Galiyev’in fikirleri, özellikle Stalin’in dikkatini çekti ve ona karşı bir güvensizlik oluşmaya başladı. Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in güç kazanması, Galiyev için tehlikeli bir sürecin başlangıcı oldu.
1923 yılında, “burjuva milliyetçiliği” ile suçlanarak tutuklandı. Aslında Galiyev, milliyetçiliği savunmuyordu; onun amacı, Müslüman halkların sosyalizm içinde eritilmemesi ve kendi kimliklerini koruyarak var olmalarıydı. Ancak Stalin, onun fikirlerini Sovyetler için bir tehdit olarak gördü.
1930’larda tekrar tutuklandı ve Sovyetler Birliği içinde artık “tehlikeli bir figür” olarak görülmeye başlandı. 1940 yılında, Stalin rejimi tarafından infaz edildi.
Sultan Galiyev’in Sosyalizm Algısı: Milliyetçilik ve Marksizm’in Dönüşümü
Sultan Galiyev’in düşünsel gelişimi, bir yanda Tatar Öğretmen Okulu’nda tanıştığı sosyalist fikirler, diğer yanda ise Ceditçi aydınların etkisiyle gelişen milliyetçilik bilinci üzerinden şekillendi. Bu iki unsurun birleşimi, onun sosyalizm anlayışını Marksist çizgiden farklı, özgün bir çerçeveye oturttu.
Galiyev’in gençlik yıllarında belirgin bir şekilde milliyetçi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Marksizm ile tanışması, onun dünya görüşünü derinleştirdi ve sosyalist düşünceyi kendi koşullarına uyarlayarak yeni bir yorum geliştirmesine yol açtı. Marksist teoriyi doğrudan benimsemek yerine, kendi ulusal ve sömürgecilik karşıtı perspektifi doğrultusunda dönüştürdü. Bu nedenle Galiyev’i “sosyalist” olarak nitelendirmek mümkündür, ancak “Marksist” olarak tanımlamak doğru değildir.
Marksizm’in temel analiz çerçevesi, üretim biçimi içindeki sınıf çelişkilerine dayanır. Kapitalist sistemde bu çelişki, üretim araçlarına sahip olan burjuvazi ile üretim araçlarından yoksun proletarya arasındadır. Fakat Galiyev, bu modelin Batı için geçerli olabileceğini, ancak Doğu toplumlarında farklı bir dinamik olduğunu fark etti.
Doğu, henüz kapitalist aşamaya ulaşmamış toplumlardan oluşuyordu ve bu nedenle sınıfsal ayrımlar Batı’daki gibi keskin değildi. Ona göre, Doğu’daki asıl çelişki, ulusun kendi içindeki sınıf mücadelelerinden ziyade, Batı emperyalizminin boyunduruğu altında oluşuyordu. Başka bir deyişle, Marksizm’de bir ulusun içinde bulunan “sömüren” ve “sömürülen” sınıflar arasındaki ayrım, Galiyev tarafından uluslararası düzleme taşındı. Bu doğrultuda, sömüren uluslar (Batılı emperyalistler ve Rus egemenliği) ile sömürülen uluslar (Doğu’nun ezilen halkları) arasında bir çatışma olduğunu öne sürdü.
Galiyev’e göre, Doğu’nun sömürgeleştirilmiş halkları—burjuvazisi, feodal beyleri, işçileri ve köylüleriyle birlikte—topluca proletarya konumundaydı. Yani, Doğu halkları bütünüyle ezilen sınıf olarak görülmeliydi. Bu, onun sosyalizm anlayışının en özgün yanını oluşturuyordu: Marksist sınıf çelişkisini ulusal boyuta taşıyarak, ezen ve ezilen uluslar arasındaki mücadeleyi devrimin merkezi haline getirmek.
Bu bakış açısı, klasik Marksizm’in Avrupa merkezli proletarya devrimi anlayışına bir meydan okumaydı. Galiyev, sosyalist devrimin Batı proletaryasından değil, emperyalizmin baskısı altındaki Doğu halklarından doğacağını savunuyordu. Böylece, ezilen ulusların birleşerek sömüren uluslara karşı bir devrim gerçekleştirmesi gerektiğini öne sürdü. Bu fikir, Galiyev’in yalnızca bir sosyalist değil, aynı zamanda bir milliyetçi sosyalist veya millî komünist olarak tanımlanmasına yol açtı.
