Kişi kültü, bir liderin olağanüstü özelliklere sahip olduğu inancının oluşturulması ve topluma benimsetilmesi sürecidir. Bu kült genellikle medya, eğitim, propaganda ve semboller aracılığıyla inşa edilir. Otoriter rejimlerde daha yaygın olmakla birlikte, demokratik sistemlerde de farklı seviyelerde görülebilir. Lider kültü, tarihin en eski pazarlama stratejilerinden biridir. Biraz mit, biraz duygu sömürüsü, bolca propaganda ve elbette, halkın buna gönüllü olarak inanma isteği! Peki, bir lider nasıl olur da neredeyse bir “yarı-tanrı” mertebesine yükselir? Bu sihirli formülün elbette çeşitli adımları bulunmaktadır:
1. Efsane Yarat: Öncelikle lideriniz sıradan bir insan olmamalıdır. Onun ya çocukken fakirlikle boğuşmuş ama çok çalışmış bir “halk adamı” olması gerekir ya da olağanüstü yetenekleri sayesinde ülkeyi “kurtaran” bir figür. Eğer yeterince trajedi eklenirse, bu kahramanlık hikâyesi daha da güçlenir. Unutmayın, halkın gözyaşları, kişi kültünün en temel yakıtıdır.
2. Tek Doğru O Olsun: Alternatif tarih mi? Hayır, gerek yok. Gerçekler bazen fazla karmaşıktır, en iyisi işleri basitleştirmek! Liderin yaptığı her şey kusursuzdu, planlıydı ve tamamen halkın iyiliği içindi. Eleştiriler mi? Bunlar ya dış güçlerin oyunu ya da nankörlerin işi. Zaten liderin yanıldığına dair bir iddiada bulunmak bile büyük saygısızlık olabilir.
3. Sembol ve Ritüeller Oluştur: Liderinizin ismini taşıyan yollar, köprüler, statlar yetmez! Onun adını taşıyan şehirler, devasa heykeller, anıtlar da şart. Hatta ona özel bir selam verme şekli, doğum günü kutlamaları veya ona adanmış özel şarkılar ve marşlar olursa, kişi kültü tam anlamıyla oturmuş demektir.
4. Medya ve Eğitim Sistemini Kullan: Okullarda okutulan ders kitapları, televizyon programları, sinema filmleri ve gazeteler… Hepsi liderin ne kadar ileri görüşlü, ne kadar cesur ve ne kadar halkını seven bir insan olduğunu tekrar tekrar anlatmalı. Eğitim sistemi, liderin hatalarını değil, onun vizyonunu öğretmelidir.
5. Halka Kendi Kahramanını Savundurt: İyi bir kişi kültü oluşturduğunuzda, artık halkı sizin yerinize savunma mekanizması olarak kullanabilirsiniz. Herhangi biri lidere laf söylediğinde, hemen “hain”, “vatan düşmanı” veya “nankör” ilan edilir. Öyle ya, bu kadar mükemmel bir insana laf söylemek, en büyük günah sayılmaz mı? Umberto Eco’nun ifadesiyle: “İnsanları zincirle bağlamak zorunda değilsiniz, onlara bir lider ve düşman gösterin, gerisini kendileri halleder.”
Sonuç (Senaryo Aynı, Aktörler Farklı): Tarih boyunca değişen sadece liderlerin isimleri oldu, senaryo hep aynıydı. Halk bir lideri sever, ona inanır, onun hatalarını görmezden gelir, onu ilahlaştırır. Sonra bir gün, yeni bir lider çıkar, eskisini unutturur ve döngü yeniden başlar. Biz de bu hikâyeyi nesilden nesile anlatmaya devam eder dururuz. Hikâye deyince bu konuda çok sevdiğim bir Afrika Atasözü aklıma geldi: “Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların hikâyelerini dinlemek zorundayız”.
Herkesin Bir “Dokunulmazı” var: Lider Kültü ve Sonsuz Kısır Döngü
Öncelikle şunu belirtelim ki, Türkiye’de lider kültü, herkesin çok sevdiği ama kimsenin kabul etmediği bir gerçektir/alışkanlıktır. Kimse “Biz lidere tapmıyoruz” demeden önce şunu soralım: Madem tapmıyorsunuz o zaman neden her kesimin kutsal, dokunulmaz bir lideri vardır? Haydi, gelin ve bu kültün ülkemizdeki üç farklı versiyonunu inceleyelim:
1. Ulusalcı Versiyonu: Ebedi Şef, Ulu Önder, Başbuğ
Ulusalcılara göre, büyük lider zaten her şeyi yapmış. Ülkeyi o kurmuş, eğitimi o getirmiş, sanayiyi o başlatmış, kadınları özgürleştirmiş… Dolayısıyla, onu eleştirmek en hafif tabirle “hainlik”, en ağır tabirle dış güçlerin maşalığıdır. Resmî bayramlar, kutsal törenler gibi kutlanır. Liderin resimleri, her evde en az bir duvarda asılıdır. Onun söylediği her söz “son söz” olduğu için tartışmaya gerek yoktur. “O yaşasaydı böyle olmazdı” en sık duyulan cümlelerden biridir.
