Nüfus ithal edilmez! Çözüm popülizmde değil, gerçekçi politikalarda

By Deniz Özyakışır

Nüfus ithal edilmez! Çözüm popülizmde değil, gerçekçi politikalarda

By: Deniz Özyakışır

Son yıllarda Türkiye’de doğurganlık hızının düşmesi ve nüfusun yavaş yavaş gerilemeye başlaması akademik ve siyasi çevrelerde tartışılıyor. Ancak ne yazık ki bu ciddi meseleye bilimsel zeminde yaklaşmak yerine, sosyal medyada hamasi nutuklar ve popülist öneriler öne çıkıyor. Örneğin tarihçiliği bırakıp nüfus mühendisliğine soyunan İlber Ortaylı, “Fırat ve Dicle havzası, Türkiye için hem teknik hem demografik hem de siyasi açıdan hayati önem taşır.

Burada boşalan köyler, vakit kaybetmeden Asya’daki kardeş potansiyel nüfusla doldurulmalıdır” diyerek meseleyi son derece tehlikeli bir noktaya çekmiştir. Ortaylı’nın bıraktığı yeren nöbeti devralan Ramazan Kurtoğlu ise Twitter hesabından şu paylaşımı yaptı: “Pek çok ülke kısırlık problemine çare bulmak için araştırma yapıyor. Kore’nin 140 milyar dolar harcadığı diğer bazı ülkelerinde milyar dolarlar harcadığı belirtiliyor. Türkiye acilen başta Uygur Türkleri olmak üzere Türkistan Türklerine kapıları açmalı bu milli güvenlik meselesi!”

Bütün bu söylemler, bilimsel olmaktan ziyade gündemin nabzına göre şerbet vermeye dönük çıkışlardır. Bu tür nüfus mühendisliği hevesleri, ithal edilecek nüfusun dili, dini ve ırkı üzerinden tartışıldığı için ayrıca toplumsal barışı da tehdit etmektedir. Daha düne kadar Suriyeli sığınmacıların ülkeden gönderilmesini isteyen çevrelerin bugün aynı anda “Uygur Türklerini getirelim” çağrısı yapması, meselenin doğurganlık sorununa çözüm bulmaktan çok, milliyetçi damarı kaşıyarak toplumu manipüle etme çabası olduğunu göstermektedir. Oysa bir ülkenin nüfusu dışarıdan ithal edilmez.

Nüfusun artması için önce kendi vatandaşına güven vermek gerekir. Bugün gençler evlenmeyi, evlenenler ise çocuk yapmayı erteliyorsa sebepleri; hayat pahalılığı, işsizlik, barınma krizi ve çocuk yetiştirmenin ağır maliyetleridir. İnsanlar böylesi bir belirsizlikte geleceğe güvenle bakamazken, kimseye “çok çocuk yapın” demek gerçekçi bir yaklaşım değildir.

Çözüm dışarıdan nüfus getirmekte değil, içeride kendi insanının yükünü hafifletmektedir. İşsizliği azaltmadan, gençlere güvenli bir gelecek sunmadan, ailelerin barınma ve çocuk bakımı yükünü hafifletmeden nüfus artışı beklemek boş bir hayaldir. Ev, iş, ucuz kreş, kaliteli eğitim ve sağlık hizmeti sağlanırsa, insanlar çocuk sahibi olmaktan geri durmaz.

Üstelik Türkiye gibi orta gelir grubunda olan bir ülkede ekonomik faktörler daha da belirleyiciyken, yüksek gelir grubundaki ülkelerde ekonomik teşviklerin bile tek başına doğurganlığı artırmaya yetmediği görülüyor. Nitekim Temmuz 2025’te yayımlanan “Why Is Fertility So Low in High Income Countries?” (Yüksek Gelirli Ülkelerde Doğurganlık Neden Bu Kadar Düşük?) başlıklı NBER çalışması (https://www.nber.org/papers/w33989) şu çarpıcı bulguları ortaya koymuştur:

