Donald Trump’ın başkanlık döneminde şekillenen “Önce Amerika” politikası, ABD’nin geleneksel küresel liderlik rolünden önemli bir sapmayı temsil eder. Demokrasi, insan hakları ve çok taraflı kurumlara verilen destek yerine, bu politikayla Washington, kısa vadeli ve işlemsel bir diplomasi anlayışını benimsemiş, “havuç-sopa” yöntemleriyle somut çıkarlarını önceliklendirmiştir. Ancak bu yaklaşımın, özellikle Latin Amerika’da Çin’in etkisini artırmasına yol açan beklenmedik sonuçları olmuştur. Bu yazıda, “Önce Amerika” politikasının bölgede yarattığı stratejik boşluklar ve Çin’in bu boşlukları nasıl doldurduğu analiz edilecektir.
1. Ticaret Savaşlarının Çifte Etkisi: Latin Amerika’nın Kazancı, ABD’nin Kaybı
Trump’ın Çin’e karşı başlattığı gümrük vergileri, ABD tarım sektörüne darbe vururken, Latin Amerika ülkeleri için beklenmedik bir fırsat yarattı. Çin, soya ve mısır ithalatını ABD yerine Brezilya, Arjantin ve Uruguay’dan artırdı. Benzer şekilde, nadir toprak elementleri gibi stratejik kaynaklarda da Çin, Brezilya gibi alternatif tedarikçilere yöneldi. ABD’nin çelik ve alüminyuma getirdiği ek vergiler, Latin Amerika’nın Çin, Avrupa ve Asya pazarlarına yönelmesini hızlandırdı. Ancak bu kayma, ABD pazarındaki kayıpları tam olarak telafi edememekte, hatta bazı ülkelerin uzun vadede ABD ile yeniden müzakere zorunluluğunu artırmaktadır.
2. ABD’nin Güvenilirlik Krizi ve Çin’in Yumuşak Gücü
“Önce Amerika” söylemi, Latin Amerika’da ABD’nin “güvenilir ortak” algısını zedeledi. USAID programlarının kesintiye uğraması, dış yardımların “çıkar odaklı” olarak yeniden yapılandırılması ve hükümet kapanışları gibi istikrarsızlıklar, bölgede ABD’nin uzun vadeli taahhütlerine duyulan güveni sarstı. Buna karşılık Çin, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında sağladığı altyapı kredileri, COVID-19 dönemindeki tıbbi malzeme desteği ve kültürel değişim programlarıyla “kârlı iş birliği” imajını pekiştirdi. Özellikle ekonomik kırılganlığı yüksek ülkelerde, Çin’in şartlılıktan uzak ve pragmatik yaklaşımı cazip hale geldi.
3. Çok Taraflılıktan Çekilme: Çin’e Alan Açılması
ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü ve Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, Çin’in küresel kurumlarda liderlik iddiasını güçlendirdi. Örneğin, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) Genel Sekreterliği seçimlerinde Çin, Surinamlı aday Albert Ramdin’e destek vererek bölgedeki etkisini kurumsal düzeye taşımaya çalıştı. ABD’nin finansal katkılarını azaltması, bu kurumların Çin tarafından şekillendirilen normlara açık hale gelmesine yol açabilir.
4. İstihbarat ve İş Birlikçi Ağlar: Yabancılaşan Elitlerin Fırsatı
Trump yönetiminin göçmen politikaları, burs kesintileri ve bazı devletlerle sert diplomatik gerilimler (Kolombiya örneğinde olduğu gibi), bölgedeki bürokratlar ve iş elitleri arasında ABD karşıtı duyguları besledi. Çin, bu grupları kapsamlı seyahat programları, akademik iş birlikleri ve ticaret odaklı ağlarla etkilemeyi sürdürüyor. Yabancılaşmış aktörlerin Çin istihbarat ağlarına dahil olma riski, ABD’nin bölgedeki güvenlik çıkarları için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
5. Anti-ABD Rejimlerin Güçlenmesi: Venezuela ve Seçimlerdeki Dalga
Trump’ın Venezuela’daki Maduro rejimine yönelik tutarsız politikaları (Chevron’a verilen özel izinler gibi), Rusya ve Çin’in Maduro ile ekonomik-askeri iş birliğini derinleştirmesine zemin hazırladı. Benzer şekilde, 2025’te Ekvador, Honduras ve Karayip ülkelerinde yapılacak seçimlerde, ABD karşıtı söylemlerin popülerlik kazanma ihtimali yüksek. Özellikle sol popülist liderlerin Çin ile yakınlaşması, ABD’nin bölgedeki nüfuz alanını daraltabilir.
6. Değerler ve Çıkarlar Arasında Denge Arayışı
ABD’nin demokrasi ve insan haklarına verdiği geleneksel destek, Çin’in otoriter modeline karşı önemli bir alternatifti. Ancak “Önce Amerika” ile bu değerlerin araçsallaştırılması, ABD’nin ahlaki üstünlüğünü zayıflattı. Çin ise, ekonomik imkanlar sunarken siyasi müdahaleden kaçınarak “tarafsız ortak” imajını öne çıkarıyor. ABD’nin uzun vadeli stratejisi, çıkarlarını korurken değer temelli diplomasiyi yeniden canlandırmak olmalıdır.
Sonuç: Stratejik Geri Çekilmenin Bedeli
Trump’ın işlemsel yaklaşımı, kısa vadeli kazanımlar sağlasa da Latin Amerika’da Çin’in ekonomik, siyasi ve kurumsal nüfuzunu genişletmesine izin verdi. Biden yönetimi, çok taraflı kurumlara yeniden angaje olarak ve değer odaklı diplomasiyi güçlendirerek bu açığı kapatmaya çalışsa da Trump döneminin mirası, ABD’nin bölgedeki etkisini yeniden inşa etmesini zorlaştırıyor. Çin’in Latin Amerika’daki yükselişi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir meydan okuma olarak ele alınmalıdır. ABD’nin, “soft power” unsurlarını (eğitim, kültür, insani yardım) yeniden önceliklendirmesi ve bölge ülkelerine “seçim yapmak yerine iş birliği” fırsatı sunması kritik önem taşıyor.
KAYNAK
https://thediplomat.com/2025/02/trumps-foreign-policy-could-accelerate-chinas-advance-in-latin-america/.
Karadaş, B. (2022). ABD dış politikasında Çin: Donald Trump dönemi. Türkiye Politik Çalışmalar Dergisi, 2(1), 47-57.