Paris İklim Anlaşması
Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında 2015 yılında kabul edilen ve 2020 sonrası küresel iklim eylemlerini düzenlemeyi amaçlayan uluslararası bir anlaşmadır. 195 ülke tarafından imzalanan anlaşma, sanayi öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını 2°C’nin “oldukça altında” tutmayı ve mümkünse 1,5°C ile sınırlandırmayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmak için ülkelerin “Ulusal Katkı Beyanları” (NDC’ler) sunması, sera gazı emisyonlarını azaltma taahhütlerini belirlemesi ve bu taahhütleri her beş yılda bir güncellemesi öngörülmektedir. Anlaşma ayrıca iklim finansmanı, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme konularında gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere destek sağlamasını zorunlu kılmaktadır. Ancak anlaşmanın hukuki bağlayıcılığı, özellikle emisyon azaltım hedeflerinin uygulanması ve yaptırımlar noktasında sınırlıdır. Bu durum, anlaşmanın etkinliği ve küresel ısınmayı durdurma potansiyeli hakkında akademik ve politik tartışmalara yol açmaktadır.
Paris Anlaşması’nın temel mekanizması, ülkelerin gönüllü olarak belirlediği NDC’ler üzerine kuruludur. Bu esneklik, geniş katılımı teşvik etse de bilimsel gerekliliklerle uyumsuzluk riskini beraberinde getirir. Örneğin, 2023 BM Çevre Programı (UNEP) Emisyon Açığı Raporu, mevcut NDC’lerin 2,5-2,9°C’lik bir sıcaklık artışına yol açacağını öngörmektedir. Bu veri, kolektif taahhütlerin 1,5°C hedefini karşılamaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Ülkelerin ekonomik çıkarları ön planda tutması, özellikle fosil yakıt bağımlılığı yüksek olan devletlerde emisyon azaltımının yavaş ilerlemesine neden olmaktadır. Avustralya’nın kömür ihracatını artırma politikaları veya Kanada’nın petrol kumları projeleri, bu çelişkinin somut örnekleridir.
Anlaşmanın en kritik zaaflarından biri, yaptırım mekanizmasının olmamasıdır. Uluslararası hukukta bağlayıcılık, genellikle müzakere süreçlerinde taviz verilmesini gerektirir. Paris Anlaşması’nda bu durum, hedeflerin “yukarıdan aşağı” değil “aşağıdan yukarı” belirlenmesiyle sonuçlanmıştır. Örneğin, ABD’nin Trump yönetimi döneminde anlaşmadan çekilmesi ve Biden yönetiminde geri dönmesi, siyasi iradenin iklim eylemlerini nasıl sekteye uğratabildiğini göstermiştir. Benzer şekilde, Brezilya’da Bolsonaro hükümetinin Amazon ormanlarındaki tahribatı artırması, uluslararası toplumun müdahale araçlarının sınırlılığını ortaya koymuştur.
İklim finansmanı, anlaşmanın temel taşlarından biri olmasına rağmen, vaatlerin gerçekleşme oranı belirsizliğini korumaktadır. Gelişmiş ülkelerin 2020’ye kadar yıllık 100 milyar dolar sağlama taahhüdü, OECD verilerine göre ancak 2022’de 89,6 milyar dolara ulaşabilmiştir. Finansmanın büyük kısmı kredi şeklinde olduğundan, gelişmekte olan ülkelerin borç yükü artmaktadır. Örneğin, Bangladeş’in iklim uyum projeleri için aldığı krediler, ülkenin dış borcunu 2023’te GSYİH’nın %35’ine çıkarmıştır. Ayrıca, finansmanın dağılımında adaletsizlikler mevcuttur; örneğin Afrika ülkeleri 2016-2020 arasında ihtiyaç duydukları fonun yalnızca %12’sini alabilmiştir.
