Sönmüş Devrimci Ocak: Sultan Galiyev’in Marksizme Asyatik Katkısı

By Zekai ÖZDEMİR

Sönmüş Devrimci Ocak: Sultan Galiyev’in Marksizme Asyatik Katkısı

By: Zekai ÖZDEMİR

Özet

1- Giriş: Devrim Meşalesi El Değiştiriyor

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Marksist düşünce, devrimci enerjisini büyük ölçüde Avrupa işçi sınıfına bağlamıştı. Karl Marks ve Friedrich Engels’in öngörülerine göre devrimler en gelişmiş kapitalist ülkelerde patlak verecek, bu ülkelerden tüm dünyaya yayılacaktı. Ancak I. Dünya Savaşı’nın ardından beklenen Avrupa devrimleri gerçekleşmedi; Almanya, Macaristan ve İtalya’daki girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Tam bu dönemde Sovyetler Birliği içinde bir düşünür, bu tarihsel hayal kırıklığını yeni bir teorik yaklaşıma dönüştürüyordu: Sultan Galiyev.

20.yüzyıl başlarında Avrupa, sosyalist devrimlerin teorik ve pratik öncüsü konumundaydı. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında kıta, derin bir siyasal ve ekonomik bunalıma sürüklendi; işçi sınıfı devrimleri ya bastırıldı ya da başarısız oldu. Bu çöküş, bazı düşünürler için Avrupa’nın devrimci dinamizminin tükendiği, yani “sönmüş bir devrimci ocak” hâline geldiği anlamına geliyordu. Bu fikir, Sovyetler Birliği içinde bir Türk-Müslüman aydın olan Sultan Galiyev tarafından radikal bir biçimde yeniden formüle edildi.

Bu tıkanmış tabloda, devrimci enerjinin yeni bir coğrafyaya taşınması gerekliliği ortaya çıkıyordu. Sultan Galiyev, bu gerekliliği önceden gören nadir teorisyenlerden biri olarak, devrim meşalesinin Avrupa’dan Asya’ya taşınması gerektiğini ileri sürmüştü.

Galiyev’e göre, devrimci enerjinin yeni merkezi artık Batı değil, sömürgeleştirilmiş Doğu’dur. O, Marksizm’i Batı-merkezci ve evrensellik iddiasındaki sınırlarından kurtararak, sömürge halkların özgün tarihsel koşullarına dayanan yerli ve anti-emperyalist bir sosyalist teori kurmaya çalıştı. Bu makalede, Galiyev’in Marksizm’e yaptığı bu özgün katkı tarihsel, toplumsal ve teorik düzeyde incelenecektir.

2- Sultan Galiyev: Hayatı ve Fikri Yönü

Sultan Galiyev, 1892 yılında Kazan’da (Volga Tatarları bölgesinde) doğmuş, çocukluğunda hem İslami öğretileri hem de Rus aydınlanmacı düşüncelerini bir arada öğrenmiş bir entelektüeldi. Geleneksel İslami eğitim aldıktan sonra modern pedagojiye yönelmiş ve Rusça öğrenmişti. Erken yaşlardan itibaren devrimci hareketlere katılmaya başlamış ve 1917 Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği’nde önemli bir konum elde etmiştir.

Galiyev, özellikle Müslüman halkların devrimdeki yeri üzerine yoğunlaşarak, Bolşevik yanlısı Müslüman Sosyalist Komünist hareketinin öncülerinden biri haline gelmiştir. 1918’de kurulan Müslüman Komünist Teşkilatı ve Doğu Halkları Komünist Üniversitesi gibi girişimlerle Bolşevik çizgiyi Asya ve İslam halklarına taşımayı amaçlamıştır. Ancak kısa süre sonra, Sovyet hükümetinin Rus merkezli yapısının, devrimci ideallerle çeliştiğini fark etmiş ve bu noktada teorik bir ayrışma yaşanmıştır.

