Kayıp Bir Toplantının Derinliklerinde: Türk Dünyasının Ortak Rüyası

By Zekai ÖZDEMİR

Kayıp Bir Toplantının Derinliklerinde: Türk Dünyasının Ortak Rüyası

By: Zekai ÖZDEMİR

Tarih, bazen gerçekleşmeyen buluşmaların ve alternatif senaryoların üzerinden geçerek, insan ruhunun derinliklerinde saklı kalan umutları yeniden canlandırır. Bir düşünün: Yusuf Akçura’nın özenle düzenlediği, tarihin akışını değiştirebilecek o efsanevi toplantıyı… İstanbul’un tarihi köşelerinden birinde, Boğaz’ın serin esintileri eşliğinde, altın çağların hayalini kuran beş büyük isim Sultan Galiyev, Ziya Gökalp, İsmail Gaspıralı, Zeki Velidi Togan ve Atatürk beşlisi bir araya gelmiş, Türk dünyasının kaderini yeniden yazmak için kelimelerle, fikirlerle ve yürekten yüreğe dokunan söyleşiler yapıyorlardı.

Buluşmanın Atmosferi ve Mekanı

Toplantı, tarihi yarımadanın silüetini süsleyen eski bir konağın geniş, yüksek tavanlı salonunda gerçekleşiyordu. Duvarlardaki asırlık portreler, adeta bu büyük buluşmanın şahitleri gibiydi. Ahşap masanın etrafında dizilmiş sandalyeler, her bir davetin kendine özgü havasını taşıyordu. Pencerenin ardında Boğaz’ın mavi suları, davetlilerin düşüncelerini berraklaştırırcasına akıp gidiyor, İstanbul’un eski ruhunu yansıtıyordu. Salonun her köşesinde, kadim kitaplar, eski haritalar ve Osmanlı arşivlerinden kopup gelmiş evraklar, geçmişin izlerini günümüze taşıyordu.

Yusuf Akçura, toplantının hem arabulucusu hem de notları titizlikle kaydeden bir gözlemci olarak masanın başında yer alıyordu. Onun keskin zekâsı ve derin tarih bilgisi, tartışmaların yönünü belirleyen mihenk taşıydı. Akçura’nın düzenlediği bu buluşma, Türk dünyasının çeşitli coğrafyalarında yaşayan milletlerin ortak sorunlarına ışık tutacak, ideallerin ve umutların birleştiği bir platform olarak hayata geçirilmek üzereydi.

Duyguların ve Fikirlerin Çarpışması

Masanın bir köşesinde, Sultan Galiyev’in gözleri Ziya Gökalp’e kilitlenmişti. Galiyev, Gökalp’in derin, zengin ruhunu ve milletine dair sarsılmaz inancını büyük bir hayranlıkla izliyordu. Mektuplar aracılığıyla başlayan iletişimleri, artık sözlü bir münakaşaya dönüşmüştü. Galiyev, heyecanla kaleminden dökülen kelimelerle, Gökalp’in fikirlerinin kendisine nasıl ilham verdiğini şöyle dile getiriyordu:

“Ziya Bey, kaleminizin her bir kelimesinde, Türk’ün geçmişinden yükselen kudreti hissediyorum. Sizin dizeleriniz, yüreklerimize bir ayna tutuyor; geçmişimizin gururunu, geleceğimizin umut ışığını yeniden yakıyor.”

Gökalp, nazik bir tebessümle cevap veriyor; sözlerinde hem bir bilgelik hem de içsel bir ateş vardı:

“Sultan efendim, sizin gibi yüreklerde de aynı ateş yanıyor. Fikrinizdeki devrim, kültürümüzdeki uyanışı, ne yazık ki çoğu zaman yalnızca yazılı metinlerle sınırlı kalır. Bizim, yaşamın ta kendisiyle örülü bu buluşmalar, gerçek bir devrimin başlangıcı olabilir.”

Masada söze giren diğer isimler de bu coşkulu tartışmaya renk katıyordu. İsmail Gaspıralı, tarih boyunca Türk milletinin maruz kaldığı ezimleri ve bu ezimlerin nasıl bir dönüşüme uğrayabileceğini anlatırken, sesindeki hüzün ve umut iç içe geçiyordu. Zeki Velidi Togan, Orta Asya’nın unutulmuş çehresini, Türk halklarının acılarını ve gelecekteki potansiyelini gözler önüne sererken, keskin ifadeleriyle tartışmayı daha da derinleştiriyordu.