Adalet ve eşitlik perspektifinden bakıldığında, tarihsel sorumluluk ile mevcut kapasiteler arasındaki uçurum dikkat çekicidir. Sanayileşmiş ülkeler, 1850-2019 arasında küresel kümülatif emisyonların %64’ünden sorumluyken, en az gelişmiş 46 ülkenin payı %1’in altındadır. Ancak anlaşma, “Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar” ilkesini yeterince yansıtmamaktadır. Hindistan gibi kalkınmakta olan ekonomiler, kişi başı emisyonları ABD’nin dörtte biri olmasına rağmen, kömür kullanımını azaltma baskısıyla karşı karşıyadır. Bu durum, enerjiye erişim ile iklim adaleti arasındaki gerilimi örneklemektedir.
Teknolojik ve altyapısal engeller, özellikle Güney ülkelerinde emisyon azaltımını zorlaştırmaktadır. Yenilenebilir enerji sistemlerine geçiş, yüksek başlangıç maliyetleri ve teknoloji transferindeki patent engelleri nedeniyle yavaş ilerlemektedir. Örneğin, Sahra Altı Afrika’da 600 milyon insan elektriksiz yaşarken, bölge ülkelerinin temiz enerji yatırımları için gereken 40 milyar dolar/yıllık finansmanın yalnızca %15’i sağlanabilmiştir. Ayrıca, iklim dirençli altyapı eksikliği, uyum maliyetlerini artırmaktadır. Dünya Bankası, 2030’a kadar gelişmekte olan ülkelerin yıllık 140-300 milyar dolar uyum finansmanına ihtiyaç duyacağını tahmin etmektedir.
Jeopolitik rekabetler ve çok taraflılığın erozyonu, Paris Anlaşması’nın uygulanmasını tehdit etmektedir. ABD-Çin ticaret savaşları, temiz teknoloji tedarik zincirlerini sekteye uğratmıştır. Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası Avrupa’nın LNG ithalatını artırması, kısa vadeli enerji güvenliği kaygılarının iklim hedeflerini nasıl gölgeleyebildiğini göstermiştir. Aşırı sağ hareketlerin yükselişi de iklim politikalarını sekteye uğratabilir: İtalya’da Meloni hükümetinin fosil yakıt sübvansiyonlarını artırması bu riskin somut örneğidir.
Sistemik iklim riskleri, anlaşmanın varsayımlarını aşma potansiyeline sahiptir. IPCC’nin 6. Değerlendirme Raporu, geri besleme döngülerinin (permafrost çözülmesi, Amazon ormanlarının karbon yutağı işlevini yitirmesi vb.) ısınmayı hızlandırabileceğine dair artan kanıtlara işaret etmektedir. Bu tür eşikler aşıldığında, insan kaynaklı emisyon azaltımları etkisiz kalabilir. Örneğin, Sibirya’da 2020’de yaşanan 38°C’lik sıcaklık rekoru, permafrost çözülmesini tetikleyerek metan salınımını artırmıştır. Bu durum, doğal sistemlerdeki kırılganlığın insan müdahalesiyle nasıl etkileşime girdiğini göstermektedir.
Uyum ve kayıp-zarar mekanizmalarının yetersizliği, savunmasız toplulukları riske atmaktadır. Anlaşmanın 8. Maddesi, iklim felaketlerinden etkilenen ülkelere finansal destek sağlanmasını öngörse de somut bir fon oluşturulması 2022’deki COP27’de kararlaştırılmıştır. Bu gecikme, özellikle küçük ada devletleri için varoluşsal tehdit oluşturmaktadır. Marshall Adaları’nda deniz seviyesinin yükselme hızı, IPCC projeksiyonlarını aşarak yılda 7 mm’ye ulaşmıştır. Benzer şekilde, Somali’de 2020-2023 arasında yaşanan kuraklık, 43.000’in üzerinde ölüme yol açmıştır.