Galiyev, Bolşeviklerin savunduğu enternasyonalizmin, pratikte Rus ulusal çıkarlarının bir aracı haline geldiğini savunarak, Doğu halklarının kendi devrimci yolunu çizmesi gerektiğine inanmıştır. Bu düşünceler, onun Sovyet Marksizm’inin Rus merkezli yaklaşımına karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirmesine yol açmıştır. Bu yüzden, kısa sürede “pan-Türkist”, “milliyetçi” ve “ayrılıkçı” suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış ve Sovyet rejimi tarafından dışlanmıştır.

1923’te tutuklanan Galiyev, birkaç kez serbest bırakıldıktan sonra, nihayetinde 1940’ta Stalin’in yükselişiyle birlikte tekrar tutuklanmış ve idam edilmiştir. Sultan Galiyev’in düşünceleri, Sovyetler Birliği’nde büyük bir etki yaratmış, ancak onun devrimci bakış açısı ve özellikle Doğu halklarının özerklik ve özgürlük arayışına yönelik görüşleri, resmi Sovyet çizgisiyle uyumsuz hale gelmiştir.

3- Sönmüş Devrimci Ocak: Avrupa’nın Tükenişi

Galiyev’e göre Avrupa, ekonomik ve teknolojik ilerlemesine rağmen devrimci olarak “yaşlanmıştı.” Sanayi proletaryası, sosyalist devrim için beklenen öncülüğü üstlenmekten kaçınıyordu. Üstelik Avrupa işçi sınıfı, kendi sömürgeci burjuvazisine karşı değil, çoğu zaman onunla birlikte sömürge halklara karşı birleşmekteydi.

Bu durum Galiyev’i şu kanaate götürdü: “Devrim meşalesi Batı’dan Doğu’ya taşınmalıdır.” Avrupa’nın sönmüş devrimci ocağının küllerinden yeni bir kıvılcım çıkmayacaksa, bu kıvılcımı taşıyacak olanlar, Asya ve Afrika’nın yoksul halklarıdır.

Galiyev’e göre, Avrupa devrimci enerjisini kaybetmişti. Emperyalist savaşlar, sömürgecilik ve işçi sınıfının burjuvaziyle uzlaşması, Avrupa’yı artık devrim için uygun bir zemin olmaktan çıkarmıştı. Avrupa işçi sınıfı, devrimci önderlik misyonunu yitirmişti; artık sömürülen Doğu halkları bu görevi üstlenmeliydi. Bu nedenle Avrupa, bir zamanlar Marx’ın hayal ettiği devrimci “ocak” olma niteliğini yitirmişti. Galiyev bu durumu şu ifadeyle dile getirir:

“Devrim meşalesi sönmüş bir ocaktan, hâlâ yanmakta olan başka bir coğrafyaya aktarılmalıdır.” Başka bir ifadeyle “Avrupa, devrimci meşaleyi sönmüş bir ocakta unutmuşken, bu meşaleyi yeniden yakanlar Asya’nın yoksul halkları olacaktır.”

Bu söylemle, Galiyev Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki halkları yeni devrimci özne olarak konumlandırdı. Ona göre, emperyalizmin esas yükünü çeken bu halklar, yalnızca kendi ulusal kurtuluşları için değil, dünya devrimi için de belirleyici olacaktı.

Galiyev’e göre Avrupa işçi sınıfı, devrimci niteliğini emperyalist sömürüden elde edilen payla kaybetmişti. Emperyalist merkezlerdeki proletarya, devrimci bir sınıf olmaktan çıkmış, burjuvaziyle uzlaşıya girmiş ve mevcut düzeni yeniden üreten bir yapıya dönüşmüştü.

4- Asyatik Komünizm ve Sömürge Halkların Rolü

Galiyev’in görüşleri klasik Marksizm’e radikal bir katkı sağlar. Ona göre, şu temel ilkeler çerçevesinde yeni bir Marksizm yorumu geliştirilmelidir:

  • Sınıf + Millet + Sömürge Durumu: Sınıf sömürüsü tek başına yeterli bir analiz değildir; sömürge halklar çifte sömürüye (ekonomik ve etnik) uğramaktadır.
  • Emperyalizm sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir şiddettir.
  • Yeni devrimci özne: Doğu’nun sefalet içindeki köylüleri ve ezilen halkları.