Sonuç olarak, Sultan Galiyev’in sosyalizm anlayışı, klasik Marksist teoriyi doğrudan benimsemek yerine, sömürge halklarının özgün koşullarına uyarlayarak yeni bir devrimci perspektif geliştirmesiyle öne çıkar. O, sosyalizmi yalnızca sınıfsal bir mücadele olarak değil, aynı zamanda bir ulusların kurtuluş hareketi olarak yorumladı ve bu doğrultuda, Doğu halklarının ortak bir anti-emperyalist devrimde birleşmesi gerektiğini savundu.
Galiyev Neden Önemli?
Sultan Galiyev, klasik Marksist düşünceyi Doğu’nun özgün koşullarına uyarlayan, Türk dünyasının bağımsızlığı ile sosyalist ideolojiyi birleştiren bir fikir adamıdır. “Müslüman Troçki”, “Turancı sosyalist” ve “millî komünist” gibi kavramlarla anılan Galiyev, Doğu’nun sömürge halklarının bağımsızlığını sosyalist bir çerçevede ele almış ve bu uğurda hayatını feda etmiştir. Bugün Galiyev’in fikirleri, hem sosyalist anti-emperyalist mücadelede hem de Türk dünyasının bağımsızlık arayışında önemli bir miras olarak varlığını sürdürmektedir.
Doğu’nun Kırılmaz Zinciri: Sultan Galiyev ve Sosyalizmin Özgün Yolu
Sultan Galiyev’in hikâyesi, yalnızca bir devrimcinin yaşam öyküsü değil, aynı zamanda Doğu halklarının özgürlüğüne adanmış bir fikir mücadelesidir. Onun yolu, bir Tatar öğretmen okulunda sosyalist fikirlerle tanışmasıyla başladı. Ancak Galiyev, Marksizmi olduğu gibi kabul etmedi; onu Doğu’nun gerçeklerine uyarlayarak özgün bir sosyalizm anlayışı geliştirdi.
Genç yaşında Cedidçi aydınlarla tanışarak milliyetçi bir bilinç kazandı. Tatar aydınlarının modernleşme çabaları, onu halkının kaderi üzerine düşünmeye sevk etti. Fakat bu milliyetçilik, dar bir etnik kimlikten ibaret değildi. Onun milliyetçiliği, Batı emperyalizminin ve Rus Çarlığı’nın boyunduruğundaki tüm mazlum milletleri kapsayan bir bilinçti. Sosyalist düşüncelerle tanıştığında, Batı merkezli Marksizmin eksik kaldığı noktaları fark etti. Ona göre Marx’ın temel çelişkisi, yani üretim araçlarını elinde bulunduranlarla emekçiler arasındaki mücadele, Batı için geçerliydi. Ancak Doğu’da asıl çelişki, halkların kendi içindeki sınıf çatışmasından çok, sömürgeci ve sömürülen uluslar arasındaydı.
Batı dünyasında proletarya, burjuvaziye karşı mücadele ederken, Doğu’da tüm halklar, emperyalistlere karşı mücadele etmek zorundaydı. İşçiler, köylüler, burjuvalar ve feodal beyler, hepsi birlikte sömürgeleştirilmiş halkın bir parçasıydı. Galiyev, bu nedenle Marksizmin Batı için geçerli olan sınıf çelişkisini uluslararası alana taşıyarak, “ezen uluslar” ve “ezilen uluslar” kavramlarını geliştirdi. Ona göre Doğu halklarının tamamı, emperyalizmin boyunduruğu altında birer proleterdi.
Galiyev’i sosyalizme çeken, yalnızca Bolşeviklerin ezilen halklara özgürlük vaat etmesi değildi. O, sosyalizmin adaleti sağlayacağına inanıyordu. Ancak bunun Batı tarzı bir proleter devrimle değil, Doğu’nun kendi özgün dinamikleriyle gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyordu. Komünizm, Batı’da işçi sınıfının burjuvaziyi devirerek sınıfları ortadan kaldırmasıyla hayata geçecekti. Ama Doğu’da, sömürgeler emperyalist tahakkümden kurtulduğunda gerçek anlamda sosyalizm doğacaktı.
