Giriş
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşanan ve Madımak Oteli’nin ateşe verilerek 35 insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan hadise, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve toplumsal tarihindeki en travmatik kırılma olaylarından biridir. Bu olay, yalnızca adli bir vaka ya da bir grup fanatiğin anlık taşkınlığı olarak ele alınamayacak kadar derin sosyo-politik köklere sahiptir. Siyaset Bilimi disiplini açısından Madımak olayı, küresel ölçekte incelenen siyasal şiddet, etno-dinsel çatışmalar ve demokratik gerileme süreçleri için aydınlatıcı bir vaka analizi niteliği taşır. Olayın önemi, çatışan kimlik hatlarının netliğinde, devletin eylemsizliğinin kayıtlı doğasında ve on yıllara yayılan tartışmalı hukuki ve siyasi sonuçlarında yatmaktadır.
Bu yazı, Sivas Madımak Olaylarının kökenlerini, gelişimini ve mirasını Siyaset Biliminin Kimlik Siyaseti ve Devlet-Toplum İlişkileri çerçevesinde kuramsal olarak açıklamayı amaçlamaktadır. Madımak Olaylarının, belirli bir siyasi söylemle keskinleştirilen kimlik temelli fay hatlarının, devletin hukukun üstünlüğünü uygulama kapasitesini veya siyasi iradesini felç etmiş olması bu yazının temel argümanını ortaya koymaktadır. Böylece kutuplaşmış bir toplumdaki seküler ve çoğulcu demokratik kurumların kırılganlığını ortaya çıkaran katastrofik (Felaketle sonuçlanan) bir toplumsal sözleşme başarısızlığı olmuştur. Bu çerçevede olay, biz ve onlar şeklindeki karşıt kimliklerin nasıl inşa edildiğini, bu kimliklerin nasıl şiddet üretecek şekilde mobilize edildiğini ve bu süreçte devletin rolünün ne olduğunu derinlemesine inceleme olanağı sunar.
1. Kimlik, Siyaset ve Devletin Rolü
Sivas’taki trajediyi anlamak için öncelikle onu mümkün kılan teorik dinamikleri öğrenmek gerekir.
Kimlik Siyaseti ve Antagonizmanın İnşası: Kimlik siyaseti, siyasal alanın temel aktörlerinin din, mezhep, etnisite veya kültür gibi paylaşılan kimlikler etrafında örgütlenen gruplar olduğunu varsayar. Siyaset, bu gruplar arasındaki tanınma, statü ve güç mücadelesidir. Chantal Mouffe gibi post-yapısalcı düşünürler, siyasal olanın özünde biz ve onlar arasında kurulan bir antagonizma (düşmanlık) ilişkisi olduğunu öne sürer. Sivas, bu teorinin somut bir örneğidir. “Sünni-muhafazakâr” kimlik, kendisini tehdit altında algıladığı bir “Alevi-laik-solcu” kimlik karşısında konumlandırmış ve siyasal rekabet, kısa sürede yok etmeyi amaçlayan bir antagonizmaya dönüşmüştür. Bu kimlikler doğal veya sabit değildir; medya, siyasi liderler ve kanaat önderleri tarafından toplumsal olarak inşa edilen kategorilerdir. Sivas’ta kurbanlar, kökü dışarıda, dinsiz, sapkın ve provokatör gibi söylemlerle insani özelliklerinden arındırılmış ve bir öteki olarak işaretlenmiştir. Bu, şiddeti faillerin gözünde meşru kılan kritik bir adımdır.
Devlet Kapasitesi ve Nüfuz Edilmiş Devlet: Max Weber’in klasik tanımıyla devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde meşru fiziksel şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran yapıdır. Devletin temel görevi, bu tekeli kullanarak toplumsal düzeni sağlamak ve tüm vatandaşlarının can güvenliğini ayrım yapmaksızın korumaktır. Sivas’ta yaşananlar, bu tekelin saatler boyunca çöktüğünü göstermiştir. Bu noktada Joel Migdal’ın nüfuz edilmiş devlet kavramsallaştırması aydınlatıcıdır. Bu kavrama göre, özellikle gelişmekte olan ülkelerde devlet kurumları otonom ve tarafsız değildir; toplumdaki güçlü sosyal gruplar (dini cemaatler, etnik gruplar, büyük aileler vb.) tarafından nüfuz edilmiştir. Bu nedenle devlet, yasaları herkese eşit uygulayamaz. Sivas’taki güvenlik güçlerinin ve mülki idarenin eylemsizliği, bu teorik çerçevede, devlet aygıtının korunması gerekenler ve göz yumulabilecekler arasında zımni bir ayrım yaptığı, yani egemen Sünni-muhafazakâr kimliğin baskısıyla nüfuz edilmiş bir davranış sergilediği şeklinde okunabilir.
2. Vaka Analizi: Kimliklerin Çatışması ve Devletin Eylemsizliği
Teorik çerçeveyi Sivas’ın somut koşullarına uyguladığımızda, trajedinin katmanları daha net ortaya çıkar.