Daha açık bir anlatımla; Galiyev, Marksizm’in Avrupa merkezli bakış açısını eleştiren ilk Marksistlerden biridir. Onun yaklaşımı şu üç temel noktada özetlenebilir:

  • Sınıfla birlikte millet de ezilir: Galiyev’e göre, sömürge halklar sadece sınıfsal değil, aynı zamanda etnik ve kültürel olarak da ezilen topluluklardır.
  • Sömürgecilik bir üst sömürü biçimidir: Emperyalizmin ekonomik sömürüsü, aynı zamanda kültürel ve dilsel asimilasyonu da içerir.
  • Doğu halkları tarihsel bir rol üstlenmelidir: Galiyev, Asya’nın yoksul köylülerinin, devrimci liderlik görevini üstlenebilecek potansiyele sahip olduğunu düşünür.

Bu anlayış, daha sonra Mao Zedong’un köylülüğü merkez alan stratejilerine, Cezayir devrimcilerinin sömürge karşıtı sosyalizmine ve Latin Amerika’daki kurtuluş teolojilerine ilham kaynağı olmuştur. Bu görüşler, daha sonra Üçüncü Dünya sosyalizmlerinin (örneğin Çin’de Maoizm, Vietnam, Küba devrimleri) teorik zemininde etkili olacak unsurları da önceler.

5- Toplumsal Arka Plan: Tatarlar, Müslümanlar ve Sömürge Gerçeği

Galiyev’in fikirleri, yalnızca teorik değil, aynı zamanda yaşadığı toplumsal ortamın bir ürünüdür. Volga Tatarları, yüzyıllar boyunca hem Çarlık hem de Sovyet iktidarı altında ezilmiş bir halktı. Bu tarihsel bağlam, Galiyev’in Marksizm’i ulusal ve kültürel bağlamlarla birleştiren yaklaşımını belirlemiştir.

Galiyev’in düşüncesi, yaşadığı coğrafyanın sosyal ve siyasal gerçeklerinden beslenir. Volga Tatarları, Rus Çarlığı döneminden itibaren baskıya uğramış bir Müslüman halktır. Bolşevik Devrimi, başlangıçta eşitlik vadetse de, kısa sürede Rus olmayan halklar üzerinde baskıcı bir merkeziyetçiliğe dönüşmüştür. Galiyev, bu durumu fark ederek Müslüman halkların, özellikle Türk ve Tatar topluluklarının devrimdeki yerini teorileştirmiştir.

6- Marksizme Katkısı: Enternasyonalizmin Yeniden Yorumlanması

Sultan Galiyev’in Marksizm’e yaptığı en önemli katkı, enternasyonalizmi homojen bir işçi sınıfı ütopyası olarak değil, halkların tarihsel ve kültürel özgünlükleriyle birlikte yorumlama çabasıdır. Ona göre, proletarya evrensel olabilir, ancak her halkın devrimci biçimi farklıdır. Komünist devrim, sadece ekonomik değil, aynı zamanda anti-emperyalist bir ulusal özgürlük mücadelesi olmalıdır. İkili devrim fikri: Hem sınıf sömürüsüne hem de ulusal/etnik baskıya karşı mücadele verilmelidir.

Bu yönleriyle Galiyev, Batılı solun çoğu zaman görmezden geldiği kültürel ve ulusal çeşitliliği Marksist teoriye dahil etmiştir. Galiyev, enternasyonalizmi tek tip bir işçi kimliği üzerinden tanımlamaya karşı çıkmış, halkların tarihsel, dilsel ve düşünsel çeşitliliğini kabul eden çoğulcu bir enternasyonalizm önermiştir. Ona göre:

  • Her halkın devrimsel ifadesi farklı olabilir.
  • Sömürge halkların özgürlüğü, sadece iktisadi değil, kültürel bağımsızlık ile mümkün olur.