Ancak ironik olan şu ki, liderin en büyük mirası olan laik, akılcı ve özgür düşünce sistemine en çok tapanlar, en az özgür düşünmeyi başarabilenlerdir. Kaldı ki “eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi tercih edin” sözü ortada dururken…
2. İslamcı Versiyonu: Liderin Gölgesinde Bir Ümmet, Kutsal Şef
İslamcı kesimde lider kültü biraz farklı çalışır. Burada lider halkın değil, Allah’ın seçtiği kişi gibidir. Yani ona karşı çıkmak, sadece politik bir mesele değil, aynı zamanda neredeyse dini bir günah hâline gelir. Lider, yalnızca bir siyasetçi değil, aynı zamanda bir manevi önder olarak görülür. Liderin her konuşması, cuma hutbesi etkisi yaratır. Onun söylediği her şey hikmet doludur, yanlış yapması imkânsızdır. Onun her başarısı, “Allah’ın inayetiyle” gerçekleşmiştir. Eleştirenler hemen “zındık” ya da “ümmeti bölmek isteyenler” olarak etiketlenir.
Buradaki en büyük çelişki ise, aslında tevazu ve liderliğin bir arada olmaması gerektiğini savunan bir inancın, liderlerini neredeyse peygamber mertebesine yükseltmesidir. Ama ne diyelim, inanç büyük şey… Hem boşuna mı demişler: Şeyh uçmaz, müridi uçurur…
3. Kürt Siyaseti: Lider Değil, Önder(lik)!
Kürt siyasetinde lider kültü ise, ulusalcılarınki gibi devletin içinde değil, devletle mücadele eden bir figür olarak gelişmiştir. Burada lider, halkın haklarını savunan bir kahraman olarak konumlandırılır. Öyle ki, bazen lider o kadar yüceltilir ki, yerine kimse konamaz, değişim neredeyse imkânsız hâle gelir. Lider “önder” olarak anılır, sıradan bir siyasetçi gibi görülmez. Onun fikirleri değişmez ve her zaman en doğrusudur. Liderin söylediği her şey, halka bir “talimat” gibi algılanır. Hatta “Serok” kültü, zaman zaman demokratik tartışmaların önüne geçebilir.
Buradaki ironi ise, en çok “özgürlükçü” olmayı savunan kesimlerin, lider konusunda en katı otoriterliği sergileyebilmesidir. Zira liderin sözünü sorgulamak, neredeyse davayı sorgulamak gibi algılanır. Hatta bu algının sonu “ajanlığa” kadar gidebilir.
Sonuç: Lideri Savun, Özgürlüğü Unut: Kişi Kültünün Ironik Yüzü
Herkes liderlere tapmayı reddettiğini söylese de, aslında herkesin bir “dokunulmazı” bulunuyor. Ayrıca, herkes bir öncekinin “izm” kodunu eleştirip kendini aklamaya çalışıyor, fakat gerçekte hepsi kendi sosyolojik mahallesinde/sınıfında kendi “izm” kodunu yeniden üretiyor. Öte yandan liderler, halkın içinden çıksa da, zamanla halkın üstüne çıkıyor. Ve halk, bir noktada gerçekten özgür mü, yoksa sadece yeni bir lidere mi bağımlı hale geliyor, bunu sorgulamak yerine, aynı döngüyü tekrar tekrar yaşıyor. Gücün kim(de) olduğu fark etmeksizin iradesini bir güce teslim eden, aklını başkasına kiraya veren ve bir koruyucu baba/şef/önder/reis himayesi arayanlar esasında hem kendi hem de “ötekinin” yaşam alanını yangın yerine çeviriyor. Üstelik bu yangın “hür düşünce, özgürlük, haysiyet, erdem, liyakat ve ilkeli duruş” kavramlarını yakıp yıkmaya devem ediyor. Oysa bu değerler “yangında ilk önce kurtarılacaklar” listesinin başköşesinde yer almalıdır. Sonuç olarak bugün taptığımız liderler bir gün unutulacak ve yerlerine yenileri gelecek. Ama bu coğrafyada “lider kültü” baki kalacak. Çünkü halk her zaman bir kahraman, bir kurtarıcı, bir “tek adam” arayacak. O yüzden biz de bu baş döndürücü kısır döngüyü izlemeye devam eden “sevgili seyirciler” pozisyonumuzu korumaya devam edeceğiz.
Bu yazıyı, konuyla bağlantılı olduğu için İlhami Güler’in 21 Ekim 2022 tarihli bir yazısından aşağıdaki alıntıyla bitirmek isterim:
“Mezopotamya, Ön-Asya, Doğu Akdeniz ve Mısır’da siyasal ve dini düşünceye “Çoban-Sürü” kodu egemendir. Bu durum, doğal olarak toplumsal hayatta “örnek” yerine “ölçü”; kurum kurma, kural koyma yerine “Kişi-Kahraman”; toplumsal-ahlaki hakikatin tekilliği/biricikliği ve bunu görmek için göz, kulak, fuad/kalp, düşünme yerine dondurulmuş, dogmatik (dinamik olmayan) kutsal Kitap/Yasa/Şeriat; teori yerine Teokrasi; içtihat yerine İcma; Nesh yerine Nass; tetikte-teyakkuzda (Takva) olma yerine taklit; şura yerine sultan… üretir. Çoban-Sürü ilişkisinin dezavantajı, bir Macar atasözünde ifade edildiği gibi: “Çoban yolunu kaybettiğinde; sürü, bunu bilemez” olmasıdır. Bu kodu benimseyenler ise, çobanın kişisel sorumluluk bilinci üzerine güzelleme yaparlar; insanları hep “sürü” olarak görürler. Oysa “Cahilin sofusu/sürüsü, şeytanın maskarasıdır.” Cenap Şahabettin’in dediği gibi: “Zavallı koyun sürüsü; çobanı, çoban köpeklerini, kurtları ve sahibini besler.” (https://www.perspektif.online/islam-ve-kisi-kultu/ )