Ekim Devrimi’nden önce Bolşeviklerin “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı tanıyacağını ilan etmesi, Galiyev’i ve diğer Türkistan aydınlarını devrime yaklaştırdı. Çarlık Rusyası’nın “halklar hapishanesi” olduğu gerçeği, birçok Müslüman ve Türk halkının Bolşeviklere umut bağlamasına neden oldu. Fakat devrim sonrası gelişmeler, onun bu inancını sorgulamasına yol açtı. Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in iktidarı ele geçirmesiyle ulusların özgürlüğü vaatleri birer birer rafa kaldırıldı.
Galiyev, hani Rusya bir halklar hapishanesi olmayacaktı, diye sorduğunda, Stalin bu sorudan hiç hoşlanmadı. Bir zamanlar devrimin önemli bir figürü olan Galiyev, artık bir “karşı devrimci” ilan edilivermişti. Tutuklandı, işkenceler gördü, sürgün edildi. Fakat o, inandığı fikirlerden geri adım atmadı.
Ölümü hâlâ bir muamma… Kimilerine göre kurşuna dizildi, kimilerine göre KGB ajanları tarafından işkenceyle öldürüldü. Ama tarih onun öngörülerini doğruladı. Rusya’nın bir gün ya kendi ulusal bileşenlerine bölüneceğini ya da halkların kolektif yönetimine geçmek zorunda kalacağını söylüyordu. Bugün, onun sözleri hâlâ canlılığını koruyor.
Sultan Galiyev, yalnızca bir ideolog değil, Doğu’nun özgürlüğü için savaşan bir adamdı. Onun mücadelesi, hâlâ yankılanıyor. Çünkü fikirler, zincire vurulamaz.
Sultan Galiyev’in kendine özgü bir sosyalist düşüncesi vardır. Milli Sosyalizm ve Milli Komünizm gibi kavramlarla anılan bu görüşleri, Ekim Devrimi’ne giden süreçte siyasi hareketler içinde aktif olarak yer almasını sağlamıştır.
Ekim Devrimi başladığında kendisi hâlâ Bakü’dedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Bakü’de gazetecilik yapar ve dersler verir. Devrimin ilk aşamalarında doğrudan Bolşevik hareketin içinde yer almaz. O dönemde devrim daha çok Ruslar tarafından yürütülmektedir. Ancak devrim ilerledikçe Doğu toplumlarında ve Türk kökenli halklar arasında da ciddi bir hareketlenme başlar. Sultan Galiyev, siyasi atmosferin değişeceğini ve beklentilerin arttığını görerek Moskova’ya gider ve burada düzenlenen Müslüman komünist toplantılarına katılır. İlk başta sadece dinleyici olarak yer alırken, daha sonra Kazan’a döner ve Müslüman komünistler örgütüne katılır. Bu süreçte Bolşeviklerle iş birliği yapmaya başlar.
Bolşevikler, Çarlık Rusya’sının baskıcı yapısını ortadan kaldırmayı ve halklara özgürlük getirmeyi vaat etmektedir. Sultan Galiyev’in fikir babası olarak Molla Nur Vahidov öne çıkar. Aslında bu düşünce akımı yalnızca Sultan Galiyev’e ait değildir. Galiyev, bu ulusalcı komünist düşüncenin en belirgin ve en üst noktaya ulaşan temsilcisidir. Ancak bu harekette onunla birlikte mücadele eden Azerbaycan’dan Neriman Nerimanov, Kazakistan’dan Turar Rızkulov gibi pek çok Türk aydını da yer almıştır. Sonrasında bu fikir akımı Galiyevcilik olarak anılmıştır.
Başlangıçta Bolşevik Partisi içinde fikirleri kabul gören Sultan Galiyev, zamanla özellikle Stalin ile ciddi fikir ayrılıklarına düşer. Devrimin başlarında Bolşevik liderler, Doğu halklarına ve Müslüman kökenli toplumlara özgürlük vaat etmiş, ancak zamanla bu vaatler yerine getirilmemiştir. Sultan Galiyev ve arkadaşları, devrim sürecinde kendilerine sunulan sözlerin zamanla unutulduğunu, baskı altına alındıklarını ve planlarının engellendiğini fark ederler. Bolşevik Partisi’nin Lenin sonrası değişen yapısı bu durumun temel nedenidir.