Anlaşmanın piyasa mekanizmalarına verdiği vurgu da eleştiri konusudur. Madde 6 kapsamında karbon ticareti ve uluslararası kredi transferleri öngörülmektedir. Ancak çifte sayım riskleri, kalıcı karbon tutulumunun garanti edilememesi ve yerli halkların haklarının ihlali gibi sorunlar bu mekanizmaların etkinliğini sorgulatmaktadır. Örneğin, Kenya’daki Embobut Ormanı’nda planlanan REDD projesi, Sengwer halkının zorla yerinden edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu tür örnekler, iklim çözümlerinin toplumsal adaletle bütünleştirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Son olarak, Paris Anlaşması’nın zaman çerçevesi ile iklim biliminin aciliyet sinyalleri arasında uyumsuzluk bulunmaktadır. Küresel karbon bütçesi analizleri, mevcut emisyon trendleriyle 1,5°C bütçesinin 2030’dan önce tükeneceğini göstermektedir. Ancak NDC’lerin bir sonraki revizyonu 2025’te beklenmektedir. Bu gecikme, eylem ile bilimsel gereklilik arasındaki açığı derinleştirmektedir. Ayrıca, fosil yakıt altyapısının kilitlenme etkisi (carbon lock-in) riski göz ardı edilmektedir: 2023 itibarıyla planlanan yeni kömür, petrol ve gaz projeleri, 1,5°C bütçesini %170 aşma potansiyeline sahiptir.
Paris İklim Anlaşması, küresel iş birliği için önemli bir çerçeve sunmakla birlikte, yapısal sınırlılıkları ve uygulama eksiklikleri nedeniyle gezegeni güvende tutma kapasitesi sorgulanmaktadır. Bilimsel veriler, mevcut politik taahhütlerin yetersizliğini açıkça ortaya koyarken, jeopolitik gerilimler çok taraflılığı zayıflatmaktadır. İklim adaleti perspektifinden, sorumluluk dağılımı ve finansman mekanizmalarındaki eşitsizlikler, anlaşmanın meşruiyetini aşındırmaktadır. Ancak anlaşma, dinamik bir süreç olarak tasarlandığından, gelecek NDC revizyonlarında daha iddialı hedeflerin benimsenmesi ve yaptırım mekanizmalarının güçlendirilmesi mümkündür. Bu bağlamda, sivil toplumun izleme rolü, yargı kararları (Urgenda Vakası gibi) ve gençlik hareketleri, devletler üzerindeki baskıyı artırabilir. Sonuç olarak, Paris Anlaşması bir başlangıç noktası olarak değerlendirilmeli, ancak sistemik dönüşüm için daha radikal adımların atılması gerekliliği kabul edilmelidir.
Paris Anlaşması’nın Türkiye’ye Özgü Olası Olumsuz Etkileri
Türkiye, Ekim 2021’de Paris İklim Anlaşması’nı onaylamış ve 2053’e kadar net sıfır emisyon hedefini kabul etmiştir Buna rağmen, çeşitli uzmanlar anlaşmanın getireceği ek yüklerin ve kısıtlamaların Türkiye’nin koşullarına uygun olmadığını vurgulamaktadır. Özellikle ekonomi, sanayi ve enerji sektörü ile kalkınma hedefleri bakımından riskler söz konusudur. Bu bölümde, yalnızca Türkiye’ye özgü olumsuzluklar bağlamında bu etkiler incelenmiştir.
Ekonomik Yükler
Paris Anlaşması taahhütleri, ekonomik büyüme ve kalkınma hedefleriyle dengelenmesi gereken ek maliyetler getirir. Hükümet, 2053 net sıfır hedefini gerçekleştirmek için “ekonomi genelini kapsayan kapsamlı ve sağlam” bir politika paketi uygulamaya koymaktadır. Bu hedefe ulaşmak için elektrik iletim altyapısının yenilenmesine 2035’e kadar yaklaşık 28 milyar dolar yatırım öngörülmüştür. Aynı şekilde, 2030’a dek enerji verimliliğini %16 artırma amacıyla 20 milyar dolarlık tasarruf yatırımı planlanmıştır. Bu tür büyük ölçekli yatırımlar, kamu ve özel sektör kaynaklarını zorlayacak, dönüşüm maliyetleri endüstri ve finansman üzerinde ek yük oluşturacaktır.
- Paris Anlaşması kapsamındaki net sıfır hedefi, tüm sektörleri dönüştürecek maliyetli politikalar gerektirir.
