Giriş
Zohran Mamdani’nın New York City’deki seçim zaferi bağlamında 2025 yılında bu kentin ilk Müslüman ve Demokratik Sosyalist başkan adayı olarak öne çıkışı, dünya genelinde özellikle Batılı demokratik kentler açısından güçlü bir sembol olarak ortaya çıkmıştır. Mamdani’nin elde ettiği bu zafer ile demokratik sosyalizmin Müslüman dünyanın sorunlarının çözümünde yeni bir umut olarak doğup doğamayacağı sorusu bu anlamda önem kazanmıştır. Bu noktada hem sembolik hem pratik düzeyde ortaya çıkan yeni bir umuttan söz edilebilmesine rağmen önemli kısıtlılıkların varlığından da söz edilebilir.
Bu eksende (1) Bu beklenmedik zaferin anlamı ve taşıdığı potansiyel, (2) Müslüman dünyaya uygulanabilirliği ve olası sınırlılıklar (3) Yeni bir umut olarak ortaya çıkma koşulları ile dikkat edilmesi gereken risklerin ele alınması bir zaruret olarak öngörülebilir.
1) New York’taki seçim zaferinin anlamı ve taşıdığı potansiyel
Mamdani, oldukça genç denebilecek bir yaşta (34), inandığı Demokratik Sosyalist görüşlerle yarışan bir aday olarak New York Belediye Başkanlığı’na seçilmiştir. Bu durum solun genç-çoğulcu bir adayla başarıya ulaşabileceğine dair inançları pekiştirmiştir. Amerikan siyasetinde, statükoyu arkasına almış lobilerin olanca mukavemetine rağmen ender rastlanan bir zaferin ortaya çıkması üzerinde derin araştırmaların yapılması gerekmektedir.
Daha önemlisi, Mamdani’nin açık biçimde ve gururla telaffuz etmekten çekinmediği Müslüman kimliğiyle elde edilen bu zafer hem Müslüman kimliğin ABD’li seçmenler üzerinde yarattığı olumlu etki hem bu kimliği nedeniyle maruz kaldığı İslamofobi karşıtı tutumlar dikkate alındığında beklenmedik bir sonuç doğurmuştur. Bu gelişme Müslüman kimliği taşıyan aktörlerin gelişmiş demokratik sistemlerde görünür siyasal aktörler haline gelebileceğine dair inancı pekiştirmiştir. Bu gelişmeyi hem geleneksel makbul Amerikan WASP (White, Anglo-Sakson, Protestan) elitlerinin tekelinde olan kimlikte bir değişim hem de göçmenlik karşıtı politikalara karşı direniş olarak okumak mümkün görünmektedir.
Bu zafer aynı zamanda demokratik sosyalizme olan ilginin, özellikle genç ve kentli seçmenler arasında, beklenmedik biçimde yükselebileceğine yönelik bir işaret olarak yorumlanabilir. Seçim kampanyasında savunduğu kira kontrolü, ücretsiz toplu ulaşım, on binlerce sosyal konut inşa etme taahhüdü gibi ekonomik adalet temaları, dünyadaki pek çok tecrübede fiyaskoyla sonuçlanan sosyalist hareketlerin yeni ve güvenilir bir misyonla yeniden inandırıcılık boyutuna ulaşabileceğini göstermektedir.
Pratik sonuçları açısından elde edilen bu zafer, demokratik sosyalist politikaların sadece marjinal çevrelerde değil, büyük kentlerde yerleşik pek çok kesim nezdinde başarıya ulaşabileceğini göstermiştir. Dolayısıyla bu tür bir politik modelin “uygulanabilir” olduğuna dair ilk sinyaller ortaya çıkmıştır.
Bu zafer New York gibi kozmopolit bir göçmen kenti yerine herhangi bir Müslüman ülkenin başkentinde elde edilebilir miydi? Örneğin, 20 yıldır İstanbul’da yaşayan iyi eğitimli Suriye kökenli bir aday olarak büyükşehir belediye başkanlığına talip olsaydı ve aynı söylemlerle arzı endam etseydi İstanbul seçmeni nezdinden hatırı sayılır bir anlam taşıyabilir miydi? Veya Kahire’de uzun yıllardır yaşayan Lübnan’lı bir Hristiyan olarak benzer bir deneyim yaşamak isteseydi nasıl bir netice elde edilirdi? Bunlar zor sorular kuşkusuz ve cevabını herhangi bir İstanbullu veya Kahireli seçmenin izanına havale ediyorum.
ABD’de, kapitalizmin kalesinde yaşayan Müslüman seçmenlerin bu tarz sol, eşitlikçi ve adaletçi politikalara gösterdiği duyarlılığın anlaşılması bakımından da bir hayli ilginç olan bu sonuç başka müslüman ağırlıklı metropollerde aynı sonucu gösterir miydi bilinmez ama ABD’de Müslüman seçmenlerin Mamdani’ye verdiği yoğun destek ayrı bir inceleme konusu olarak değerlendirilebilir.
