Bir medeniyetin özünde, onun varlığı nasıl kavradığına dair bir bilgi sistemi yatar. Doğu’nun, yani kalitatif medeniyetlerin bilgi ve değer anlayışı, varlığı ölçülebilir bir nesne değil, anlamla dokunmuş bir bütün olarak görür. Bu yüzden, “bilmek” eşyayı hükmetmek değil, onunla uyum içinde var olmanın yolunu bulmaktır. Bu anlayışın uzantısı olarak iktisat da sadece üretim ve tüketim faaliyeti değil, varlığın dengesini koruma sanatıdır.
Böylesi bir medeniyette ekonomi, yalnızca maddi refahın teminiyle sınırlı değildir. Asıl amaç, ihtiyaçların karşılanmasında adaletin ve ölçünün korunmasıdır. “İtidal” yani denge, hem bireysel hem toplumsal ölçekte temel ilkedir. Zenginlik, birikimin miktarıyla değil, onun bereketiyle değerlendirilir. Bereket ise sadece üretimin artışı değil, üretilenin insan ruhuna, toplumsal barışa ve ahlaka yaptığı katkıyla ölçülür.
Kalitatif bir medeniyet, varlığı nicelikle değil nitelikle anlamlandırır. Bu tür bir medeniyet için kıymet, ölçülebilir olanla değil, anlamla, hikmetle ve içsel dengeyle ilgilidir. Oysa modern iktisadın dünyası bütünüyle kantitatiftir: üretim, büyüme, verimlilik, kâr, tüketim, istatistik ve rakamlarla ölçülen bir gerçeklik. Dolayısıyla, kalitatif bir medeniyetin bu kantitatif düzene tam anlamıyla ayak uydurması neredeyse imkânsızdır; çünkü iki dünya, varlığın doğasına ilişkin büsbütün farklı ontolojilere dayanır.
Fakat modern çağ, bütünüyle kantitatif bir zihin yapısına sahiptir. Her şey ölçülebilir, hesaplanabilir, tahmin edilebilir olmalıdır. Bilgi, artık hikmet değil, veri haline gelmiştir. Böylece ekonomi, insanı merkeze alan bir düzen olmaktan çıkmış, insanı ekonominin nesnesine dönüştürmüştür. Üretimin amacı artık “ihtiyacın giderilmesi” değil, “talebin yaratılmasıdır.” Tüketim, bir ihtiyaçtan doğmaz; arzunun sürekli diri tutulduğu bir varlık biçimine dönüşür.
İktisat düzleminde bu çatışma, değer kavramında kendini açıkça gösterir. Geleneksel – yani kalitatif – medeniyetlerde “değer”, bir şeyin piyasa fiyatından ziyade insan ve toplum üzerindeki etkisiyle ölçülür. Bir zanaatkârın el emeği, bir tarlanın bereketi, bir malın helalliği yahut bir ticaretin ahlaki meşruiyeti, onun ekonomik değil ontolojik değerini belirler. Oysa modern ekonomi bu ölçüleri ortadan kaldırmış, değeri tamamen “arz-talep” dengesiyle, yani nicel göstergelerle tanımlamıştır. Böylece, üretimin içindeki insan anlamı silinmiş, yerini sayılara indirgenmiş bir fayda anlayışı almıştır.
Bu dönüşüm, iktisadın gayesini de köklü biçimde değiştirmiştir. Kalitatif medeniyetlerde iktisat, toplumsal dengeyi korumanın, ihtiyaçları adil biçimde karşılamanın bir aracıdır. Kazanç, paylaşımın önünde değil, onun içinde yer alır. Zenginlik, bireysel birikimin değil, toplumsal refahın adıdır. Oysa kantitatif çağın ekonomisinde amaç, artık “yeterli olanı” elde etmek değil, “daha fazlasına ulaşmaktır.” Bu “daha fazla” arzusu, insanı doyumsuz kılarak, ekonomiyi de ruhsuz bir büyüme makinesine dönüştürür.
Kalitatif bir medeniyet için “büyüme” kavramı da farklıdır: ruhun, ahlakın, bilginin, adaletin büyümesidir asıl olan. Nicel büyüme, eğer nitel gelişmeyi boğuyorsa, bir tür çürümedir. Ancak modern iktisat, bu ayrımı tanımaz; büyüme oranını refahın kendisiyle özdeşleştirir. Sonuçta toplum, daha çok üretip daha çok tüketmesine rağmen, daha az anlam, daha az huzur, daha az adaletle yaşamaya başlar.
Dolayısıyla kalitatif bir medeniyetin, kantitatif ekonominin temposuna ayak uydurması mümkün değildir; çünkü hızın arttığı yerde derinlik kaybolur. Hikmetin yerini hesap, kanaatin yerini rekabet, tevazuun yerini gösteriş alır. İktisat, insanın hizmetinden çıkıp insanı kendi hizmetine sokar.
