Atatürk’ün söylediği “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü hepimiz biliriz. Günümüz Türkçesiyle söylersek, hayatta en doğru yolu bilim gösterir diyebiliriz. Bu söz ilk bakışta bilimin ve bilimsel düşüncenin önemini vurguluyor gibi görülüyor. Bilime inanmak, hayatın her alanının bilimle açıklanabileceğini düşünmek kulağa çok hoş geliyor. Ancak bir iddia kulağa hoş geliyorsa şüphelenmek gerekir.
Peki gerçekten de bilim hayatta her şeye yön verebilir mi? İnsanın ve toplumun tüm alanlarını irşad edebilir mi? Bilim bir metodolojik araç mıdır yoksa insanlara “doğru yol”u gösteren bir yüce hakem midir?
Bu sorulara cevap vermek için ilk önce önemli bir sınıflandırmaya ihtiyaç var. Hayatta neyin bilimin konusu olduğunu, neyin ise insanın öznel/subjektif değerlerinin ve tercihlerinin konusu olduğunu ayırabilmek önemlidir.

Hayatta bazı alanların bilimin değil tercihlerin konusu olduğunu anlayabilmek gerekir. Yoksa işin sonu totalitarizme kadar uzanır. Ne demek istiyorum? Gelin bu iddianın üstünü biraz kazıyalım.
İnsan hayatındaki her varlık alanının bilim ile anlaşılabileceğini düşünmek bilim fetişizmini daha doğru bir ifade ile bilimciliği doğuruyor. Bilimcilik (scientism), bilgiye uluşmanın tek kaynağının bilimsel yöntem olduğunu iddia eden bir ideolojidir. Bu görüş, felsefe veya vahiy yoluyla bilginin elde edilemeyeceğini savunur. Her bilginin deney ve gözlem ile elde edilmesi gerekir. Ancak insan düşünceleri, değerleri yaşam tarzları, adalet ve ahlak anlayışları doğa bilimlerinde olduğu gibi ele alınabilir mi? Adaletin, ahlakın, güzelliğin, iyi devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği, E=mc2 şeklinde bir bilimsellik ile bilinebilir mi?
Günümüzde genellikle bilimin önemini kavramış ve hatta bilimi meslek edinse bile, aydınlanmacı, pozitivist, totaliter ve sol fikirlerden etkilenmiş olan kişilerin zaman zaman bu tür iddialarda bulunduğu görülür. Bilim en gerçek rehberdir.
Bu anlayış, Auguste Comte’un pozitivist düşüncesinde, sosyal ve doğal fenomenlerin ampirik, niceliksel yöntemlerle incelenmesi ve normatif yargıların (etik, siyaset vb. hakkında) nihai olarak bilimin ortaya koyduklarına tabi olması demektir.
Bilimcilik, bilimsel otoritenin yöntemlerinin uygulanamayacağı alanlara abartılı bir şekilde genişletilmesidir. Örneğin etik, estetik, nihai anlam, iyi, güzel, ahlaklı yaşam, doğru, adalet, hak gibi konularında bilim bize bir şey söyleyemez. Bu değerler tamamen insan tercihlerinin, anlayış biçimlerinin ve davranışlarının alanıdır. Bilimin alanı değildir.
Bilimcilik, genellikle kolayca sayısallaştırılamayan diğer anlayış biçimlerine (edebiyat, din, felsefe) karşı küçümseyici bir tutumu ima eder. Bilimi koşulsuz olarak “en doğru” rehber ilan etmek, bilimi yalnızca metodolojik bir araç olarak değil, tüm soruların üstünde bir tür yüce hakem olarak kullanmak anlamına gelir. Bu ise insan deneyiminin, kültürel zihninin yoksullaşmasına yol açar.
Fen bilimleri kişiye özel kültürel düşünceler, tercihler ve inançlarından bağımsız olarak ilerler. Ancak sosyal bilimler, fen bilimleri kadar kesin, mutlak ve yüce hakem konumunda değildir. Sosyal bilimlerin iktisat gibi bazı alanları, sayısal veriler ile ve ekonometrik modelleri araç olarak kullanarak bazı sonuçlara ulaşır. Ancak sosyal bilimlerdeki sonuçların çok azı fen bilimleri gibi “yasa” kategorisindedir. Nihayetinde sosyal bilimler de insan davranışlarının, tercihlerinin incelenmesine dayanmaktadır ve insanlar değişir.
Bilimcilik aşırılığı, “ölçülemezse önemi yoktur” zihniyetini besliyor. Sonunda, laboratuvar kontrolüne tabi olmayan ahlaki, estetik ve varoluşsal boyutları ihmal ediyor. Bilimcilik bilimin en hakiki irşada giden en kesin yol olduğunu savunan pozitivist inancı yansıtıyor.
En hakiki mürşit, mutlak bir ifade olarak kullanıldığında, bilimcilik‘e kayarak, bilimsel yöntemi insanlığın bilgi edinme yöntemlerinden biri olmaktan çıkarıp bilimi metafizik bir inanç haline getiriyor.
Birey hayatında iyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın ne olduğu büyük ölçüde görecelidir. İnsanın hangi değerler sistemini referans aldığına göre değişir. Değer yargıları, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. İnsan düşünce ve davranışları söz konusu olduğunda “doğru”nun ne olduğu konusunda fizikteki planck sabiti gibi mutlak referans noktaları bulmak çok zordur.
Evrensel bazı ilkeler vardır. Kadim geçmişten beri birtakım saldırganca eylemler suç sayılmıştır. Ancak birey ve toplum hayatının geniş yelpazesinde ve karmaşık ilişkiler ağı içinde, sosyal hayata yön verecek bilim yoluyla herkes için geçerli doğru yollar, davranışlar tespit etmek mümkün değildir. Üstelik bunu kamu politikası ile uygulayabilme iddiaları ise insan özgürlüğünü ortadan kaldırır.
Oysa ki nasıl daha iyi yaşanacağı, neyin “doğru” olduğu, hangi tercihlerde bulunularak daha iyi bir toplumun ortaya çıkacağı konusunda kesin ve net referans noktaları yoktur. İnsan yaşamı, düşünceleri büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Pek çok farklı fikir ve yol vardır. Bir kesim, kendi bilimsel sosyalizmini mutlak bilimsel doğru gibi başkaları için referans olarak gösterebilir ancak bu propagandadan başka bir anlam taşımayacaktır.