Bu bağlamda, Mamdani’nin zaferi kozmopolit kentlerde yaşayan her tür kimlik sahipleri için “umut verici” bir işaret olarak düşünülebilir. Özellikle demokratik sosyalizmin Müslüman kimliği taşıyan bir lider tarafından zafere ulaşması, hem Müslüman dünyadaki değişim dinamikleri hem de global solun çoğulcu kimliklerle buluşması açısından önemli bir potansiyel taşımaktadır.
2) Müslüman dünyaya uygulanabilirlik ve sınırlamalar
Bu tartışmadaki can alıcı noktaya gelecek olursak, Müslüman dünyada bu seçim zaferinin nasıl bir anlam taşıdığı konusunda fikir yürütmemiz gerekecektir. Burada “Müslüman dünya” derken, hem Orta Doğu, Kuzey Afrika, Güney Asya’daki Müslüman çoğunluklu ülkeler; hem de Müslüman toplulukların yaşadığı azınlık durumundaki ülkelerdeki politik ortamları ele alabiliriz. Bu bağlamda, Mamdani modelinin başarı faktörlerinin anlaşılmasında dikkat edilmesi gereken noktalar bulunmaktadır.
Öncelikle bu bölgelerde farklı siyasal ve toplumsal koşulların mevcudiyeti düşünüldüğünde, Müslüman dünyada devlet–toplum ilişkileri, demokrasinin kurumsallaşması, yargının bağımsızlığı, sivil toplumun gücü gibi unsurlar Batılı kentlerle kıyaslandığında genellikle daha kırılgan veya farklı dinamiklere sahip bulunmaktadır. Bu kırılganlıklar demokratik sosyalist politikaların savunulmasını ve uygulanabilirliğini sınırlamaktadır.
Buna ek olarak söz konusu coğrafyalarda uygulanan ekonomik altyapılar, uluslararası bağımlılık unsurları, petrol gelirlerinin belirleyiciliği, zaman zaman ortaya çıkan jeopolitik müdahaleler vb. faktörler farklılıkları körüklemektedir. Demokratik sosyalizm modelinin alt yapısını oluşturan güçlü kamu hizmetlerinin var olmaması, sosyal güvenlik ağları gibi mekanizmalardaki zayıflıklar uygulamada problem yaratma potansiyeline sahiptir. Hepsinden öte siyasal kültür genellikle buyurganlığa ve otoriteryenizme dayalı olarak şekillenmiş olduğu için aşağıdan yukarıya doğru hareketliliklerin başarıya ulaşma şansı sınırlı görünmektedir. Mısır’daki müslüman kardeşler hareketinin geçirdiği yüz yıllık talihsiz süreç ve Türkiye’deki milli görüş çizgisinin seküler kemalizmin dindar görünümlü bir türüne evrilmesi bu dünyanın iki gözde ülkesinin esaslı bir dönüştürme kapasitesine sahip olma olmadığını kanıtlamaktadır.
Kimlik ve kültür inşası bağlamında da ciddi bir tarihsel boşluğun mevcudiyeti göze çarpmaktadır. Müslüman çoğunluklu toplumlarda kimlik, din, etnisite gibi faktörler siyaset üzerinde güçlü belirleyiciler olduğu için bu ülkelerde algılanmış olan “sol/sağ” ayrımı farklı şekilde yapılandırmıştır. Bu anlamda demokratik sosyalizmin klasik programı (emek-özgürlük-ekonomi eşitliği) ile yerel kimlik-din-politik dinamiklerinin uyumu kolay bir imtizaç hali taşımamaktadır.
Bu yazının başrol figürü olan Mamdani’nin Müslüman kimliği Batı bağlamında ön planda olmuştur ve bu bağlam kendi içinde bir “azınlık kimliği” ile politikleşmiştir. Bu kontekst Müslüman çoğunluklu ülkelerle birebir örtüşme potansiyeline sahip bulunmamaktadır.
Kısaca benzer bir model aktarımı için sınırlamalar bulunmaktadır. Batılı kentlerde güçlü yerel yönetimler, görece şeffaf seçim sistemleri, sivil toplum aktörleri bulunurken, birçok Müslüman ülke bu ölçekte demokratik işleyişlerden yoksun durumdadır. Yerelden merkeze ulaşmaya çalışma çabaları, tam iki bin beş yüz yıl hapis cezası talebiyle yargılanan sabık İstanbul belediye başkanı örneğinde görüldüğü gibi, işleyen demokratik süreçlerin bir sonucu olarak, üstelik benzer bir yoldan geçerek merkezi ele geçirmiş güçler tarafından paradoksal biçimde engellenmektedir.
Üstelik demokratik sosyalizm politikalarının finansmanı, yüksek vergiler, yeniden gelir dağılımı araçlarının harekete geçirilmesi, güçlü vergi kurumları ve kamu maliyesi denetiminin varlığını gerektirmektedir. Bu kapasitenin zayıf olduğu yerlerde uygulama pragmatik bariyerlere muhatap olmaktadır.