Lenin, devrimin başarısı için eski Rus hegemonyası altındaki devletlerin bağımsızlık ilan etmesine dahi esnek yaklaşmıştır. Ancak Stalin, Lenin’in bu yaklaşımını değiştirmiştir. Sovyetler Birliği’nin kuruluş sürecinde uluslara özgürlük hakkı verilmiş gibi görünse de Stalin, bu hakkın yalnızca emperyalist ülkelerin sömürgeleri için geçerli olduğunu savunmuştur. Sovyetler Birliği’ne kendi iradesiyle katılan ulusların ayrılma hakkının olmadığını ileri sürmüştür. Sultan Galiyev ve arkadaşları, çarlık otokrasisinin yerine proletarya diktatörlüğünün farklı bir biçimde yeniden kurulduğunu fark etmişlerdir. Onlara göre, eğer değişen yalnızca yönetim biçimi olacaksa, neden çarlık rejimine karşı Bolşeviklerle birlikte mücadele ettiklerini sorgulamışlardır.
Sultan Galiyev’in fikirleri, Doğu halklarının Sovyet yönetimi altında da baskı görmeye devam ettiğini göstermektedir. Devrim saflarında Müslümanların kendi komünist partileri olmasına rağmen, karar mekanizmalarında hep Ruslar ön planda olmuştur. Örneğin, Kazan yönetiminde Tatar kökenlilerin oranı yüzde yirmi civarında kalırken, Ruslar yüzde seksenlik bir çoğunluğa sahiptir. Aynı durum Orta Asya cumhuriyetlerinde de geçerli olmuş ve bu bölgelerdeki Bolşevik partilerinin yönetiminde de Ruslar belirleyici rol üstlenmiştir. Bu nedenle Sultan Galiyev ve destekçileri, Bolşeviklerin Doğu halkları için verdiği sözleri yerine getirme niyetinde olmadığını anlamışlardır.
Sultan Galiyev’in düşünceleri, Üçüncü Dünya ülkeleri ve Doğu halkları açısından önemli bir perspektif sunmaktadır. Onun fikirleri, sömürgecilik karşıtı mücadeleler ve Üçüncü Dünya devrimleri ile de ilişkilendirilmiştir.
Atilla İlhan gibi yazarların eserlerinde Galiyev’in fikirlerinden izler görmek mümkündür. Özellikle Atilla İlhan’ın Akbaşlı Avrasya’da Dolaşan Hayalet kitabı, Galiyev’in düşüncelerini anlamak açısından önemli kaynaklardan biridir. Bu bağlamda Atilla İlhan, 20. yüzyılın sosyalist devrimler çağı değil, ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı olduğunu vurgulamış ve bu sürecin öncüsü olarak Sultan Galiyev’i göstermiştir.
Sultan Galiyev’in düşünce dünyasında Batı ve Doğu arasındaki ayrım belirgindir. O, Batı’yı sanayileşmiş, modern sınıflara sahip ve sömürgeci metropoller olarak tanımlar. Doğu ise, Batı dışındaki tüm toplumları içine alan geniş bir kavramdır ve bu halkların ortak bir mücadele içinde olması gerektiğini savunur. Üçüncü Dünyacılık düşüncesinin temellerinden biri olan bu yaklaşım, Batı emperyalizmine karşı Doğu’nun birleşmesi gerektiğini öne sürmektedir. Sultan Galiyev, yalnızca Türk halklarının bağımsızlığı için değil, genel olarak sömürge altındaki tüm Doğu halklarının özgürlüğü için mücadele edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle, Doğu toplumlarından bazı entelektüeller onu ilginç bulmuş ve hakkında çalışmalar yapmışlardır. Galiyev’in düşünceleri, ulusal kurtuluş savaşları ile sosyalizmin kesişim noktasında yer alarak, sömürgecilik karşıtı hareketler açısından önemli bir ilham kaynağı olmuştur.
