Bu yazıda sembolik olarak matruşka figürünü temel alarak totaliter ve tek tipçi yönetim biçimlerinin yapısal zaafları, örnek uygulamalar üzerinden incelenmektedir. Tek merkezli karar alma süreçleri, benzerlik üzerine kurulu hiyerarşiler ve çoğulculuktan uzak yönetim tarzlarının uzun vadeli verimsizliklerine odaklanılmıştır. Tarihsel ve güncel örnekler aracılığıyla, bu tarz yönetimlerin kriz karşısındaki adaptasyon yetersizliği ve meşruiyet sorunları tartışılmaktadır. Son olarak, çoğulcu, yatay ve açık sistemlerin sürdürülebilirliğine dikkat çekilmektedir.
Toplumsal yönetim biçimleri tarihsel olarak merkeziyetçilik ve çoğulculuk arasında dalgalanmıştır. Bu bağlamda matruşka figürü, merkezileşmiş ve tek tipçi sistemlerin sembolik bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Her biri bir öncekine benzeyen, iç içe geçmiş ahşap bebeklerden oluşan matruşka, totaliter yapıların hiyerarşik tekdüzeliğini temsilen güçlü bir metafor sunar.
Totaliter Yapılar ve Matruşka Metaforu
Totalitarizm, bireyin değil devletin merkezde olduğu, karar alma süreçlerinin yukarıdan aşağıya dikte edildiği sistemleri tanımlar (Arendt, 1951). Bu sistemlerde, iktidar yapısı çok katmanlı ancak benzer biçimde organize edilmiştir. Bürokrasi, siyaset ve hatta eğitim gibi alanlarda, lider figürünün yansıması olan küçük liderlikler oluşur. Her katman, bir üst katmanın sadık bir kopyası haline gelir. Bu durum, bilgi akışında ve eleştirel düşünmede ciddi sorunlara yol açar (Linz, 2000).
Matruşka sisteminde her figür, bir diğerine benzer ve kendi içindekini taşıyacak biçimde kurgulanır. Bu, totaliter sistemlerin yalnızca görünürde çok katmanlı olduğunu, ancak içerik bakımından tek bir merkezin tekrarından ibaret olduğunu gösterir. İktidar, farklılıkları tehdit olarak görür; bu yüzden çeşitlilik değil, benzerlik ödüllendirilir. Böyle bir yapı, zamanla kendi içinde bir yankı odası yaratır. Alt kademeler, sadece üst makamların duymak istediği şeyleri tekrar eder; bu da hem içgörü eksikliğine hem de sistemin dışsal gelişmelere karşı körleşmesine yol açar (Scott, 1998).
Tarihsel ve Güncel Örnekler
Stalinist Sovyetler Birliği, bürokratik aygıtı aracılığıyla matruşka sisteminin klasik bir örneğini sunmuştur. Her yönetsel katman, partinin merkezine benzeyen küçük hücreler olarak örgütlenmiştir. Benzer bir yapı Mao Çin’inde de görülür; “Büyük İleri Atılım” gibi projeler, yukarıdan belirlenen hedeflerin eleştirisiz biçimde uygulanmasına dayanmış, milyonlarca insanın hayatına mal olan sonuçlar doğurmuştur (Dikötter, 2010).
Yirmi Birinci Yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamış dünyada, sözde kadim geleneğe sahip toplumlarda bile bu etkinsiz rejim tercih edilmeye devam edilmektedir. Sözüm ona dijitalleşme çağında bile matruşka sisteminin izlerine rastlamak mümkündür. Lider merkezli, çoğu zaman kişiselleşmiş siyaset anlayışları, kurumların bağımsızlığını zayıflatmakta ve benzerlik dayatmasına devam etmektedir. Sosyal medya algoritmaları bile bireyleri benzer içeriklere maruz bırakırken, toplumun farklı renklerini filtreleme eğilimindedir (Morozov, 2011).