Bu anlamda Galiyev, hem ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmuş, hem de bu hakkın sosyalizmle çelişmediğini, aksine devrimin ruhunu güçlendirdiğini vurgulamıştır.

7- Marksizme Katkısı: Enternasyonalizmin Çoğulcu Yorumu

Galiyev, enternasyonalizmi tek tip bir işçi kimliği üzerinden tanımlayan klasik Marksist anlayışı eleştirmiştir. Ona göre, evrensel bir devrimci mücadele yalnızca sınıf temelli değil, aynı zamanda kültürel, ulusal ve sömürgecilik karşıtı boyutları da içermelidir. Bu bağlamda Galiyev, proletaryanın evrenselliğinin Avrupa işçi sınıfıyla sınırlı tutulamayacağını, dünyanın dört bir yanındaki ezilen halkların da bu devrimci özneye dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Onun yaklaşımı, daha sonra Üçüncü Dünya Marksizmi olarak anılacak düşünce akımlarına öncülük etmiştir. Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar birçok entelektüel ve devrimci, Galiyev’in düşüncelerini doğrudan ya da dolaylı biçimde benimseyerek, Marksist teoriyi kendi coğrafi ve kültürel bağlamlarında yeniden yorumlamışlardır.

8- Sömürge Halkların Devrimci Potansiyeli

Galiyev, klasik Marksizmin merkezinde yer alan proletarya diktatörlüğü kavramını, ezilen ulusların tarihsel deneyimleriyle yeniden yorumladı. Sanayi proletaryası yerine, sömürge halkların köylü ve küçük üretici sınıflarınıpotansiyel devrimci özne olarak konumlandırdı.

Ona göre, Asya ve Afrika’daki halklar, yalnızca sınıfsal olarak değil, aynı zamanda ulusal ve kültürel olarak da ezilmekteydi. Bu nedenle onların mücadelesi yalnızca kapitalizme karşı değil, aynı zamanda emperyalizme, ulusal baskıya ve kültürel yok oluşa karşı çok boyutlu bir mücadeleydi. Bu yaklaşım, ileride gelişecek olan Üçüncü Dünya sosyalizmleri için teorik bir temel oluşturdu.

9- Sovyet Sosyalizmine Eleştiri: İç Emperyalizm ve Rus Merkezcilik

Lenin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği, Stalin’in liderliğinde giderek daha merkeziyetçi bir yapıya büründü. “Sovyet halkı” kavramı etrafında farklı etnik ve kültürel gruplar, tek tip bir Sovyet kimliğine indirgenmeye çalışıldı. Galiyev, bu gidişatı “iç emperyalizm” olarak nitelendirdi.

Stalin’in izlediği politika, eski Rus Çarlığı’nın baskıcı yapısının sosyalist bir kılıf altında yeniden üretimi anlamına geliyordu. Galiyev, bu süreci Bolşevik hareketin enternasyonalizm iddiasıyla çelişen bir Batı tipi tahakküm sistemi olarak gördü.

10- Kültürel Özbenlik ve Sosyalizm

Galiyev için devrim yalnızca ekonomik yapının dönüşümünden ibaret değildi. Aynı zamanda kültürel ve ahlaki bir dönüşüm anlamına gelmeliydi. Bu nedenle, İslam dünyasının halkları için sosyalist dönüşüm Batı’nın sekülerleşme modelini kopyalayarak değil, İslam’ın ahlaki değerlerini içerecek bir biçimde gerçekleşmeliydi.

Bu düşünce, İslam coğrafyasında ileride gelişecek olan İslami sosyalizm akımlarına da öncülük etmiştir. Galiyev, yerli kültürel formları devrimci bir araç olarak gören erken dönem bir post kolonyal Marksist olarak değerlendirilebilir.