O’nun düşünceleri, özellikle 20. yüzyılın ulusal kurtuluş hareketleriyle bağlantılı olarak, üçüncü dünyacı bir perspektifle ele alınabilir. Atilla İlhan’ın vurguladığı gibi, Galiyev’in temel önermelerinden biri, sosyalist devrimlerin değil, ulusal kurtuluş savaşlarının yüzyılın esas dinamiği olduğuydu. Bu çerçevede, Batı dışındaki tüm sömürülen toplumları “Doğu” olarak adlandırması da önemli bir noktadır. Bu “Doğu” kavramı, klasik coğrafi bir bölgeyi değil, emperyalist sömürgeciliğin karşısında konumlanan tüm halkları kapsayan bir metafor olarak kullanılmıştır.
Galiyev’in düşünceleri, özellikle Asya ve Afrika’daki anti-emperyalist hareketler ve postkolonyal teorilerle de benzerlik taşır. O, sosyalizmin yalnızca Batı’nın sanayileşmiş proletaryasına dayanan bir devrim teorisi olmaktan çıkıp, sömürgeleştirilmiş halkların bağımsızlık mücadelesiyle birleşmesi gerektiğini savunuyordu. Bu açıdan bakıldığında, Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyayı etkileyebilecek bir yaklaşım geliştirdiği söylenebilir.
Galiyev’in yazılı eserleri konusunda ise, uzun süre boyunca onun metinlerine ulaşmak zordu. 1990’lara kadar Sovyetler Birliği’nde yasaklı bir figürdü ve fikirleri büyük ölçüde sansürlenmişti. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, özellikle Rusya’daki arşivlerin açılmasıyla birlikte, onun yazıları ve düşünceleri daha fazla gün yüzüne çıktı. 90’lardan itibaren Türkiye’de de Galiyev’e olan ilgi arttı ve çeviri çalışmaları başladı. Bu noktada Atilla İlhan gibi isimlerin onun düşüncelerini popülerleştirdiğini söyleyebiliriz.
Sultan Galiyev’in Marksizm’i Nasıl Evrildi?
Sultan Galiyev, klasik Avrupa merkezli Marksizm anlayışını Doğu’nun sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına uyarlama çabasına girişmiştir. Lenin’in “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesiyle başlayan süreçte, Galiyev sosyalizmin yalnızca Batılı işçi sınıfının değil, sömürgeleştirilmiş Doğu halklarının da kurtuluşunu hedeflemesi gerektiğini savundu. Ona göre Batı proletaryasının mücadelesi kadar, Doğu’nun ezilen halklarının mücadelesi de sosyalist devrimin temel bir parçası olmalıydı. Ancak klasik Marksizm’deki sınıf temelli bakış açısını reddetmeden, bunun Doğu toplumları için yeterli olmadığını düşünüyordu. Çünkü Galiyev’e göre, Sovyetler’de Rus proletaryası ile Kazan, Taşkent, Karakalpakistan gibi bölgelerdeki işçilerin aynı şartlara sahip olması mümkün değildi. Bu yüzden sosyalizmin Doğu’daki uygulamasının farklı bir form alması gerektiğini savundu.
Sultan Galiyev, Batılı Marksistlerden farklı olarak, sosyalizmin Doğu’daki halklar için bir anti-emperyalist kurtuluş mücadelesi ile birleşmesi gerektiğini öne sürüyordu. Bu bağlamda onun geliştirdiği “proleter milletler” kavramı önemlidir. Galiyev, Doğu’nun sömürge durumundaki halklarını, Batı proletaryası gibi ezilen bir sınıf olarak tanımlamış ve onları kapitalizme karşı sosyalist mücadelenin doğal unsurları olarak görmüştür. Batı proletaryası nasıl burjuvazi tarafından sömürülüyorsa, Doğu halkları da emperyalist devletler tarafından sömürülmekteydi. Bu nedenle, Galiyev, Batılı proletaryanın mücadelesiyle Doğu’nun ezilen halklarının mücadelesini birbirine bağlamaya çalışmıştır.
Ancak onun bu yaklaşımı, Sovyetler Birliği’nin merkezî politikaları ile çelişmiştir. Sovyet yöneticileri, özellikle Stalin döneminde, sosyalizmi bir dünya devrimi olarak görmek yerine, “tek ülkede sosyalizm” politikasına yönelmişler ve milliyetçiliğe karşı sert bir tutum almışlardır. Oysa Galiyev, Doğu halklarının sosyalist mücadele içinde kendi kimliklerini ve bağımsızlıklarını koruyarak var olmaları gerektiğini savunuyordu.
