Serbest piyasa ekonomisi bize rekabeti; rekabet ise adil bir oyun alanı yaratmayı vaat eder ama günümüz ekonomilerinde “adil oyun”u kurabilmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Retorikte tam rekabet piyasası ideal bir piyasa türü olarak görülürken pratikte, serbest piyasa ekonomisini uygulayan ülkelerde, özellikle yüksek sermaye gerektiren ve teknolojik ilerlemeye dayalı sektörlerin birkaç büyük oyuncu tarafından domine edildiği oligopolistik piyasalar daha fazla hakimiyet kazanmıştır. Hatta kimi zaman devlet tekelleri de dahil olmak üzere pek çok sektörde tekelleşme azımsanmayacak kadar çoktur.
Serbest piyasa ekonomisini uygulayan ülkelerde bu tarz yapıların varlığı bize tam rekabet piyasa koşullarının aslında çoğu ekonomi için “Bir metropol insanının küçük ve şirin bir sahil kasabasında yaşama umudu”nun ötesine geçmediğini göstermektedir. Aslında bahsi geçen tam rekabet piyasasının teorik bir yaklaşım olduğu ve tam olarak hiçbir piyasanın bu koşulları taşımadığı bilinen bir gerçektir (Bazı tarım ürünleri ya da günümüzün e-ticaret metotları tam rekabet koşullarına oldukça yakınsadığı söylenebilir). Peki tam rekabeti sağlayamayacaksak eksik rekabet ortamı bizlere nasıl bir piyasa yapısı sunuyor? Gelin şimdi kısaca piyasaları tanıyalım ve sonrasında nasıl oligopolleştiğimizi anlayalım.

Günümüzün hâkim görüşüne göre satıcı bazında temel piyasa yapılarını dörde ayırabiliriz. Bu ayrımı ise en ideal olan tam rekabetten istenmeyene doğru sıralarsak en sonda tekel (monopol) piyasa türü olduğunu görürüz. Tam rekabet piyasasının koşullarından (atomisite, homojenlik, açıklık ve mobilite) bir ya da daha fazlası yerine getirilmediğinde eksik bir rekabet ortamı oluşmakta ve piyasalar da daha az satıcının olduğu oligopole ya da biraz daha ileri giderek tek satıcının olduğu monopol piyasaya doğru evrilmektedir. Bu yazıda piyasaların faydaları/zararları konusuna değinip bolca grafik çizmeyeceğiz ancak teorik olarak, bir piyasa tam rekabet koşullarından ne kadar uzaklaşırsa etkinliği o kadar azalır savının hâkim olduğu bilinmelidir. Bu noktada gerek dünyada gerek ülkemizde çoğu sektör için pazar payının az sayıda firma elinde toplandığını söyleyebiliriz.
Örneğin Türkiye’de 90 milyonu aşkın mobil hat abone sayısına karşılık imtiyaz sözleşmesine sahip sadece 3 GSM operatörü hizmet vermektedir. Oldukça büyük bir pazara rağmen bu sektörün oligopol yapısı gerek firmalara gerek tüketicilere “fiyat oluşumu” anlamında doğrudan etki etmektedir. Nitekim tam rekabet piyasalarındaki firma sayısının “fiyatı tek başına belirleyemeyecek kadar” çok oluşu yani bu firmaların piyasada oluşan serbest fiyatı kabullenici olmaları oligopol firmalarla arasındaki en temel farktır. Oligopol firmaların hâkim olduğu piyasalarda fiyat, genellikle lider firma tarafından ya da firmalar arası rekabetin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu “vahşi” fiyat rekabetinin sonucunda ise bazı firmalar batabilir ya da fiyatlar tüketiciyi/firmayı memnun etmeyen bir seviyede belirlenebilir. Bir diğer alternatif ise bu eksik rekabet ortamının bazı firmaların birleşmesiyle neticelenmesidir.