11- Galiyev’in Düşüncesinde Sömürgecilik ve Ulusal Kurtuluş İlişkisi

Sultan Galiyev’in Marksizm’e yaptığı özgün katkıların başında, sömürgecilik ile sınıf sömürüsü arasındaki yapısal bağı ortaya koyması gelir. Ona göre kapitalizmin evrensel sömürü biçimi yalnızca sınıf temelli değil, aynı zamanda uluslararası ölçekte işleyen bir “ırksal-emperyalist sistemdir.” Bu sistemde, Batı’nın sanayileşmiş merkezleri sermaye birikimini, Asya ve Afrika’nın sömürgeleştirilmiş halkları üzerinde kurmaktadır.

Bu tespit, Galiyev’in “sömürge sosyalizmi” olarak adlandırılabilecek bir perspektife ulaşmasına neden olmuştur. Bu perspektif, proletarya diktatörlüğünün yalnızca sanayileşmiş işçi sınıfı eliyle değil, aynı zamanda köylü karakterli ve sömürge geçmişine sahip halkların öncülüğünde de kurulabileceğini savunur. Yani Galiyev’in sosyalizmi, Batı’nın işçi sınıfı merkezli modeline karşılık, ezilen ulusların çok daha karmaşık bir sosyal kurtuluş mücadelesini içermektedir.

12- Sovyet Enternasyonalizmine Eleştiri: Merkez-Çevre Gerilimi

Sovyetler Birliği’nin Lenin sonrası dönemde izlediği merkezileştirici politikalar, Galiyev’in düşüncesiyle taban tabana zıttır. Stalin’in milliyetler politikasında görülen Rus merkezli kültürel hegemonya, “enternasyonalizm” adı altında etnik çeşitliliği bastırmıştır. Bu durum Galiyev’e göre, Sovyetler’in emperyalist devletlerden farkı olmayan bir yapıya evrilmesine neden olmuştur.

Galiyev’in teorisinde Sovyetler Birliği, çevredeki Müslüman halklara karşı uyguladığı baskıcı politikalarla, “proleter enternasyonalizmi” kılıfı altında kendi iç sömürgeciliğini yürütmektedir. Özellikle Orta Asya, Tataristan, Başkurdistan ve Kafkasya gibi bölgelerde görülen Ruslaştırma ve kültürel asimilasyon politikaları, Galiyev’in teorisinin haklılığını tarihsel olarak kanıtlamıştır.

13- Asya Merkezli Sosyalizm: Kültürel Özbenlik ve Modernleşme

Galiyev, yalnızca ekonomik adaleti değil, aynı zamanda kültürel özbenliği de savunur. Ona göre sosyalizm, Batı’nın sekülerleşmiş modernleşme kalıplarını taklit ederek değil, yerel kültürlerin ruhunu taşıyan bir dönüşüm projesi olarak inşa edilmelidir. Bu nedenle İslam kültürüne sahip halkların sosyalistleşme süreci, Batılı laiklik modellerini birebir kopyalamak yerine, kendi dini, etik ve toplumsal gelenekleriyle barışık bir şekilde ilerlemelidir.

Bu görüş, günümüzde İslami sosyalizm ya da “ahlaki sosyalizm” gibi alternatif yaklaşımlar için de önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Galiyev’in bu yönü, onu hem seküler hem de dini referanslı toplumsal dönüşüm projeleri arasında köprü kurabilen bir entelektüel haline getirir.

14-Galiyev’in Ardılları: Üçüncü Dünya Sosyalizmleri

Sultan Galiyev’in doğrudan takipçisi olan büyük bir ideolojik hareket oluşmasa da, onun düşüncelerinin yankıları 20. yüzyılın ikinci yarısında Üçüncü Dünya devrimlerinde dolaylı biçimde hissedilmiştir.

  • Frantz Fanon, Galiyev’in “sömürge halkların öncülüğü” fikrine benzer şekilde, devrimin itici gücünün Batı’daki işçi sınıfı değil, sömürgelerdeki yoksul köylü kitleleri olduğunu ileri sürmüştür.
  • Mao Zedong, Çin devriminde köylülüğün merkezi rolünü teorize ederek, Batı Marksizmine karşı alternatif bir devrim modeli geliştirmiştir.
  • Ali Şeriati, İslami ve sosyalist öğeleri birleştirerek tıpkı Galiyev gibi yerli kültürle sosyalist dönüşüm arasında bir sentez kurmaya çalışmıştır.
  • Latin Amerika’da José Carlos Mariátegui, Peru halkının tarihsel ve kültürel bağlamını Marksist teoriyle sentezlemeye çalışmıştır.