Bu nedenle, onun Marksizm’i Doğu halklarının özgünlüklerini ve sömürgecilik karşıtı mücadeleyi öne çıkaran bir Marksizm’dir. Ancak bu fikirler Sovyet yönetimi tarafından bir tehdit olarak görülmüş ve Galiyev 1920’lerin sonunda tasfiye edilmiştir.
Galiyev’in Marks’tan Ayrışması
Sultan Galiyev’in sosyalist düşüncesi, klasik Marksist teoriden önemli farklılıklar gösterir ve Doğu halklarının özgün koşullarını merkeze alarak geliştirilmiş bir ideolojik çerçeve sunar. Onu Karl Marx’tan ayıran iki temel nokta bulunmaktadır. Birincisi, Marx’a göre sosyalist devrim, kapitalist üretim biçiminin gelişmiş olduğu sanayileşmiş Batı ülkelerinde, özellikle de İngiltere gibi güçlü burjuva toplumlarında gerçekleşecektir. Ona göre kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, proletaryanın bilinçlenmesini sağlayacak ve burjuvazi ile kaçınılmaz bir sınıf mücadelesi doğuracaktır. Ancak Galiyev, bu görüşe katılmamış ve sosyalizmin gerçek anlamda Batı’da değil, Doğu’da şekilleneceğini savunmuştur. Onun düşüncesine göre, Batı’nın sanayileşmiş toplumlarında işçi sınıfı, sistemin içine entegre edilerek burjuvazi ile bir nevi uzlaşmaya zorlanmıştır. Oysa Doğu halkları, sömürgeci baskı altında ezilen ve Batı emperyalizminin doğrudan mağduru olan toplumları oluşturuyordu. Bu nedenle Galiyev, sosyalizmin en güçlü zeminini Batı’daki sanayileşmiş proletarya değil, Doğu’daki ezilen halklar oluşturacaktır görüşünü benimsemiştir.
İkinci temel fark ise milliyetçilik konusundadır. Marks, proletaryanın evrensel çıkarlarını temel alarak milliyetçiliği tamamen reddetmiş ve sosyalist devrimin uluslara değil, sınıflara dayanması gerektiğini savunmuştur. Oysa Galiyev, sosyalizmin Doğu halkları için özgürleşme aracı olabilmesi için milliyetçi bir zemine oturması gerektiğini düşünmüştür. Ona göre, Batı emperyalizmi Doğu toplumlarını sadece ekonomik olarak değil, kültürel ve siyasal olarak da baskı altında tutmaktadır. Bu nedenle sosyalizm, Doğu’nun bağımsızlık mücadelesi ile iç içe geçmeli ve sömürgeciliğe karşı bir kurtuluş ideolojisi olarak şekillenmelidir. Galiyev, bu noktada sosyalizm ile milliyetçilik arasında teorik ve pratik bir yakınlaşma kurmuştur. Bu bağlamda, Marksizmi klasik Avrupa merkezli çerçevesinden çıkararak Doğu halklarının özgün koşullarına uyarlamış ve sosyalist düşünceyi yeni bir yöne taşımıştır.
Sultan Galiyev’in görüşleri, Batı merkezli sosyalist ideolojilere meydan okuyan ve ezilen halkların özgün mücadelesine vurgu yapan bir perspektif sunduğu için Sovyetler Birliği yönetimi tarafından tehlikeli bulunmuş ve 1920’lerden itibaren ciddi baskılarla karşılaşmıştır. Onun “Sosyalizmin Doğu Versiyonu” olarak adlandırılabilecek bu yaklaşımı, özellikle Lenin’in ölümünden sonra Stalin tarafından tehdit olarak görülmüş ve bu nedenle Galiyev tasfiye edilmiştir. Ancak onun fikirleri, 20. yüzyıl boyunca birçok anti-emperyalist ve ulusal kurtuluş hareketine ilham kaynağı olmuştur.
Yani Sultan Galiyev, Marksist dogmayı sorgulayan ve sosyalizmi Doğu’nun ezilen halkları için bir kurtuluş ideolojisine dönüştüren öncü düşünürlerden biridir. Onun görüşleri, klasik Marksizmin Batı merkezli yapısını eleştirerek, sosyalizmin farklı coğrafyalarda farklı şekillerde gelişebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu yönüyle, Galiyev, sadece teorik bir düşünür değil, aynı zamanda Doğu’daki sosyalist hareketler için bir lider ve ilham kaynağıdır.