Tam rekabetin sağlanamayan şartları, firmaların birbirleriyle giriştiği rekabet oyununda maliyet, verimlilik, teknoloji vd. unsurları kullanarak diğer firmalara karşı rekabet savaşını kazanmalarına yol açmaktadır. Dünyada pek çok sektörde rekabet savaşları bir tarafın galibiyetiyle sonuçlanmaktadır. Bunların en çarpıcı olanları telekomünikasyon, internet, sosyal medya, medya, otomotiv, ilaç sanayi, demir-çelik sanayi, finans sektörü, gıda, giyim ve hatta yapay zekâ olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa piyasa ekonomisinin de temel aldığı tam rekabet teorisinin bizlere en büyük öğretisi, büyük balığın küçük balığı yemediği aksine küçük balıkları yiyebilecek kadar büyük bir balığın olmaması gerektiğidir. Gelin şimdi balıkların büyük olduğu denizlere (sektörlere) bir göz atalım.
Örneklerimize hepimizin yakından şahit olduğu teknoloji/internet sektörü ile başlayalım. İnternet sitelerine erişmek için kullanılan tarayıcıların (browser) Ocak 2025 itibariyle kullanım oranlarına göz atalım. Chrome tarayıcı neredeyse tek başına tüm dünyayı internete bağlıyor? Yani Google amca vasıtasıyla internete bağlanıp onun vasıtasıyla internette bir video arayıp ve yine onun vasıtasıyla (youtube) o videoyu izliyoruz. Ancak Google, ilgili sektörün alt segmentlerinde büyük bir pazar payına sahip olsa da bilişim sektöründe benzer büyüklükte balıklar da vardır.
Görsel 1. Dünya Çapında İnternet Tarayıcılarının Kullanım Oranı (%)

Kaynak: https://gs.statcounter.com/browser-market-share/all/worldwide/2024
Amazon, Apple, Microsoft, X ve Meta (Facebook) gibi şirketler sadece pazarı domine etmekle kalmamakta, aynı zamanda potansiyel rakiplerini satın alarak rekabetin önünü de kesmektedir. Facebook’un Instagram’ı ve Whatsapp uygulamasını, Google’ın YouTube’u, Microsoft’un Linkedin’i, Amazon’un Twitch’i bünyesine katması oligopolistik yapılara çarpıcı birer örnektir.
Benzer bir yapı, küresel enerji piyasasında da gözlemlenmektedir. BP, ExxonMobil, Chevron ve Shell gibi şirketler, pazara yeni giren firmaların rekabet etmesini zorlaştıran yüksek giriş maliyetleri ve devletlerle olan sıkı ilişkileri sayesinde piyasayı kontrol etmektedir. Bu dev şirketler, sadece fiyat belirlemede değil, aynı zamanda enerji politikalarının şekillenmesinde de önemli rol oynar. Ancak enerji piyasasında işler sadece şirketler özelinde yürümemektedir tabii ki OPEC gibi uluslararası kuruluşlar ve uluslararası siyaset de bu işin tam göbeğinde yer almaktadır.
Telekomünikasyon sektörünün mobil telefon piyasasına odaklandığımızda şirket iflasları ve birleşmelerle sıkça karşılaşıyoruz. Geçmişte mobil telefon piyasasında ciddi söz sahibi olan Nokia başta olmak üzere Blackberry, Motorola, Ericsson, Siemens, Alcatel, LG, BenQ gibi şirketlerin sektördeki çetin rekabetten olumsuz etkilenerek piyasadan çekildikleri ya da birleşme yoluna gittikleri görülmüştür. 2024 yılı itibariyle küresel akıllı telefon satışlarında %67,6 oranındaki pazar payı sadece 5 firmanın elindedir. Bu da yine oligopolistiğe dönüşün açık örneklerinden biridir.
Görsel 2. Küresel Akıllı Telefon Satışlarında Şirket Payları (%), 2024

Kaynak:https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/kuresel-akilli-telefon-satislari-ikinci-ceyrekte-samsung-ve-apple-onculugunde-yuzde-6-5-artti/3275907#
Elektrikli araçların yaygınlaşmasıyla birlikte otomotiv sektörü de son dönemlerde en çok konuşulan endüstrilerden biri haline gelmiştir. Sektörde, içten yanmalı motorlardan elektrikli motorlara olan dönüşüm sancılı geçmekle birlikte piyasa yapıcı oyuncular da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Araçlardaki dönüşüm otomotiv sektöründe bazı değişimleri de beraberinde getirmektedir. 2021 yılında sektör, ciddi bir birleşmeye tanıklık etti. Fransız PSA grubu ile Fiat Chrysler Otomobil birleşerek “Stellantis” adında bir dev ortaya çıkardılar. Bu dev bünyesinde Jeep, Dodge, Peugeot, Citroën, Opel, Maserati, DS, Fiat, Alfa Romeo gibi 14 markayı tek çatı altında birleştirdi. Bundan bir adım öncesinde Alman menşeili Opel zaten Fransız PSA grubuna geçmişti. Son dönemde sektörde en çok konuşulan konulardan biri de Nissan ve Honda’nın birleşme çabaları oldu. Bu hikayelere Volvo’nun Çinli Geely’e uzanan öyküsü, BYD’nin yükselen yıldızı ve Tesla’nın piyasa hakimiyeti de eklendiğinde piyasadaki oligopolleşmenin belirginleştiği görülebilmektedir.