Bu örnekler, Galiyev’in düşüncelerinin zaman içinde yeniden üretildiğini ve dönüştüğünü gösterir.

15- Sistemden Dışlanışı ve Tasfiyesi

Galiyev’in fikirleri, özellikle Lenin’in ölümünden sonra iktidarı sağlamlaştıran Stalin için kabul edilemezdi. Stalin’in tek uluslu bir Sovyet kimliği inşa etmeye yönelmesi, Galiyev’in çok kültürlü ve çok milletli sosyalizm anlayışıyla taban tabana zıttı. Bu nedenle Galiyev, önce partiden uzaklaştırıldı, ardından 1923’te tutuklandı. Daha sonra serbest bırakıldıysa da sürekli gözetim altında tutuldu. 1930’larda Stalinist tasfiyeler sırasında defalarca tutuklandı ve sonunda 1940 yılında, Sovyet gizli servisi NKVD tarafından idam edildi.

Bu tasfiye, yalnızca bir insanın değil, aynı zamanda Asyalı halkların sosyalist özne olma iddiasının da bastırılması anlamına geliyordu. Galiyev’in fikirleri Sovyet tarihinde uzun süre tabu olarak kaldı.

16-Galiyev Düşüncesinin Bugünkü Anlamı; Yeniden Keşif ve Post-kolonyal Yorumlar

Günümüzde post-kolonyal teoriler ve Üçüncü Dünya sosyalizmleri açısından bakıldığında, Sultan Galiyev’in fikirleri öncü ve özgün bir nitelik taşımaktadır. Avrupa merkezli sosyalist düşüncenin sınırlılıklarına işaret eden Galiyev, bugün hâlâ küresel eşitsizlikleri tartışan birçok sosyal teorisyenin referans noktası olmaktadır.

Her ne kadar Stalin döneminde “sapkın milliyetçi” olarak damgalanarak siyasetten dışlansa da, Galiyev’in şu temel varsayımı, bugün de geçerliliğini korumaktadır:

“Devrim artık sadece Avrupa’nın değil, sömürülen halkların vicdanına ve direncine emanet edilmiştir.”

Sultan Galiyev’in düşünceleri, Sovyet resmi ideolojisi tarafından sapkın milliyetçilik olarak damgalansa da, post-kolonyal düşüncenin öncü habercileri arasında sayılabilir. Şu anda dünyada yeniden tartışılan meseleler — küresel güneyin yükselişi, sömürgecilik karşıtı tarih yazımı, yerli halkların hakları — Galiyev’in yüzyıl önce ortaya koyduğu görüşlerin yankılarıdır.

Bugün Galiyev’i anlamak, devrimi Batı merkezli kalıplardan çıkartmak, sömürülen halkların öznesi olduğu çoğulcu bir tarih yazmak anlamına gelir. Ve belki de bu, sönmüş ocaktan kalan son kıvılcımın yeniden devrim ateşine dönüşmesini sağlayabilir.

Bugün, Galiyev’in fikirleri yalnızca tarihsel bir merak konusu değildir. Kapitalizmin merkez-periferi ilişkileri, kültürel hegemonya, yerli halkların hak mücadelesi ve emperyalizmin yeni biçimleri gibi konular, 21. yüzyılın politik gündeminde hâlâ canlıdır.