- İletim altyapısını yenilemek için önerilen 28 milyar dolarlık yatırım, kamu harcamalarında büyük artış anlamına gelir.
- Enerji verimliliği çalışmaları için ayrılan 20 milyar dolar civarı kaynak da ekonomiye ek baskı yaratabilir.
Sanayi ve Enerji Sektörüne Etkiler
Türkiye ekonomisi, hala yüksek oranda fosil yakıta dayanan enerji ve yoğun karbonlu sanayi tesislerine dayanır. Ülkenin elektriğinin yaklaşık %35’i kömürden üretilmektedir ve bu oran 2024’te Avrupa’nın en yüksek kömür payıdır. Öte yandan, bu kömür ihtiyacının yaklaşık %40’ı dışarıdan, büyük ölçüde Rusya’dan ithal edilmektedir. Demir-çelik, çimento ve kimya gibi enerji yoğun sanayilerin payı da yüksektir. Örneğin 700’den fazla büyük tesis, ülkenin sera gazı emisyonlarının %50’sini oluşturmaktadır. Bu yapı, karbon emisyonu azaltım hedefleriyle uyumsuzluk potansiyelini güçlendirir. Özellikle AB’nin yakın zamanda öngördüğü karbon vergisi düzenlemelerine uyum sağlanamazsa, ihracat maliyetleri artabilir.
- Türkiye’nin elektrik talebi hızla artarken, temiz enerji kaynaklarına geçiş yavaş kalmaktadır. 2024’te elektrik talebi %5 yükselirken, AB ortalaması yalnızca %2,4 olmuştur. Bu durum, talebi karşılama ihtiyacını artırırken sera gazı azaltımını zorlaştırır.
- Yüksek karbonlu sanayi tesisleri, karbon piyasası ya da emisyon sınırlandırmalarıyla uyum sağlamakta zorlanabilir. Ülkenin enerjisinin büyük kısmı kömür ve doğal gaza dayalı olduğu için, bu sektörlerde dönüşüm maliyetleri ağır olacaktır.
Kalkınma Hedefleri ile Uyum Sorunları
Türkiye’nin resmi metinleri, kalkınma ile iklim hedeflerini uyumlu hale getireceklerini savunsa da, pratikte bu ikisi arasında gerilim riskleri vardır. Hükümet, Paris Anlaşması’nı “gelişmekte olan ülke” statüsünde uygulayacağını ve anlaşma mekanizmalarının ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına zarar vermemesi şartını koymuştur. Ancak tarihsel olarak Türkiye, BM İklim Çerçeve Sözleşmesi’nde Ek I (sanayileşmiş ülke) listesinde yer aldığından, daha ağır emisyon azaltım yükümlülükleriyle karşılaşabileceği endişesi bulunmaktadır. Kısacası, Paris taahhütleri ile yüksek büyüme ve kalkınma öncelikleri arasında çatışma olasılığı mevcuttur. Güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’na göre 12. Kalkınma Planı ve 2053 stratejisi iklim hedeflerini ekonomik büyümeyle uyumlu hale getirmeyi taahhüt etmektedir; ancak daha keskin emisyon indirimleri kalkınma hızını sınırlayabilir.
- Türkiye, Paris Anlaşması’nın ikincil yükümlülüklerini azaltıcı şekilde “gelişmekte olan ülke” statüsüyle uygulamayı taahhüt etmiştir. Bu ibare, iklim eylemlerinin kalkınma hakkına zarar vermemesi gerektiğini vurgulamaktadır.
- Öte yandan COP kararları, Türkiye’nin özel şartlarını tanıyarak Ek II kapsamından çıkartıldığını ve finansal destek almaya devam edebileceğini kabul etmiştir. Buna rağmen, anlaşma kapsamında gelecekte bağlayıcı emisyon kesintileri talep edilmesi durumunda kalkınma hedefleriyle uyumsuzluk ortaya çıkabilir.
