Günümüzde Karl Marx’ın burjuva ve işçi arasında yaptığı sınıfsal ayrımın bulanıklaştığını savunan birçok düşünce bulunmaktadır. Bu görüşler, özellikle post-endüstriyel toplumların, bilgi ekonomisinin ve küreselleşmenin geleneksel sınıf yapılarını dönüştürdüğü argümanına dayanır. Sınıf mücadelesi 20. yüzyılda direniş hattının bel kemiğini oluşturduğundan, günümüz toplumsal mücadele biçimleri için önerilerde de benzer şekilde netliğin kaybına vurgu yapılmaktadır.
Daniel Bell, post-endüstriyel toplum kavramını ortaya atarak, sanayi sonrası toplumlarda bilgi, teknoloji ve hizmet sektörünün öne çıktığını, bu durumun geleneksel işçi ve burjuvazi ayrımını bulanıklaştırdığını savunmaktadır. Toplumsal mücadele için ise bir çeşit teknokrasi önermektedir.
Benzer şekilde, Alvin Toffler da endüstriyel toplumun hiyerarşik yapılarının çöktüğünü ve esnek, ağ tabanlı örgütlenmelerin yükselişte olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla, sendikal mücadelelerin yerini hacktivizm ya da açık kaynak toplulukları almalıdır.
Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe gibi post-marksistler de sınıfın artık toplumsal mücadelenin tek merkezi olmadığını, kimlik politikaları ve çoklu mücadele alanlarının öne çıktığını savunurlar. Onlara göre, toplumsal antagonizmalar (örneğin feminist, ekolojik, ırkçılık karşıtı hareketler) “çoklu” ve eşit önemdedir. Ortaya attıkları “radikal demokrasi” kavramı bu çoklu mücadelelerin demokratik bir şekilde eklemlenmesini hedefler.
Yine post-marksist düşünürlerden olan Michael Hardt ve Antonio Negri küresel kapitalizmde sınıfsal mücadelenin artık ulus-devlet sınırlarını aştığını ve “çokluk” (multitude) adını verdikleri işçiler, göçmenler, feministler, çevreciler gibi heterojen ama ortak bir düşmana (kapitalizme) karşı direnen kolektif özneyi tanımlarlar. Çokluğun toplumsal mücadele yöntemi ise “kaçış (exodus)” yoluyla kapitalizmi içeriden bozmasıdır (örneğin, dijital komünizm, kooperatifler).
Bu türden açıklamalar farklı eleştirilerle ve destek argümanlarıyla karşılanmakla birlikte, Frederic Jameson’un “temsil krizi” adını verdiği postmodern olguya ve içinde bulunduğumuz tarihsel aşamanın bir özelliğine işaret etmektedir. Postmodern dünyada birey, içinde yaşadığı sistemin bütünlüğünü göremez hale gelmiştir. Tam da bu sebeple Jameson, özellikle postmodern dönemde bireylerin karmaşık ve parçalı toplumsal-tarihsel gerçeklikleri anlamlandırabilmesi için “bilişsel haritalamayı (cognitive mapping)” önermektedir.
Bilişsel haritalandırma, bireysel özneye global sistemdeki yerini anlama yeteneği kazandırmayı amaçlayan pedagojik ve politik bir kültürdür. Postmodernizmde, çokuluslu sermayenin dünya uzamını anlamak, bu uzamdaki konumumuzu yeniden kazanmak için gereklidir. Bilişsel haritalandırma, eylemde bulunma ve mücadele etme kapasitemizi yeniden kazanmamızı sağlayacak yeni bir temsil tarzına ulaşmayı hedefler. Bununla birlikte, sınıfsal ayrımların belirsizlikle anıldığı postmodern dünyada bilişsel haritalandırmanın gerekliliği bu yazının temel motivasyonunu oluşturmaktadır.
Geç Kapitalizm
Ernest Mandel’in “Geç Kapitalizm” açıklaması günümüz politik iktisadi ilişkileri gözlemleyebileceğimiz, kapitalizmin ileri aşamasına dair kapsamlı bir analiz sunmaktadır. Geç kapitalizm, sermayenin sürekli olarak yeni alanlara yayıldığı ve kapitalist meta üretimi alanlarını genişlediği bir aşamadır. Sermaye, günlük yaşamın ve toplumsal faaliyetlerin giderek daha fazla alanına nüfuz eder. Bu süreçte, daha önce sadece kullanım değerleri üreten sektörler meta üretimine dahil edilir.