Post-kolonyal teoriler, sömürge sonrası kimlik, kültürel direniş ve alternatif modernlikler gibi kavramlarla Galiyev’in mirasını yeniden keşfetmektedir. Onun çok katmanlı sosyalizm anlayışı, hem adaleti hem kültürel özerkliği içeren çoğulcu bir devrim modelidir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Galiyev’in düşünceleri, özellikle post-kolonyal teorinin yükselişiyle birlikte yeniden ilgi görmeye başlamıştır. Edward Said, Frantz Fanon ve Homi Bhabha gibi düşünürlerin Batı merkezli bilgi sistemlerini eleştiren yaklaşımları, Galiyev’in erken dönemde bu meseleleri Marksist bir perspektifle gündeme taşıdığını göstermektedir.

Bugün Galiyev’in teorileri, yalnızca tarihsel bir ilginin konusu değil, aynı zamanda küresel güneydeki yeni toplumsal hareketler için ilham kaynağıdır. Özellikle emperyalizmin kültürel biçimlerine karşı çıkan hareketler, Galiyev’in “sömürge sosyalizmi” fikrini yeniden canlandırmaktadır.

21. yüzyılın krizlerle dolu dünyasında Galiyev’in fikirleri hâlâ günceldir. Kapitalizmin küresel eşitsizlikleri derinleştirdiği, kültürel asimilasyonun dijital çağda yeni biçimler aldığı, ulus-devletlerin çözüldüğü bir dönemde, Galiyev’in çok katmanlı sosyalizm anlayışı, yeni bir küresel adalet arayışına ilham verebilir.

Özellikle Batı dışı halkların kendi toplumsal dönüşüm modellerini yaratmak istemeleri, Galiyev’in kültürel çoğulcu ve anti-emperyalist sosyalizm fikrine güçlü bir geri dönüş sağlayabilir. Onun düşüncesi, yalnızca bir eleştiri değil, aynı zamanda umut veren bir kurucu projedir.

17- Sonuç: Yanan ve Yeniden Yanan Bir Ocak; Küllerden Yükselen Kıvılcım

Sultan Galiyev’in devrimci hayali, Avrupa’nın sönmüş devrimci ocağının külleri arasından değil, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın yanan yoksul yüreklerinden doğan yeni bir sosyalist ufukta şekillendi. Onun katkısı, Marksizm’i tarihsel olarak donduran kalıpların dışına çıkararak, yerel tarihleri ve kültürleri merkeze alan bir enternasyonalizmin mümkün olduğunu göstermiştir.

Bu nedenle Galiyev yalnızca erken Sovyet tarihinin unutulmuş bir figürü değil, aynı zamanda günümüz dünyasında adalet, eşitlik ve halkların özgürlüğü için verilen mücadelenin öncü ruhlarından biridir. Sönmüş gibi görünen devrimci ocak, onun fikirlerinde yeniden alevlenmiştir.

 “Sönmüş bir devrimci ocak” olarak betimlenen Avrupa merkezli sosyalist ütopya, Sultan Galiyev’in gözünde artık halkların kurtuluşuna öncülük edemezdi. Bu nedenle, o devrim meşalesini Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın yoksul köylü yığınlarına teslim etti. Bugün bu fikir, sadece geçmişin bir anısı değil, aynı zamanda geleceğin devrimci yollarına ışık tutan bir kıvılcımdır.

Galiyev’in bize bıraktığı en önemli miras, adaleti hem sınıfsal hem de kültürel düzlemde arayan, çoğulcu, anti-emperyalist ve yerli bir sosyalizmin mümkün olduğudur.

Sultan Galiyev, “sönmüş devrimci ocak” olarak gördüğü Avrupa’nın yerine, Doğu halklarının özgün tarihsel ve kültürel birikiminden çıkan devrimci potansiyeli savundu. Onun Marksizm anlayışı, Batı’nın sınırlayıcı evrenselciliğine karşı yerli, çoğulcu ve anti-emperyalist bir enternasyonalizm projesidir.

Bugün Asya, Afrika ve Latin Amerika’da süren adalet arayışlarında Galiyev’in düşüncesi yeniden yankılanıyor. Onun hayatı ve fikirleri, devrim meşalesinin yalnızca Avrupa’nın aydınlık kentlerinde değil, dünyanın yoksul köylerinde, unutulmuş halklarında da yanabileceğini gösteriyor.

Yorum yapın