Sultan Galiyev: Bir Devrimcinin Çilesi ve Sessiz Bir Ölüm
20. yüzyılın en sıra dışı devrimcilerinden olan Galiyev, sosyalizmi Batı’nın dayattığı kalıplara sığdırmadan, Doğu’nun mazlum halkları için bir kurtuluş reçetesi haline getirmeye çalıştı. Bolşevik Devrimi’nin en coşkulu günlerinde, Türk ve Müslüman halklarının özgürlüğünü sosyalizmle buluşturmayı hayal etti. Lenin’in vaat ettiği “halkların kaderini tayin hakkı”nın gerçekleşeceğine inanmıştı. Ancak devrim büyüdükçe, vaatler unutulmaya başlandı. Stalin’in yükselişiyle birlikte, devrimci hayallerin yerini baskı, şüphe ve ihanet aldı.
Galiyev, Stalin’in gözünde en tehlikeli insanlardan biriydi. Çünkü o sadece bir düşünür değil, bir örgütçüydü. Sömürgeci Rus emperyalizmine karşı duran Müslüman ve Türk aydınlarını etrafında toplamış, Sovyetler içindeki Doğulu halklara bir kimlik kazandırmaya çalışmıştı. Onun savunduğu “Milli Komünizm”, Moskova merkezli bir sosyalizme değil, yerel halkların kendi kaderini belirlemesine dayanıyordu. İşte bu, Stalin’in asla kabul edemeyeceği bir fikirdi.
Tutuklamalar ve İşkence Dönemi
Galiyev ilk kez 1923 yılında tutuklandı. Ona yöneltilen suçlama, Bolşevik Parti içindeki gizli toplantıları dışarıya sızdırmaktı. Ancak asıl mesele çok daha derindi. Stalin, Lenin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’ni demir yumrukla yönetmeye hazırlanıyordu ve Galiyev gibi düşünen insanların varlığı, bu yeni düzenin en büyük tehditlerinden biriydi. Bu yüzden Sultan Galiyev’in partiden uzaklaştırılması yetmedi; onu tamamen susturmak gerekiyordu.
İlk tutuklamasında ağır sorgulara maruz kaldı, ancak bir süre sonra serbest bırakıldı. Fakat özgür değildi. Artık gözetim altındaydı, her adımı izleniyordu. Onunla birlikte çalışan ya da onu destekleyen pek çok insan da Sovyet istihbaratı tarafından fişlenmeye başlamıştı. Stalin, onun tek başına değil, bir hareketin lideri olduğunu biliyordu.
Galiyev, bir süre sessiz kalmayı seçti ama mücadeleden asla vazgeçmedi. 1930’larda tekrar tutuklandı ve bu kez 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak hapiste geçen 4 yılın ardından aniden serbest bırakıldı. Bu, Stalin’in tipik bir taktiğiydi. Serbest bırakılan Galiyev’in kimlerle temas kuracağını, hala kime güvenebileceğini, kimlerin onun fikirlerini yaymaya devam ettiğini görmek istiyordu. Ama Sultan Galiyev için artık hayat bir kâbusa dönmüştü.
Yoksulluk ve Yalnızlık
Serbest kaldığında artık işsizdi. Sovyet sisteminde, “halk düşmanı” damgası yemiş biri olarak çalışması neredeyse imkânsızdı. Geçimini sağlamak için çeviri işleri yapmaya başladı, ama bu bile yeterli olmadı. Bir zamanlar Doğu’nun devrimci liderlerinden biri olan Galiyev, artık açlık sınırında yaşayan bir insana dönüşmüştü.
Sadece kendisi değil, ailesi de bu zulmün hedefindeydi. Karısı, “halk düşmanının eşi” olarak damgalandı ve toplumdan dışlandı. Oğlu Murat, okullardan atıldı, eğitim hakkı elinden alındı. Kızı Gülnar sürekli takip altındaydı. Bir zamanlar devrim için mücadele eden Galiyev, artık ailesiyle birlikte yokluğun ve çaresizliğin içine sürüklenmişti.