Matruşka Sisteminde Etkinlik Sorunu
Tek tipçiliğe dayalı yönetim biçimleri, başlangıçta yüksek kontrol sağlasa da; öğrenen, gelişen ve yenilenen bir organizasyon yapısı sunamaz. Eleştiri mekanizmalarının ortadan kalkması, sistemin kendi hatalarını fark edememesine neden olur (Habermas, 1984). Bu durum, krizlere geç müdahale edilmesine ve toplumsal memnuniyetsizliklerin artmasına yol açar. Sovyetlerin çöküşü ya da Arap Baharı gibi tarihsel kırılma noktaları, bu tarz sistemlerin kendi yükünü taşıyamadığı anlara işaret eder.
Oysa yatay ve çoğulcu yönetim modelleri, farklılığı bir tehdit değil, bir zenginlik olarak görür. Katılımcı demokrasi, yerinden yönetim ve şeffaflık, bu tür sistemlerin temel ilkelerindendir. Açık sistemler, çevresel değişimlere daha esnek tepki verebilir, kendi hatalarını görme ve düzeltme kapasitesine sahiptir (Ostrom, 1990). Bu tür yapılar, her bireyin eşsizliğini tanır ve benzerlik yerine işlevsel çeşitliliği esas alır.
Tür(kiye) mi, Matruş(kiye) mi?
Matruşka sisteminin temel özelliği, tüm kararların merkezde toplanması ve alt kadroların bu merkezi figürü taklit etmesi olarak düşünülecek olursa, temel soru 2018 sonrası Türkiye’de, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile yürütmenin tek bir kişide toplanmış olması, bakanların doğrudan Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olmaları gibi etkinlik denemelerinin yapılması, matruşka sistemindeki gibi her kademede yukarının gölgesinde hareket eden bir yapının ortaya çıkmasına neden olup olmadığı merkezinde cereyan etmiştir. Bunun anlaşılabilmesi için kuşkusuz rejimin yaşama geçtiği dönemin başında günümüze kadar ortaya çıkmış olan genel manzaraya göz atmak yeterli olacaktır.
Matruşka sisteminde, yukarıdakine benzeyen kişiler seçilir; farklılıklar bir tehdit olarak algılanır.
Türkiye’de söz konusu süreçte, üst düzey kamu görevlileri ve bürokratlar genellikle benzer ideolojik eğilimlere sahip olan, genellikle liyakat eksenli değil sadakat odaklı isimlerden oluşmaya başlamıştır. Bu durum, eleştirel düşüncenin bastırıldığı bir bürokratik ve yönetsel yapı doğurmuştur. Doğrudan veya dolaylı biçimde eleştiri gibi “aklın ve vicdanın bir göstergesi olarak Tanrısal bir lütuf olan” enstrümanlara yönelenlerin sistem dışına itildiği görülmektedir.
Matruşka sisteminde her kurum bir diğerinin gölgesindedir. Sadece özgürlük değil özgünlük de kaybolmuştur. Türkiye’de, yasama ve yargı organlarının yürütmeden bağımsızlığı anayasal olarak korunuyor gibi görünse de, pratikte rejim değişikliğini müteakiben her geçen süre içerisinde birçok kurumsal yapı yürütmenin doğrudan veya dolaylı etkisi altına girmiştir. RTÜK, BDDK, TÜİK gibi teknik bağımsızlığı olması gereken kurumlar, siyasi merkezle “aynı hizaya” gelmiş görüntüsü vermektedir. Bu manzara çok sesliliğin değil, tek tipleşmenin hâkim olduğunu gösterir.
Matruşka sistemi, alt kademelerde gerçek verilerin değil, üst makamın duymak istediği bilgilerin yukarıya taşınması anlamına gelir. Bu bağlamda örneğin ekonomik göstergelerin, özellikle TÜİK üzerinden zaman zaman şeffaflık ve güvenilirlik açısından tartışma konusu olduğu görülmekte, yerel yöneticilerin, merkezin hassasiyetlerine göre açıklamalar yaptığı, krizleri bastırmak yerine “iyi haberlerle” süreci geçiştirmeye çalıştığı görülmektedir.