Öteki’nin Tarihsel ve Konjonktürel İnşası: Sivas’taki ötekileştirme 1993’te başlamamıştır. Alevi kimliği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide merkez tarafından sürekli olarak şüpheyle yaklaşılan ve sistematik olarak marjinalleştirilen bir kimlik olmuştur. 1993’teki Pir Sultan Abdal Şenlikleri, bu tarihsel olarak bastırılmış kimliğin kamusal alanda kendini ifade etme girişimiydi. Bu girişim, 1990’ların yükselen siyasal İslamcı atmosferinde, yerel medya tarafından provokasyon olarak etiketlendi. Aziz Nesin’in Salman Rüşdi’nin kitabını yayımlaması, bu tarihsel ve konjonktürel ötekileştirmeyi bir araya getiren, kitleleri mobilize etmek için kullanılan mükemmel bir bahane oldu. Yerel gazetelerin Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar gibi başlıkları, olayı bir kültür-sanat etkinliği olmaktan çıkarıp bir inanç savaşı söylemine hapsetti.
Mobilizasyon ve Şiddetin Meşrulaştırılması: Cuma namazı, İslam toplumlarında sadece bir ibadet anı değil, aynı zamanda cemaatin bir araya geldiği ve siyasi-toplumsal mesajların verilebildiği güçlü bir sosyal platformdur. Sivas’ta cami çıkışında başlayan yürüyüş, bu platformun bir kimlik grubunu mobilize etme gücünü göstermiştir. Kalabalığın Sivas Aziz’e mezar olacak sloganı, hedefin artık soyut bir fikir değil, somut bir kişi ve onun temsil ettiği grup olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu noktada şiddet, kutsalı koruma ve kimliği savunma adına ahlaki bir görev olarak yeniden çerçevelenmiştir.
Devletin Çok Katmanlı Başarısızlığı: Devletin Sivas’taki başarısızlığı tek boyutlu değildir.
- İstihbarat Başarısızlığı: Şehirdeki haftalardır süren gerilim ve yerel medyadaki kışkırtıcı yayınlara rağmen, bu ölçekte bir şiddet potansiyelinin öngörülememesi veya ciddiye alınmaması, bir istihbarat zafiyetine işaret eder.
- Operasyonel Başarısızlık: Güvenlik güçlerinin sayıca yetersizliği bir yana, mevcut güçlerin kalabalığı kuşatmanın ilk saatlerinde dağıtmak yerine pasif bir bekleyişe geçmesi, temel kriz yönetimi ve toplumsal olaylara müdahale protokollerinin uygulanmadığını göstermektedir.
- Siyasal Başarısızlık: En kritik halka budur. Dönemin mülki ve siyasi yetkililerinin, kararlı bir müdahalenin yaratacağı siyasi maliyetten (büyük ve tepkili bir muhafazakâr kitleyi karşıya almak) çekindikleri iddia edilmektedir. Bu durum, liberal demokrasinin temel bir ikilemini ortaya koyar; Devlet, çoğunluğun rızasına mı (demokratik ilke) yoksa azınlıkların haklarının korunmasına mı (liberal ilke) öncelik verecektir? Sivas’ta devlet, liberal ilkeyi korumakta başarısız olmuştur.
3. Sonuç ve Miras: Adalet, Hafıza ve Kapanmayan Yara
Sivas Hadisesi’nin sonrası, en az olayın kendisi kadar politiktir. Aslında bu durum kimlik siyasetinin uzun vadedeki etkilerini gösterir. Yıllar süren ve tatmin edici bir mahkumiyetle sonuçlanmayan dava süreci, özellikle ana faillerden bazılarının davasının 2012’de zaman aşımı gerekçesiyle düşürülmesi, hukukun siyasi bir mücadele alanına dönüştüğünü göstermiştir. Bu karar, Alevi toplumu ve laik kesimler nezdinde, devletin adaleti kendinden olanlar için işlettiği yönündeki güvensizliği perçinlemiştir.
Madımak Oteli’nin akıbeti üzerine yürütülen tartışma (ticarethane mi, Utanç Müzesi mi, yoksa Bilim ve Kültür Merkezi mi?), tam bir hafıza siyaseti örneğidir. Bu, Sivas’ı nasıl hatırlayacağız? sorusu etrafında şekillenen bir ulusal kimlik mücadelesidir. Otelin Utanç Müzesi olması talebi, devletin ve toplumun bu kolektif suçla yüzleşmesini ve ulusal anlatıya bu karanlık bölümü dahil etmesini amaçlarken; Bilim ve Kültür Merkezi gibi daha nötr bir formül, olayın travmatik özünü yumuşatma ve normalleştirme çabası olarak okunmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Sivas Madımak Hadisesi, Siyaset Bilimi kuramları penceresinden bakıldığında, Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme sürecindeki en derin yapısal sorunların bir araya gelerek patladığı bir olay olmuştur. Olay, keskinleşmiş kimlik siyasetinin, nefret söylemiyle birleştiğinde ne denli ölümcül olabileceğini; devletin ise otonomisini, tarafsızlığını ve kapasitesini yitirdiğinde toplumsal bir felakete nasıl zemin hazırlayabileceğini kanıtlamıştır. Sivas’ın mirası, sadece yitirilen canların acısı değil, aynı zamanda Türkiye’de adalet, vatandaşlık, laiklik ve çoğulculuk gibi temel kavramların hala ne kadar kırılgan olduğunu ve bu kavramların korunmasının, her şeyden önce tarafsız ve işleyen bir devlet aygıtının varlığına bağlı olduğunu gösteren kalıcı ve uyarıcı bir derstir. Bu nedenle Sivas, sadece bir tarihsel olay değil, bugünün siyasi dinamiklerini anlamak için de başvurulması gereken temel bir referans noktasıdır.