Son Tutuklama ve Ölüm
1937’de Stalin’in büyük tasfiye hareketi başladığında, Galiyev bir kez daha tutuklandı. Bu kez her şey çok daha acımasızdı. 1930’larda Stalin’in rejimini tehdit eden herkes birer birer ortadan kaldırılıyordu. Galiyev için de artık kaçış yoktu.
Sorguları haftalarca sürdü. Ağır işkencelere maruz kaldı. Ondan itiraf etmesi beklenen şey, kendisinin bir casus olduğu, Sovyetler Birliği’ni içeriden yıkmaya çalışan bir komplonun parçası olduğuydu. Ama Galiyev hiçbir zaman inançlarından vazgeçmedi. O, bir casus değil, devrim için mücadele eden bir insandı. Fakat Sovyet mahkemeleri için gerçeklerin bir önemi yoktu. Onun suçlu olup olmadığı değil, Stalin’in onu artık hayatta istememesi önemliydi.
Ve bir gün, 1940 yılında, Moskova’da karanlık bir bodrum katına götürüldü. Orada, ismi bile bilinmeyen binlerce insan gibi, bir duvarın önüne dikildi. Belki son anlarında ailesini düşündü. Belki devrim için mücadele ettiği günleri hatırladı. Belki de, ona ihanet eden yoldaşlarını. Bir emir verildi. Ve ardından silah sesleri duvarlarda yankılandı. Sultan Galiyev’in hayatı, bir kurşunla son buldu. O, devrim için savaştı ama devrim onu yok etmişti.
O gece hücresinde otururken cebindeki mektubu çıkardı. Karısı Fatma’nın yazdığı solgun kâğıda baktı. Parmağıyla satırları izlerken, bir gardiyanın ayak seslerini duydu. Kapının açılışı, soğuk havanın hücreye doluşu… Zorla ayağa kaldırıldığında mektup parmaklarının arasından kaydı. 28 Ocak 1940’ta, Moskova’da, karanlık bir mahzende, tek bir kurşunla vuruldu.
Cesedi nereye götürüldü, nereye gömüldü, kimse bilmiyor. Yıllar sonra, Sovyet arşivleri açıldığında, onun dosyasına “Yanlışlıkla öldürülmüştür” yazıldı. Ama bu yanlışlık, sadece bir adamın ölümü değildi. Bir ideali, bir halkın umudunu, bir milletin hafızasını da götürmüştü.
Bifort Hapishanesi’nin taş duvarları, o gece yankılanan son sesi hâlâ saklıyor olabilir mi? Belki de bir fısıltı hâlinde, “Fatma…” diye yankılanıyordur. Ama Galiyev’den geriye sadece solmuş bir mektup ve unutulmaya terk edilen bir tarih kaldı. Galiyev’in ölümüyle trajedi sona ermedi. Onun adını taşıyan herkes cezalandırılmaya devam etti. Karısı yıllarca sürgün hayatı yaşadı, hiçbir yerde kabul görmedi. Oğlu Murat ve kızı Gülnar, babalarının gölgesinde ömür boyu ezildiler. Sovyet sisteminde ilerlemeleri imkânsızdı, sürekli izleniyor ve baskı altında tutuluyorlardı.
Galiyev’in bir mezarı bile olmadı. Ailesine ne cenazesi verildi ne de nerede gömüldüğü söylendi. Ölümü bile bir sır olarak kaldı. Onun ismi, yıllarca yasaklı bir kelime gibi sadece fısıltılar arasında anıldı. Ama onu öldürenler, fikirlerini öldüremedi. Sultan Galiyev, bugün hâlâ ezilen halkların özgürlük mücadelesinde bir sembol olarak yaşıyor. O, sadece bir devrimci değil, ihanete uğramış bir idealdir. Ama en büyük trajedi, onun devrim tarafından yok edilmesi değil, geride açlık ve acı içinde bırakılan bir ailedir.
Tarihte bazen bir isim, bir mezar taşı bile olmadan unutulup gider. Ama bazı isimler, fısıltılar arasında bile yaşamaya devam eder. Sultan Galiyev, unutulmayı reddeden bir isimdir.
Galiyev’in sesi susturulmuştu ama sözleri yaşamaya devam etti. Çünkü o, yalnızca bir milliyetçi-devrimci değil, mazlum halkların özgürlüğüne adanmış bir fikir adamıydı.
Ve fikirlere, kurşun işlemezdi...