Finansal Destek Erişimindeki Sınırlamalar
Türkiye’nin kalkınma düzeyi dolayısıyla iklim finansmanına erişimi diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla sınırlı kalmıştır. Paris Anlaşması’na taraf olmadan önce, Türkiye BM’nin Yeşil İklim Fonu gibi çok taraflı kaynaklara ulaşamamaktaydı. Uzmanlar, anlaşmaya taraf olunmamasının bu fonlara erişimde engel oluşturduğunu belirtmiştir. Paris’e geçiş sonrasında da erişim sıkıntıları hemen çözümlenmemiştir. Örneğin, uzman değerlendirmeleri Türkiye’nin henüz GCF’den fon alamadığını ve Avrupa Birliği’nin iklim fonlarından aldığı desteğin de azaldığını göstermektedir. 2013–2016 arasında yılda ortalama 667 milyon Avro AB iklim finansman desteği alan Türkiye’ye, 2018’de sadece yaklaşık 244 milyon Avro aktarılmıştır. Bu veriler, iklim önlemleri için gereken yatırımlara ayrılabilecek dış kaynağın sınırlı kaldığını ortaya koymaktadır.
- Türkiye hâlen BM’nin Yeşil İklim Fonu gibi çok taraflı iklim finansman mekanizmalarından yararlanamamaktadır.
- Uzmanlar, Paris Anlaşması kapsamındaki fonlara önce erişim olmamasının orta vadede de finansmana ulaşımı kısıtlayabileceğine dikkat çekmektedir.
- AB’den sağlanan iklim finansmanının 2018’de keskin düşüş göstermesi, Türkiye’nin yatırım yapma kapasitesini sınırlamaktadır.
Sonuç olarak, Paris Anlaşması’nın kabulüyle Türkiye’yi bekleyen olumsuzluklar; ek ekonomik maliyetler, enerji ve sanayi sektöründe dönüşüm baskısı, kalkınma öncelikleriyle potansiyel çelişkiler ile sınırlı iklim finansmanı erişimi olarak özetlenebilir. Bu bağlamda, alınacak önlemlerin ülkenin mevcut kalkınma dinamikleri göz önünde bulundurarak dengelenmesi önem taşımaktadır.
KAYNAKÇA
Climate Change News. (2021, October 6). Turkey ratifies the Paris Agreement after approving a 2053 net zero goal. https://www.climatechangenews.com/2021/10/06/turkey-ratifies-paris-agreement-approving-2053-net-zero-goal/
Republic of Türkiye. (2023, April). Updated first nationally determined contribution (NDC). United Nations Framework Convention on Climate Change. https://unfccc.int/sites/default/files/NDC/2023-04/T%C3%9CRK%C4%B0YE_UPDATED%201st%20NDC_EN.pdf
Climate Action Tracker. (n.d.). Türkiye | Climate Action Tracker. Retrieved April 28, 2025, from https://climateactiontracker.org/countries/turkey/
Maguire, G. (2024, October 16). Turkey cements position as Europe’s top coal-fired power system. Reuters. https://www.reuters.com/business/energy/turkey-cements-position-europes-top-coal-fired-power-system-maguire-2024-10-16/
Library of Congress. (2021, October 20). Turkey: Country ratifies Paris Climate Agreement. https://www.loc.gov/item/global-legal-monitor/2021-10-20/turkey-country-ratifies-paris-climate-agreement/
Bloomberg HT. (2021, October 7). Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı onaylayınca ne olacak?. https://www.bloomberght.com/turkiye-paris-iklim-anlasmasi-ni-onaylayinca-ne-olacak-2288117
The Paris Agreement. (2015). https://www.un.org/en/climatechange/paris-agreement. Erişim tarihi: 02.05.2025.
Kaplan, M. S., Gümüş, M., & Özder, E. H. (2024). Paris İklim Anlaşması ve sürdürülebilir lojistik kapsamında lojistik köy yeri seçimi: Türkiye örneği. Demiryolu Mühendisliği, (20), 202–229. https://doi.org/10.47072/demiryolu.1451230.
Karakaya, E. (2016). Paris İklim Anlaşması: İçeriği ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme. Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(1), 1-12. https://doi.org/10.30803/adusobed.188842.