Bazen bir insanın yalnızlığı, bir kayın ağacının yalnızlığına benzer. Yüksek, dimdik ve yalnız. Kayın ağacı, ormanın ortasında, tek başına büyürken, gözleri hep uzaklara bakar. Her dalı, her yaprağı rüzgarla dans eder, ama bir yanda kökleri, derinlerde, toprakla sarmaş dolaş olurlar. Onun yalnızlığı, bir nehrin sessiz akışına benzemez; daha çok, gecenin karanlığında, uykusuz bir yüreğin içinde büyüyen bir boşluk gibidir.
Bir zamanlar, kayın ağacı çok mutluydu. Çevresindeki diğer ağaçlarla birlikte rüzgarı hissediyor, gökyüzüne doğru uzanıyordu. Ama zamanla, yaprakları sarardı, dalları kırılmaya başladı. Diğer ağaçlar daha güçlü, daha büyük olmaya devam etti. Kayın ağacı ise, yalnız kaldı. Şimdi çevresindeki diğer ağaçlar arasında, bir köşede duruyordu; her dalında yalnız bir yaprak kalmış. Sararmış, kurumuş ama bir o kadar da gururluydu.
Bir sabah, bir kadın ormanın derinliklerinde kayın ağacını gördü. Yalnızlığını hissedebileceği bir yer arıyordu. Rüzgarın uğuldamadığı, insanların gürültüsünden uzak bir köşe. Kayın ağacının etrafında durdu ve başını kaldırarak ona baktı. İçinde bir acı vardı, kalbinde bir eksiklik. Onun yalnızlığı, bir insanın yalnızlığını andırıyordu.
Kadın, ağacın altına oturdu. “Beni anlayabilecek tek şey sensin,” dedi, ağaca doğru. “Çünkü sen de yalnızsın. Her dalın, her yaprağın bir zamanlar varmış gibi ama şimdi hepsi kaybolmuş. Hep bir boşluk, hep bir bekleyiş var içinde.”
Kayın ağacının yalnızlığı, kadına tanıdık geliyordu. Onun da içindeki boşluk büyüktü. Dışarıdan bakıldığında, kimse onun yalnız olduğunu anlamazdı. Gülümsediği, insanlara sarıldığı zamanlarda kimse onun içindeki kaybolmuşluğu fark etmezdi. Ama işte oradaydı; kayın ağacının yanı başında, aynı yalnızlıkla. Gözlerinde bir hüzün, içindeki derin yaraları yalnızca ağaç kadar uzun süre taşıyabileceği bir acı.
Zamanla, kadın kayın ağacına her gün gelmeye başladı. Onun yanına oturup, sabahın ilk ışıklarında sessizce ağacın gölgesinde düşündü. Kayın ağacının yalnızlığı, ona bir dost gibi hissettiriyordu. İçindeki boşluğu, dışarıdaki dünyadan kaçıp saklandığı, soğuk ve sessiz bu ağaçta buluyordu. Birbirlerine, sessizce, sadece varlıklarıyla eşlik ediyorlardı. Her ikisi de yalnızdı, ama bu yalnızlıkları birbirlerine anlatılmayacak kadar derindi.
Bir gün, kadının kayın ağacının yanına geldiğinde, ağacın altındaki toprakta bir yaprak buldu. Sararmıştı, ama hala üzerinde bir parıltı vardı. Kadın yaprağı eline aldı ve uzun süre ona baktı. O an, ağacın yalnızlığının bir parçası olduğunu fark etti. Kayın ağacı, her geçen gün biraz daha yalnızlaşsa da, her bir yaprağında, her bir dalında hala yaşamın izlerini taşır. Yalnızlık, bir şekilde bir varlık bulur, bir iz bırakır.
Kadın, yaprağı sakladı. Kayın ağacının yalnızlığını, kendi yalnızlığında bir anlam bulmuştu. Birlikte olmasalar da, aynı yalnızlıkta paylaştıkları bir bağ vardı. O an, kadının içindeki boşluk biraz olsun azalmıştı. Kayın ağacının yalnızlığı, ona bir şeyler öğretmişti: Yalnızlık, bazen insanı daha güçlü yapar, bazen ise daha kırılgan. Ama en önemlisi, yalnız olmak, hayatta tek başına da olsa var olabilmeyi öğretir.
Günler geçtikçe, kadın kayın ağacının altındaki zamanlarını daha da uzattı. Her sabah, güneş doğmadan önce ormanda kaybolur, kayın ağacının yanına gelirdi. O, sabahın erken saatlerinde, sadece ağaçla, doğayla, kendisiyle kalırdı. İnsanlardan, kalabalıklardan ve gürültülerden uzak, huzur içinde geçirdiği bu zamanlar, içindeki boşluğu yavaşça dolduruyordu.
Bir sabah, ormanda ağır bir sis vardı. Kadın, her zamanki gibi kayın ağacının altına oturdu. Fakat bu kez farklı bir şey vardı. Kayın ağacının dalları, rüzgarın etkisiyle hafifçe sallanıyor ama o, adeta içindeki boşlukları daha fazla açıyordu. Kadın, derin bir nefes alarak ağacın kabuğuna ellerini koydu.
“Ben de senin gibi yalnızım,” dedi, sesinin yankılarını dinleyerek. “Ama belki de bu yalnızlık, bir şeyler öğretmek için var. Belki bir anlam bulmalıyız.”
Kayın ağacının etrafındaki sessizlik, kadının sözlerini yankılayarak geri döndü. Ne rüzgar, ne kuşlar, ne de başka bir şey vardı. Sadece o an, sadece kayın ağacının yalnızlığı ve kadının yalnızlığı vardı. İkisi de birbirini anlamaya çalışıyordu. Kayın ağacının dalında tek bir sarı yaprak kalmıştı ve o yaprak, kadına, bazen yalnızlıkların içindeki sessizlikte bir anlam bulabileceğimizi hatırlatıyordu.
Kadın, o an kayın ağacını, ondan çok daha fazla sevmeye başladı. Ağacın yalnızlığına bakarken, bir zamanlar içine düşen korkularını ve kaybolmuş umutlarını fark etti. Belki de yalnızlık, birer iz bırakıp gitmiyordu. Belki de yalnızlık, bir yaşamın en derin haliydi. Bir varoluşun tek başına anlam bulduğu, yalnızca kendisiyle baş başa kalabildiği bir hali.
Kadın, kayın ağacının altındaki yerini alırken, bir kez daha başını yukarı kaldırdı. Kayın ağacının sararmış yaprağı, bu sefer ona, yalnızlığının sonsuza dek sürebileceğini, ama bunun bir kayıp değil, aksine bir anlam kazandığını hatırlatıyordu.