Atatürk ve temsilciler, modernleşmenin ve bağımsız devletler inşasının önemine vurgu yapıyorlardı. Atatürk’ün sözleri, masanın etrafında yankılanıyor, “Özgürlük, ancak kendi kaderini tayin eden milletlerde yeşerir,” ifadesiyle her bir davetin kalbine işliyordu. Bir an için sessizlik çöktü; sanki herkes, geleceğin inşasında ortak bir melodi arıyordu.

Yürekten Yüreğe: Tartışmalar ve Duygusal Çatışmalar

Galiyev, duygularını kelimelere dökerken; Rusya’nın soğuk gölgesinde ezilen Türk halklarının kaderini de unutmamak gerektiğini savunuyordu:

Sevgili Ziya Bey, yalnızca Osmanlı’nın küllerinden yükselen bir Türkçülük yetmez. Kazan, Kırım, Türkistan… Bu topraklarda yaşayan kardeşlerimiz, yalnızca kültürle değil, devrimle de hak ettikleri onuru göreceklerdir. İsyan, ancak eylemle taçlanır.

Gökalp, derin bir iç çekişle yanıt veriyordu:

Sultan efendim, devrim çağrısı elbette tutku uyandırır. Fakat her devrimin, sağlam temeller üzerine inşa edilmesi gerekir. Biz, fikirlerimizi, milletin kalbine işlemek için buradayız; aceleci müdahaleler, uzun vadeli çözümler getirmez.

Bu tartışma, masanın etrafında adeta bir senfoniye dönüşüyordu. Yusuf Akçura, elindeki kalemle notlar alırken, konuşmaların her bir kıvrımını, her bir duygusal patlamasını titizlikle kaydediyordu. Togan ise, Türk dünyasının geleceğini belirleyecek stratejileri tartışırken, adeta tarih kitaplarına yeni bir sayfa eklenmesini diliyordu.

Atatürk’ün sözleri, odada derin bir yankı uyandırdı:

Milli birlik, ancak güçlü devletler kurulduğunda, gerçek anlamda sağlanır. Her millet kendi kaderinin mimarı olmalı; ancak bu mimarlık, ortak bir ülkü etrafında birleştiğinde, tüm Türk dünyası yeniden doğar.”

Alternatif Bir Geleceğin Resmi: Küresel Yapı ve Ümit Dolu Bir Dünya

Eğer o büyük masa gerçekten kurulmuş, fikirler, tutkular ve stratejiler aynı ortamda harmanlanmış olsaydı… Türk dünyasının şekli, yapısı, halinin küresel arenada bambaşka bir noktaya taşınması kaçınılmaz olurdu. O toplantı, yalnızca bir fikir alışverişi değil, aynı zamanda tarihsel bir devrimin kıvılcımlarının doğuşuydu.

Masadaki tartışmalar, o dönemin uluslararası dengelerini yeniden şekillendirecek projelere, ekonomik, kültürel ve siyasi bir bütünlüğe ulaşmanın ipuçlarını veriyordu. Yusuf Akçura’nın stratejik notları, Gaspıralı’nın tarihsel perspektifi, Gökalp’in kültürel derinliği, Togan’ın coğrafi vurgusu, Galiyev’in devrimci ateşi ve Atatürk Beşlisi’nin modern devlet anlayışı, birleştiğinde; ortaya sadece Türkiye’nin değil, tüm Türk dünyasının özgür, bağımsız ve güçlü bir geleceği çıkardı.

Her bir kelime, her bir bakış, her bir duygu; Türk milletinin kaderini, yalnızca bir coğrafya ya da ülke olarak değil, bütün bir kültür ve medeniyet olarak yeniden tanımlama çabasının yansımasıydı. Toplantı sonunda, masadan kalkarken herkesin içinde tarifsiz bir ümit, sarsılmaz bir inanç vardı: Gelecekte belki de artık, bölünmüş topraklarda yaşayan Türk kardeşler, yalnızca kelimelerle değil, somut adımlarla, dayanışma ve ortak mücadeleyle kendi kaderlerini yeniden yazacaktılar.

Ve belki, o unutulmuş ama yüreklere kazınan o toplantının yankıları, bugün hâlâ tarih sayfalarında bir umut ışığı olarak parlamaya devam ediyor; Türk dünyasının, küresel yapılanmanın yepyeni bir boyuta taşınabileceği alternatif bir gelecek, her zaman mümkün olmanın müjdesi olarak…


[1] Sohbet cümleleri, Renan Muhammedi, “Sırat Köprüsü, Sultan Galiyev” kitabından alınarak yorumlanmıştır.

Yorum yapın