Özgürleşme mi, Yoksa Yeni Bir Kölelik Biçimi mi?

By Akademiyet

Özgürleşme mi, Yoksa Yeni Bir Kölelik Biçimi mi?

By: Akademiyet

Tuğba ÖZSARI ŞİŞMAN*

İnsan, sınırlarını aşmaya muktedir bir varlık mıdır, yoksa onu insan kılan özünü belirleyen sınırları mıdır? Transhümanizm, insanın bilişsel ve biyolojik kapasitelerini genişleterek onu tarihsel ve evrimsel zincirlerinden koparmayı amaçlamaktadır. Benzer şekilde, Nietzsche’nin “üst insan” kavramı da insanın kendini aşarak, kendi değerlerini yaratmasını ve iradesini güçlendirmesini öngörmektedir. Ancak bu ideal piyasa mekanizmalarıyla birleştiğinde bireyin kendi varoluşuna yabancılaşması kaçınılmaz olabilir.

Kapitalist ekonomi, insan sermayesini piyasa değeri temelinde tanımlar ve üretkenliği artırma eğilimindedir. Geleneksel emek gücü, makineleşme ve otomasyon süreçleriyle dönüşürken, transhümanist müdahaleler bu süreci insanın biyolojik varlığına taşımaktadır.

Artık bireyin piyasa içindeki konumu, yalnızca beceri ve bilgisine değil aynı zamanda biyoteknolojik kapasitesine de bağlı hale gelmektedir. Sermaye sahipleri, bu yeni teknolojilere erişerek biyolojik sınırlarını aşabilirken, alt sınıflar için biyolojik farklılıklar yeni bir ekonomik ayrışma mekanizmasına dönüşebilir.

Nietzsche’nin üst insanı, bireyin özgürlüğünü ve iradesini temsil etmektedir. Ancak çağdaş kapitalist bağlamda, üst insan idealinin yalnızca sermayeye erişimi olanlara açık bir ayrıcalık haline geldiği gözlemlenebilir. Bu durum, transhümanizmin yalnızca insanın sınırlarını aşmasını değil, aynı zamanda yeni bir “biyolojik aristokrasi”nin oluşumunu da beraberinde getirdiğini göstermektedir.

Sanayi Devrimi, insan emeğini makineleşme karşısında yeniden tanımlamıştı. Transhümanizm ise bu süreci biyopolitik bir düzleme taşıyarak, insan bedenini ve zihnini ekonomik metalar haline getirmektedir. Yapay zeka destekli nörolojik implantlar, genetik modifikasyonlar ve biyoteknolojik güçlendirmeler, bireyin piyasa değerini artıran araçlar olarak konumlandırılmaktadır.

Ancak bu sürecin temel problemi, biyoteknolojik dönüşümün yalnızca belirli bir kesimin erişimine açık olduğunda, biyolojik sınıf farklılıklarını derinleştirerek toplumu yeni bir kast sistemine evriltme potansiyelidir. Bu bağlamda, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sındaki gibi, bireyin öz-yaratan bir varlık olmaktan çıkıp sermaye tarafından inşa edilen bir nesneye dönüşme ihtimali doğmaktadır.

Bu dönüşüm, Marx’ın meta fetişizmi kavramıyla da örtüşmektedir. İnsan, kendi biyolojik varlığını bir yatırım aracına dönüştürdüğünde, artık kendisi için var olan bir özne olmaktan çıkmakta ve piyasanın ona biçtiği ekonomik değerle tanımlanmaktadır. İktisadi büyüme ve refah artışı her zaman eşitlik doğurmadığı gibi transhümanist müdahaleler de insan doğasını dönüştürerek ekonomik büyümeye katkı sağlasa dahi yeni bir toplumsal eşitsizlik biçimi yaratmaktadır.

Bu bağlamda transhümanist süreçlere erişimi olmayan bireyler, ekonomik olarak marjinalleşme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Eğer piyasa ekonomisi, yalnızca sermaye sahiplerine transhümanist müdahalelerden faydalanma imkanı sağlarsa toplumun alt sınıfları biyolojik olarak dezavantajlı bir konuma itilebilir. Bu, ekonomik büyümenin yalnızca belirli bir kesime fayda sağladığı ve eşitsizliği daha da derinleştirdiği bir yapıyı ortaya çıkarabilir.

Sonuç olarak, transhümanizm ve üst insan kavramları yalnızca teknolojik ya da felsefi tartışmalara konu edilmemeli aynı zamanda iktisadi bir perspektiften ele alınmalıdır. İnsan doğasının sınırlarını aşma süreci, bireyin biyolojik varlık olmaktan çıkarak tamamen ekonomik bir özneye dönüşmesine yol açabilir.

Eğer iktisat, yalnızca piyasa dinamikleriyle değil insanın geleceğiyle de ilgileniyorsa bu dönüşümün etik, politik ve ekonomik boyutları da titizlikle incelenmelidir.

*: Kırıkkale Üniversitesi, İktisat Bölümü, Doktora Öğrencisi

Yorum yapın