Matruşka sisteminde alt düzeylerin sistem üzerinde anlamlı bir etkisi yoktur; katılım yüzeyseldir. Meclisteki temsilciler sadece el kaldırma ve indirme aygıtları gibi bir işleve sahiptir. Üniversite senatoları, farklı görüşlerin tartışıldığı akademik mekanlar olmaktan ziyade rektörlerin fantezilerine hizmet eden araçsal organlar haline dönüşmüştür. Akıl ve rasyonellik üzerinde hazan rüzgarları esmiştir, küçük sinsi ve intikamcı hesaplar her yanı sarmıştır.
Türk tipi başkanlık sisteminde ise meclisin yasama yetkisi zayıflamış, kararname mekanizmasıyla yürütme yetkisi genişlemiş, 1990’larda çokça şikayet edilen “hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukudur bu” eleştirileri sadece rafa kaldırılmakla kalmamış farklı bir formatta ve genişletilerek dört nala uygulamaya konmuştur. Demokrasinin olmazsa olmazı sayılan, bu günkü iktidarın da geldiği temel platform olan muhalefetin yönetişim süreçlerine katılımı büyük oranda sembolik hale gelmiştir. Böylesi bir bulanık suda, her an bir şekilde terörize edilme riskine maruz kalma potansiyeline sahip toplumun farklı kesimleri, karar alma süreçlerinin gerçek katılımcıları olmaktan hızla uzaklaşmıştır. Büyük bir şiddet ortamına maruz kalmış insanların içine kapanmalarına benzeyen bir travmatik toplumsal yapı zuhur etmiştir.
Matruşka sistemi kendi içinde döndüğü, kendisini tekrar ettiği için yenilenemez özellik taşımaktadır. 2018 sonrası Türkiye’de ekonomi, eğitim, adalet gibi temel alanlarda yenilikçi ve çok paydaşlı politikalar üretme yerine, tekrarlayan ve merkezi söylemlerin hâkim olduğu bir yönetişim tarzı oluşmuştur. Bu da sistemin hem iç dinamiklerle hem de dış dünyayla olan etkileşimini zayıflatmıştır.
Türk tipi başkanlık sistemi, yapısal olarak matruşka sistemiyle birçok yönden benzeşmektedir. Bu benzerlikler merkeziyetçilik, tek tip kadrolaşma, eleştiriye ve gelişime kapalı hiyerarşi, gerçeklikten kopmuş bilgi akış mekanizmaları ve katılım eksikliği gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır. Bu benzerlikler, sistemin uzun vadede verimsizlik, toplumsal kutuplaşma ve kriz yönetiminde yetersizlik gibi problemlerle karşı karşıya kalmasına neden olabilir.
Sonuç
2018’de yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, yürütme erkini tek elde toplayarak yeni bir siyasal yapılanmaya yol açmıştır. Bu sistem, anayasal düzlemde başkanlık sistemi olarak tanımlansa da, uygulamada ciddi bir merkezileşmeye ve bürokratik dikeyleşmeye neden olmuştur. Bu bağlamda, söz konusu yönetim modeli ile bu çalışmada kavramsallaştırılan “matruşka sistemi” arasında dikkat çekici benzerlikler bulunmaktadır.
Her şeyden önce, matruşka sisteminin temel mantığı olan benzerlik yoluyla organizasyon, Türk tipi başkanlık sisteminde özellikle kamu kurumları ve bürokrasi düzeyinde belirginleşmiştir. Bakanlar, danışmanlar, rektörler ve üst düzey bürokratlar; genellikle merkezi otoriteyle ideolojik veya kişisel yakınlığa göre belirlenmekte, bu da kurumsal özerklikleri zayıflatmaktadır. Sadakat esaslı kadrolaşma, sistemin farklı bakış açılarını dışlamasına neden olmuş ve eleştiri mekanizmalarını zayıflatmıştır.
Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yasama yetkisinin büyük kısmının yürütmeye devredilmiş olması, meclis denetiminin zayıflamasına yol açmıştır. Bu durum, karar alma süreçlerinin yukarıdan aşağıya tek merkezden yönetilmesine imkân tanımakta, alt kademeler ise daha çok bu kararların taşıyıcısı haline gelmektedir. Tıpkı matruşka figürlerinde olduğu gibi, alt düzey yöneticiler de kendi inisiyatiflerinden çok, üst iradeyi tekrar eden bir konumda durmaktadır.
Buna ek olarak, Türkiye’deki bağımsız olması beklenen kurumların (örneğin TÜİK, RTÜK, YÖK, BDDK) siyasal merkezle uyumlu hareket etmeye başlaması, kurumsal iç içeliği derinleştirmiştir. Her bir kurum, giderek daha fazla üst yapı organının bir yansıması gibi işlev görmekte, bu da bilgi üretimi, kriz yönetimi ve kamu politikalarında gerçeklikten kopukluk riskini artırmaktadır.
Sistemin demokratik katılım açısından da sorunlar ürettiği görülmektedir. Yerel yönetimlerin merkezi idareyle ilişkisi, giderek merkeziyetçi bir düzene oturtulmuş; sivil toplumun karar süreçlerine etkisi büyük oranda azalmıştır. Bu durum, çoğulculuğun zayıflamasına, toplumsal meşruiyetin daralmasına ve özellikle kriz anlarında (örneğin ekonomik dalgalanmalar, afet yönetimi) merkezden gelen tek tipçi müdahalelerin yetersiz kalmasına neden olmaktadır.
Ezcümle, böyle bir başkanlık sisteminin kurumsal yapısı ve işleyiş tarzı, matruşka sisteminin temel nitelikleriyle örtüşmektedir. Merkezileşme, tektipleşme, yukarıya göre konumlanma ve katılım eksikliği gibi temel sorunlar ilk bakışta göze çarpmaktadır. Bu yapı, ilk etapta etkin görünse de, uzun vadede yönetişimde esneklik kaybı, bilgi akışında filtrelenme ve demokratik temsilde daralma gibi sorunları beraberinde getirmektedir.
Matruşka sistemi, sembolik anlamda totaliter ve tek tipçi yönetimlerin içsel kapanmışlıklarını temsil etmektedir. Bu yapıların uzun vadede sürdürülebilir olmadığı, tarihsel ve güncel örneklerle açıkça ortaya konmuştur. Farklılığı dışlayan, yukarıdan aşağıya benzerlik inşa eden bu sistemler; krizlere kapalı, yaratıcılığa düşman ve katılıma ilgisizdir. Bu nedenle, 21. yüzyılın karmaşık toplumsal yapıları için önerilen yönetişim biçimi; daha yatay, daha katılımcı ve daha açık yapılara dayanmalıdır. Geleceğin yönetim modeli matruşka değil; açık, çok sesli ve demokratik bir mozaik olmalıdır.
Kaynakça
- Arendt, H. (1951). The Origins of Totalitarianism. New York: Harcourt Brace.
- Dikötter, F. (2010). Mao’s Great Famine: The History of China’s Most Devastating Catastrophe, 1958-1962. Bloomsbury.
- Habermas, J. (1984). The Theory of Communicative Action, Vol. 1. Boston: Beacon Press.
- Linz, J. J. (2000). Totalitarian and Authoritarian Regimes. Boulder: Lynne Rienner.
- Morozov, E. (2011). The Net Delusion: The Dark Side of Internet Freedom. PublicAffairs.
- Ostrom, E. (1990). Governing the Commons: The Evolution of Institutions for Collective Action. Cambridge University Press.
- Scott, J. C. (1998). Seeing Like a State: How Certain Schemes to Improve the Human Condition Have Failed. Yale University Press.