Dolayısıyla, Mamdani’nin seçim zaferinin bir “model” olmakla birlikte, doğrudan “Müslüman dünyada demokratik sosyalizm” adı altında geniş bir reçetenin uygulanabileceğine yol açması aşırı iyimser bir bakış açısı olacaktır. bu anlamda daha çok, “ilham verici bir sembol” olarak değerlendirilmelidir.
3) Yeni umut oluşturma koşulları ve riskler
Her şeye rağmen umut oluşturma yönünde koşullar tezahür edemez mi? Bunun için öncelikle yerel ölçekte başarılı politikaların geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Mamdani gibi yerel düzeyde (kente yönelik) politikalarla başlayan bir süreç, daha sonra ulusal bağlamlara ilham kaynağı olabilir. Örneğin Müslüman ülkelerde büyük şehirlerde deneysel demokrasi-sol politikalar uygulanabilirse sosyalizmin insanlığın vicdanı olma potansiyelinin de harekete geçirilmesi söz konusu olabilir.
Ayrıca çoğulcu kimlikler ile eşitlikçi ekonomi politikalarının birleştirilmesi iktiza etmektedir. Zira Müslüman kimliği taşıyan bir liderin, demokratik sosyalizm çizgisinde eşitlikçi politikaları savunması görünürlük ve meşruiyet açısından önemli bir ön koşul oluşturabilir. Ayrıca küresel bağlar ve ağların mevcut tabloyu daha kalıcı hale getirmesi de gerekli görünmektedir. Nitekim Mamdani’nin seçim zaferi uluslararası sol hareketler ve diasporalar tarafından da geniş ölçekte ilgi görmüştür. Bu tür uluslararası ağlar Müslüman dünyadaki aktörlerle bilgi ve tecrübe paylaşımına imkân sağlayabilir.
Diğer yandan mevcut manzaranın bizatihi kendisi için de hala çeşitli risk alanları söz konusu olabilir. “Sembolik zaferin” pratikte dönüşüm yaratmaması riski bunlardan biridir. Mamdani’nin zaferi büyük ölçüde şimdilik sembolik bir anlam taşımaktadır. Burada önemli olan yönetişim kalitesinin ortaya çıkıp çıkmayacağı, politikaların uygulanma şansının bulunup bulunmayacağı ve sonuçlarının görünür olup olmayacağı gibi ön koşullardır. Benzer riskler Müslüman dünyada ortaya çıkması olası herhangi bir bir demokratik sosyalist lider için de geçerli olacaktır.
Bunlara ek olarak kimlik politikasının ekonomi politikalarını baskılaması riskine de yer vermekte yarar olabilir. Eğer liderin kimliği ve ideolojik duruşu ön plana çıkarılırken ekonomi/yerel yönetim performansı ihmal edilirse, beklentiler karşılanmayabilir ve iyimser manzara bütünüyle kaybolur ve süreç geri tepebilir.
Mamdani tarafından çakılan kıvılcımın Müslüman dünya için başka risk unsurları olarak dış müdahaleler, jeopolitik baskılar ve yerel elitlerin direnişinde görülebilir. Müslüman dünyada sol hareketler genellikle yerel elitlerle işbirliği içerisinde, otoriter bir yapılanma türüne bürünmüş biçimde ve dış güçlerle daha karmaşık ilişkiler içinde tezahür etmiş olabileceğinden demokratik sosyalist politikaların uygulanması bu dünyada zorlaşabilir.
Sonuç
Mamdani’nin zaferi, demokratik sosyalizmin Müslüman kimliği taşıyan liderler aracılığıyla görünür olabileceğini ve deneyimlenebileceğini gösteren güçlü bir umut işareti olarak sunulabilir. Ancak bu, doğrudan “Müslüman dünyada demokratik sosyalizm devrimi” anlamına gelmeyecektir.
Daha gerçekçi biçimde Mamdani’nin zaferi özellikle genç, kentli, çoğulcu ve adalet arayan Müslüman seçmenler açısından bir dönüm noktası olabilir. Bu niteliklere sahip bir kitlenin Müslüman dünyadaki karşılığı ise mevcut manzara dikkate alınırsa yeterli bir potansiyele sahip görünmemektedir.
Bunun Müslüman dünyada yenilikçi bir sol dönüşümün başlangıcı olabilmesi için yerel düzeyde deneyimlerin, güçlü demokratik kurumların, ekonomik eşitlikçi politikaların ve sivil toplumun dayanışmasının bir arada ilerlemesi iktiza etmektedir.
Kısaca bu sürecin önündeki büyük kurumsal, kültürel ve jeopolitik engeller göz önünde bulundurulduğunda, hastalığın tedavisinde kesin etkili bir reçete olarak değil daha çok bir ilham kaynağı olarak ele alınmasının daha sağlıklı bir orta yol olarak belirginleşeceği iddia edilebilir.