Hazır yiyecek-içecek makineleri üreten sanayinin genişlemesi, daha önce evlerde hazırlanan yiyecek ve içeceklerin artık metalaşması; tarımsal üretimde artan uzmanlaşma ve sanayi yöntemlerinin uygulanmasıyla tarımım sanayi gibi sanayileşmesi; lojistik, dağıtım ve perakende gibi faaliyetlerin kapitalist üretim ve mübadele süreçlerine daha fazla entegre olmasıyla dolaşım alanının sanayileşmesi geç kapitalizmdeki sermaye genişlemesi için bazı örneklerdir.
Devletin ekonomik işlevleri arasında kriz yönetimi, toplumsal istikrarı sağlama ve sermaye birikimini destekleme yer alır. Devlet ayrıca, silahlanma sanayisi, çevre sanayisi ve altyapı projeleri gibi alanlarda yatırımlar yaparak sermayenin değer kazanmasına yardımcı olur.
Tüketim toplumu, geç kapitalizmin önemli bir özelliğidir. Tüketici kredisi, satış maliyetleri ve reklam harcamaları artarak, artı-değerin realize edilmesini kolaylaştırır. Ancak, bu durum aynı zamanda artan realizasyon zorluklarının ve israfın bir göstergesidir.
Teknolojik yenilikler ve otomasyon, geç kapitalizmin belirleyici özelliklerindendir. Geç kapitalist ideoloji, teknolojik rasyonellik, tüketim kültürü ve bireysellik gibi unsurları içerir. Bu ideoloji, kapitalist üretim tarzının çelişkilerini gizlemeye ve mevcut toplumsal düzeni meşrulaştırmaya hizmet eder.
Geç kapitalizmde, üretim alanının yanı sıra tüketim, eğlence, kültür, sanat, eğitim ve kişisel ilişkiler alanı da piyasa yasalarına tabi kılınmıştır. Bu nedenle tamamen örgütlenmiş bir toplum bulunmaz ve kâr arayışı temel itici güç olarak kalır.
Bununla birlikte Mandel’in, geç kapitalizmde cereyan eden sınıfsal gerginlik betimlemesi, doğrudan kültürel deneyimle ya da postmodernizmle bağlantı kurmaktadır:
Potansiyel bolluk ve bireyin yaratıcı güçlerinin olası gelişimi karşısında, düşük kaliteli malların anlamsız üretiminden dolayı büyüyen yorgunluk, kendiliğinden öz etkinliğin bastırılması ve genelleşmiş güvensizliğin yayılmasıyla birlikte burjuva toplumuna özgü “uyumlu olma” ve “başarma” baskısı, toplumsal yaşamın artan yalnızlığı ve reklamlar ve ürün farklılaştırmanın getirdiği kırgınlıklar, toplu taşımacılığın kötüleşmesi, konut koşularının kötüleşmesi ve büyük şehirlerin boğulmasından kaynaklanan hem işçiler hem de kapitalistler arasındaki yaygın kaygılar gittikçe dayanılmaz hale geliyor. Tam da toplumsal bireyin öz gelişimini başarmanın her zamankinden kıyas edilmez ölçüde daha kolay olduğu anda, bunun gerçekleşmesi gittikçe bizden uzaklaşıyor görünmektedir.
Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı ya da Postmodernizm
Jameson, postmodern kültürel üretim biçimlerinin ve özelliklerinin, geç kapitalist ekonomik sistemin dinamikleri ve mantığıyla yakından bağlantılı olduğunu belirtmektedir. Postmodernizmin en belirgin özelliklerinden birisi altyapı (ekonomi) ve üstyapı (kültür) arasındaki ayrımın ortadan kalkması olmuştur. “Kültürel” ve “iktisadi” terimler birleşerek aynı şeye işaret etmektedir. Günümüzde estetik üretim genel olarak meta üretimiyle bütünleşmektedir. Sürekli olarak daha yeni görünümlü mal kuşakları üretme zorunluluğu, estetik yenilik ve deneylere giderek daha merkezi bir rol atamaktadır. Bu durum, yeni sanatın desteklenmesi için çeşitli kurumsal yapıları da etkilemektedir.