  1. Doğurganlık tarihsel olarak düşük seviyede: OECD ülkelerinin çoğunda doğurganlık oranı yenilenme sınırı olan 2,1’in altında.Japonya, Güney Kore, Singapur, Çin gibi ülkelerde doğurganlık oranı artık 1’in altına indi. ABD ve Avrupa’da da doğum oranları sürekli düşüyor.
  2. Artan çocuksuzluk & azalan doğurganlık: Yeni kuşaklarda çocuksuzluk oranı hızla artıyor. Özellikle ilk çocuk doğumunda ciddi azalma var. İkinci ve üçüncü çocuk oranı daha az etkileniyor. “Çocuk sahibi olmama” tercihi yaygınlaşıyor.
  3. Ekonomik teşviklerin etkisi çok sınırlı: Nakit yardımlar, çocuk başına ödenekler veya vergi indirimleri doğum oranını yalnızca küçük ölçüde artırıyor (%2-4). Hatta ABD, Avrupa ve Asya’da milyarlarca $ harcanmasına rağmen doğurganlık eğilimini tersine çevirmeye yetmemiş. “Biraz para vererek nüfusu artıramazsınız, etkisi kısa ve sınırlı.”
  4. Konut sahipliği güçlü etken: Araştırmalar, ev sahibi olanların doğurganlık oranının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ev fiyatlarının artışı ev sahibi olmayanlarda doğumları azaltırken, ev sahiplerinde artırıyor. Genç yaşta konut kredisine erişim ömür boyu daha yüksek çocuk sayısı ile ilişkilendirilmiş.
  5. Kariyer-çocuk çatışması: Modern toplumlarda kadınlar hem iş hayatında hem ailede rol üstlenmek zorunda. Kadınların doğum sonrası maaşları erkeklere kıyasla dramatik şekilde düşüyor. İş-yaşam dengesi politikaları (ücretsiz kreş, doğum izni) doğurganlığı anlamlı ölçüde yükseltmiyor, sadece zamanlamayı değiştiriyor.
  6. Asıl mesele değişen öncelikler: İnsanların yaşam öncelikleri değişiyor: kariyer, özgürlük, bireysel tatmin çocuk sahibi olmanın önüne geçiyor. 2005’te ABD’de kadınların %32’si “iş çok önemli” derken 2020’de bu oran %47. “Çocuk sahibi olmayı çok önemli gören gençler” sadece %22. Artık mesele “çocuk bakamam” değil, “çocuk istemiyorum.”
  7. Kültürel ve sosyal faktörler: Evlenme oranlarının düşmesi, dindarlığın azalması, sosyal medya ve popüler kültürde aile hayatının yorucu gösterilmesi doğurganlığı olumsuz etkiliyor. “Yoğun ebeveynlik” (çocuğa aşırı zaman ve kaynak ayırma) baskısı da gençleri çocuk yapmaktan uzaklaştırıyor.

Nüfus meselesinde ucuz popülizmden vazgeçilmeli

Özetle söylemek gerekirse, doğurganlıktaki düşüşün sebebi sadece ekonomik yük değil zihniyet ve öncelik değişimi olmuştur. Artık insanlar çocuk yapmayı bir “zorunluluk” değil, “tercih” olarak görüyor. Para yardımları, üç beş teşvik paketi ya da göstermelik desteklerle bu tabloyu değiştirmek mümkün değil. Kalıcı çözüm, toplumsal normları, kariyer-aile dengesini ve gençlerin geleceğe dair beklentilerini dönüştürmekten geçiyor.

Peki, Türkiye’de ne oluyor? Popülist söylemlerle konu sulandırılıyor. Sosyal medya hesaplarından bol takipçili, “anlı şanlı” profesörler, işin asıl sosyo-kültürel ve ekonomik kaynaklarını görmezden gelip en kolay yolu seçiyor ve milliyetçiliğe oynuyor. Çünkü biliyorlar ki bu ülkenin kısa vadede en çok alıcısı olan şey, ucuz popülizm ve hamaset dolu nutuklardır.

Bugün “Uygur Türklerini getirelim” dersiniz, yarın bir başkası çıkar “Suriye’deki Arapları, Irak’taki Kürtleri, İran’daki Azerileri getirelim” der. Ucu açık, son derece tehlikeli bir noktaya savruluruz. Bu tür nüfus mühendisliği hevesleri sadece toplumsal barışı değil, sosyolojik gerçekliği de hiçe saymaktır.

Ülkemizin 86 milyon nüfusu var ve bu nüfus kendine fazlasıyla yeter. Asıl mesele, bu insanlara güven verecek ciddi sosyal, kültürel ve ekonomik politikalar geliştirebilmektir. Gençler evlenmeyi, çocuk yapmayı erteliyorsa sebepler ortadadır. İşsizlik, güvencesizlik, barınma sorunu, eğitim ve sağlık maliyetleri, gelecek kaygısı vb. Çözüm, popülizm değil, bu sorunlara dokunabilmektir. Üstelik sadece ekonomik değil, sosyal ve kültürel alanlarda da büyük sorunlarımız var. Beton bloklarla dolu apart daireler, 1+0 stüdyo tarzı daireler, çocuk oyun alanları ve parkların olmadığı mimari yapılaşmalar doğurganlığı dolaylı olarak azaltıyor.

Çocuk yetiştirmeyi zorlaştıran bu kentleşme anlayışı, gençleri aile kurma fikrinden uzaklaştırıyor. Kısacası mesele yalnızca para değil ekonomik koşullarla birlikte sosyal ve kültürel zihniyet değişimi de doğurganlık oranını hızla aşağı çekiyor. Böylesi ciddi bir mesele karşısında bilim insanı dediğiniz kişi tribüne oynamaz, hakikati söyler. Bilimin namusu ve şerefi, birilerine şirin görünmekle değil, hakikati söylemekle korunur.

Gerçek bilim insanının sorumluluğu, meseleyi bilimsel araştırmalara dayanarak teşhis etmek ve çözümü de o zeminde tartışmaktır.

Nüfus ithalatı önermek değil!

“Nüfus ithal edilmez! Çözüm popülizmde değil, gerçekçi politikalarda” üzerine bir yorum

  1. Deniz Hocam İlber Ortaylı’nın bu çıkışı gerçekten bir bilim adamının yapmaması gereken bir çıkış. Evet ne amaçla yaptığı yazınızda da açıkladığınız üzere belli. Bu tarz mühendislik arayışından önce bu ülkedeki akademi sorunu bununla bağlantılı beyin göçü ile ilgili konuşması gerekirken yaptığı hesaplar gerçekten anlamsız.

    Yanıtla

Yorum yapın