Benzer bir durum, ilaç sektöründe de gözlemlenebilir. Pfizer ve Biontech, Moderna, Johnson & Johnson ve Roche gibi dev şirketler, yeni girişimcilerin pazara girmesini zorlaştıran patent sistemleri ve yüksek AR-GE maliyetleri ile ilaç piyasasını büyük ölçüde kontrol etmektedir. Özellikle COVID-19 pandemisi sırasında, aşı üretimi ve dağıtımı üzerindeki oligopolistik kontrol, küresel sağlık politikalarını doğrudan etkileyen bir faktör olmuştur.
Hiç kuşkusuz çokuluslu şirketlerin uluslararası piyasalarda yarattığı bu oligopol yapılar ulusal piyasalardaki rekabet ortamının da bozulmasına yol açmaktadır. Peki oligopol yapılar bu kadar artarken ekonomide ve sosyal hayatta adaleti sağlamak ve girişimcilere fırsat eşitliği yaratabilmek nasıl mümkün olacak? Aslında rekabet ortamını bozan hususların kontrolünü gerçekleştirmek, yasal düzenlemeleri sağlayarak denge kurmak ve fırsat eşitliği yaratabilmek için bugün pek çok ülkede “rekabet yasaları” vardır. Bu kurumlar, şirket birleşmelerine, satın almalara ve rekabeti bozacak davranışlara karşı çeşitli yaptırımlarla donatılmıştır.
Örneğin Türkiye’de faaliyet gösteren Rekabet Kurumu (RK), firmaların rekabeti bozucu davranışlarına karşı aldığı kurul kararlarıyla sık sık yüksek idari para cezaları uygulamaktadır (Uygulanan tüm cezalara https://www.rekabet.gov.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz). RK sadece 2024 yılında toplam 7,7 milyar TL tutarında ceza uygulamış ve 295 birleşme-devralma işlemini karara bağlamıştır (Bkz. www.aa.com.tr/tr/gundem/rekabet-kurumu-radarina-takilan-ihlallere-2024te-7-7-milyar-lira-ceza-kesti/3432803). Bu rekabet ihlallerine yönelik cezalar Türkiye’de olduğu gibi dünyada da oldukça büyük cezalara sahne olabilmektedir.
Avrupa Birliği rekabet politikaları kapsamında Google’a Eylül 2024’de 2,4 milyar Euro’luk rekor bir ceza kesmiştir. Google’ın, alışveriş konusunda kendi hizmetlerini ön plana çıkartması, cezanın ana gerekçelerinden biriydi. Şirket benzer bir sebepten dolayı Türkiye’de de 482 milyon lira para cezasına çarptırılmıştı (https://www.bbc.com/turkce/articles/c20rqkee2ldo). Uygulanan bu cezaların ne kadar caydırıcı olabileceği ise tartışmalıdır. Nitekim oligopolleşme süreci çok uluslu şirketlerin çok hoşuna gidiyor çünkü bu şirketlerin herhangi birinin piyasa değeri ya da bir yıllık net karları bile pek çok ülkenin milli gelirini geri de bırakabilmektedir.
Son kertede cezaların ve yasal düzenlemelerin caydırıcılığı ile uygulanabilirliğinin artırılması yeterli olmuyorsa, rekabeti bozabilecek risklerin öngörülebilmesi ve daha erken müdahalede bulunulabilmesi için çalışmalar yapılması faydalı olacaktır. Zira piyasa ve rekabet dengesi bir kez bozulup, şirketler kurduğu avantajı kalıcı hale getirdikten sonra uygulanan cezalar, bozulan rekabet ortamını yeniden tesis etmek için yetersiz kalmakta ve gecikmiş bir müdahale niteliği taşıyabilmektedir.