Bununla birlikte kültür alanı bizzat bir dönüşüm geçirmektedir. Postmodern sanat ve kültür, modernizmin derinlik, anlam ve sembolizm arayışından uzaklaşarak yüzeylere, imajlara ve simülasyonlara odaklanır. Bu durum, “derinliksizlik” olarak adlandırılır ve kültürel üretimin niteliğini değiştirir. Daha önceki dönemlerde kültürün sahip olduğu düşünülen görece bağımsızlık postmodern dönemde ortadan kalkmaktadır. Bunun sonucu olarak kültür tüm toplumsal düzleme yayılmış ve toplumsal yaşamda yer alan her şeyin özgün bir nitelikte algılanmasına yardımcı olmuştur.
Başka bir ifadeyle, gerçek olaylar ve deneyimler, medya, tüketim kültürü ve çeşitli temsil biçimleri aracılığıyla yeniden üretilmekte ve yapay bir nitelik kazanmaktadır. Bu durum, gerçekliğin giderek daha fazla temsil ve simülasyonlar aracılığıyla deneyimlenmesini ve bu nedenle gerçek olayların yapay bir nitelik kazanmasını ifade etmektedir.
Aynı zamanda, gerçeklik ile temsil arasındaki ayrımın zorlaşması, eleştirel bir bakış açısı geliştirebilecek mesafenin de kaybolmasına neden olmuştur. Eğer her şey bir görüntüden ibaretse, eleştirinin dayanak noktası ve nesnesi belirsizleşir:
Postmodern bedenler, postmodernizmin dolu ve yayılmış hacimlerine öylesine gömülmüştür ki, uzamsal koordinatlardan ve pratik yönden mesafe belirleme yetisinden yoksun kalmıştır.
Bunun başka bir nedeni de tarihsel derinliğin ve sürekliliğin kaybolmasıdır. Geçmiş, bir “nostaljik moda” halinde tüketilirken tarihsel bağlamından kopartılır. Tarihi anlamlı bir bütün olarak sunan büyük anlatılara olan inancın sarsılmasıyla, kendine referans veren şimdiki zamanın geçerli ve anlamlı olduğu bir algı yerleşmektedir. Özne, geçmişini ve geleceğini tutarlı bir deneyim içinde örgütleyebilme yetisini yitirmekte ve kültürel üretimlerini de “fragmanlar” halinde deneyimlemektedir.
Postmodernizmin etkisi anlam-çatışma-sömürü durumlarını tersine çevirmektedir: Derinliğin, eleştirel mesafenin ve tarihin yitimiyle anlamsızlık; kültür deneyimiyle etkileşimsiz özneler ortaya çıkartarak çatışmasızlık deneyimlenmektedir. Böylece yeni alanlara genişleyen sermayenin metalaştırma ve sömürü ilişkileri iktisadın özerk değer algısında pürüzsüz bir şekilde gerçekleşiyor gibi görünmektedir.
Toplumsal Mücadelenin Politik İktisadi Temelleri
Karl Marx, kapitalizmi iç çelişkileriyle kendi sonunu hazırlayan bir sistem olarak görmüştü. Bu yaklaşan sonu hazırlayan tarihsel misyon, yine kapitalizmin sınıfsal çelişkilerinde ortaya çıkan proleter sınıf tarafından üstlenilmektedir. Nitekim, emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan proleterin, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi de bulunmamaktadır. Proleterya, devrimci bir bilinç geliştirerek kapitalizmi yıkacak ve sınıfsız bir toplum kuracaktır. Marx’ın tarihsel bağlamda geliştirdiği bu diyalektik analiz, sonrasında gelen direniş biçimlerine ve toplumsal mücadelelere büyük ölçüde yön vermiştir.
Bununla birlikte Marx, yabancılaşma kavramını tartıştığı 1844 El Yazmaları’nda proleteryanın tarihsel misyonunun ötesinde bir durumdan; işçinin ürettikleri ürünlerden, üretim sürecinden ve hatta kendi özlerinden yabancılaştığını belirtir:
İşçi ne kadar çok üretirse, o kadar az tüketir. Ne kadar çok değer yaratırsa, o kadar değersizleşir. Emek, sadece bir geçim aracı haline gelir; artık kendi içsel bir amacı yoktur.
Öznenin sistemsel bir felce uğrayarak kendi (yaşamsal) potansiyelini gerçekleştirememesi olarak anlaşılan yabancılaşan özne, aynı zamanda sınıfsal çelişkinin üretim sürecine bağlı çatışmalarının da öznesidir. Marx’ın proleteryayı “yabancılaşma” kavramı ile birlikte ele alması kavramın varoluşsal (ontolojik) içeriğini vurgulamaktadır. Kapitalizmin yabancılaştırıcı etkisi, anlamı dağıtmakta, insanların kendilerini varoluşsal bir boşluk ve amaçsızlık içerisinde bulmasına yol açmaktadır.
Bu durumda proleterya geleneksel şekilde anlaşılan işçi sınıfı olarak algılanmamalıdır; kavram günümüzde sömürülen herkesi (işçiler, işsizler, işe alınamayanlar, ‘prekarya’, ‘kognitarya’, yasadışı göçmenler, gecekondu sakinleri, ‘uygarlık dışı’ bırakılmış ‘haydut devletler’) içerdiğini ifade eder. ‘İşçi sınıfı’ ampirik bir kategori iken (ücretli çalışan), proletarya toplumsal bedenin ‘payı olmayan kısmı’ anlamına gelen daha formel bir kategoridir. Günümüzde sınıfsal ayrımların silikleştiğini iddia eden düşünceleri yeniden değerlendirme zorunluluğuna sürükleyen bu tanım, proletaryanın sadece ekonomik bir kategori olmanın ötesinde, varoluşsal bir dışlanmışlık ve anlamsızlık durumunu içerdiğini ifade etmektedir. Bu durumda, toplumsal mücadeleleri anlam-çatışma-sömürü ilişkisini gözeten bir zeminde ele alabileceğimiz sınıfsal bir konumlandırma yapabiliriz.
Sonuç
Postmodern koşullarda proleteryanın dönüşen konumu, onu artık yalnızca ekonomik bir kategori olarak değil, aynı zamanda kapitalist sistemin ürettiği yabancılaşma ve anlam kaybının merkezinde yer alan bir varoluşsal pozisyon olarak okunmaktadır. Geleneksel sınıf analizlerinin ötesinde, bu genişletilmiş proleterya kavramı, metalaşmanın yaşamın tüm alanlarına nüfuz ettiği geç kapitalizmde, kapitalist sömürüde düğümlenen heterojen toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu genişletilmiş okuma, bireyin sistem içindeki konumunu anlamlandırma çabası olarak bilişsel haritalandırma sürecine dahil edilerek toplumsal mücadelenin yeni hatlarını görünür kılmaktadır.
Postmodern teorilerin vurguladığı çoklu mücadele hatları, bu sınıfsal temelden yoksun kaldığında etkisini yitirmekte; kimlik politikalarından ekolojik hareketlere uzanan direniş biçimleri, ancak proleterleşme süreçleriyle organik bağ kurduğunda dönüştürücü bir güç kazanmaktadır.
Geç kapitalizmin yapısal krizleri derinleştikçe, sistemin ürettiği yabancılaşma ve anlamsızlık, proleteryanın tarihsel rolünü ortadan kaldırmak bir yana, onu daha çok boyutlu ve kapsayıcı hale getirmiştir. Postmodern parçalanmışlığın ötesinde, kapitalist metalaşmaya karşı mücadelenin öznesi olarak proleterya, günümüzde de merkezi konumunu korumakta ve dönüştürücü potansiyelini sürdürmektedir. Bu perspektif, çağdaş toplumsal hareketlerin sınıfsal temelde yeniden düşünülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Faydalanılan Kaynaklar
Jameson, F. (2008). Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı. Nirengi Kitap.
Mandel, E. (2008). Geç Kapitalizm. (C. Badem, Çev.). Versus Kitap.
Žižek, S. (2015). Trouble in Paradise: From the End of History to the End of Capitalism. Brooklyn: Melville House.