Kalitatif medeniyetin bu çağda varlık mücadelesi, aslında “ekonomik” değil “varoluşsal” bir mücadeledir. Çünkü mesele sadece üretim biçimi değil, insanın kendini nasıl anlamlandırdığı meselesidir. Bir medeniyetin ekonomisi, onun ruhunun aynasıdır. Ruh, sayıya değil manaya dayanıyorsa, o medeniyetin kantitatifleşmesi her zaman bir tür yabancılaşma olacaktır.
Bir medeniyetin ruhu, onun ekonomiye ve üretime bakışında da kendini gösterir. Doğu’nun klasik kalitatif medeniyetlerinde ekonomi, toplumsal dengeyi korumanın, insanın ve doğanın ölçüsünü gözetmenin bir aracıdır. Batı’nın modern, kantitatif medeniyetinde ise ekonomi, büyüme, kâr, verimlilik ve istatistikle ölçülen bir makineye dönüşmüştür. Bu iki yaklaşımı somut örnekler ve tarihsel karşılaştırmalar üzerinden incelemek, çatışmanın boyutlarını anlamamıza yardımcı olur.
1-Değer Anlayışı
| Özellik | Kalitatif Medeniyet (Doğu) | Kantitatif Medeniyet (Batı/Modern) | Somut Örnek |
| Değerin ölçüsü | İnsan ve toplum üzerindeki etkisi | Arz-talep dengesi, piyasa fiyatı | Osmanlı’da bir zanaatkârın işi toplumsal itibar ve bereketle değer kazanır. Modern kapitalizmde aynı ürünün değeri piyasa fiyatı ile belirlenir. |
| Üretimin amacı | İhtiyacın karşılanması, adaletin sağlanması | Talebin yaratılması, kâr maksimizasyonu | Köy ekonomilerinde tarım, ihtiyaç fazlası değil toplum için üretir. Günümüz endüstriyel üretimi sürekli yeni tüketim talebi yaratır. |
| Refah anlayışı | Paylaşım ve bereket | Büyüme ve birikim | Toplumsal refah, adaletli dağıtım ile ölçülür. Modern refah, GSYH, gelir ve tüketim hacmi ile ölçülür. |
2. Büyüme ve Verimlilik
| Özellik | Kalitatif Medeniyet | Kantitatif Medeniyet | Somut Örnek |
| Büyümenin tanımı | Ruhsal, ahlaki, bilgi ve adalet büyümesi | Sayısal büyüme: üretim, tüketim, kâr artışı | Enderun’da eğitim alan bir usta, öğrencilerin ahlaki ve entelektüel gelişimi ile büyür. Modern şirket, yalnızca yıllık gelir artışı ile değerlendirilir. |
| Verimlilik | İnsan ve doğayla uyum | Üretim birim başına maksimum çıktı | Geleneksel pirinç tarlası, toprağın bereketini ve sürdürülebilirliği gözetir. Modern tarım, kimyasal gübre ile maksimum tonaj hedefler. |
| Ölçüm yöntemi | Nitel göstergeler, toplumsal memnuniyet | Kantitatif göstergeler, sayısal veriler | Toplumda huzur ve barış, üretim miktarına değil sosyal göstergelere göre değerlendirilir. Modern ekonomi büyümeyi GSYH ile ölçer. |
3. Ekonomik Faaliyet ve Etik
| Özellik | Kalitatif Medeniyet | Kantitatif Medeniyet | Somut Örnek |
| Ticaret anlayışı | Helallik ve meşruiyet ön planda | Kâr ve verimlilik ön planda | Osmanlı’da bir tüccarın malının helalliği, itibarını artırır. Modern borsada, tüccar yalnızca fiyat farkından kazanç sağlar. |
| Tüketim | İhtiyaç ve ölçüye dayalı | Arzu ve talebin sürekli kışkırtılması | Ev halkı ihtiyaç kadar tüketir. Modern reklam endüstrisi, sürekli tüketim ihtiyacı yaratır. |
| Ekonomik kararların motivasyonu | Toplumsal denge, adalet | Büyüme, rekabet, kâr | Bir köy topluluğu, suyun adil dağılımını gözetir. Çok uluslu şirketler, maksimum verim ve kar için doğal kaynakları kullanır. |
Tarihsel ve Ontolojik Perspektif
- Kalitatif Medeniyet Örneği: Osmanlı İmparatorluğu’nda ekonomik sistem, vakıf, lonca ve zanaat odaları gibi yapılar aracılığıyla toplumsal dengeyi ve ahlaki normları gözetirdi. Ekonomi, insanın kendisi ve toplumla olan ilişkisi çerçevesinde anlam kazanırdı.
- Kantitatif Medeniyet Örneği: Sanayi devrimi sonrası Batı’da ekonomi, fabrikalar, makineler ve sermaye akışına odaklandı. Amaç, sayısal büyüme ve kâr maksimizasyonu; birey ve toplumsal anlam ikincil hâle geldi.
Ontolojik Çatışmanın Sonuçları
Kalitatif medeniyetin modern çağda varoluş mücadelesi, yalnızca ekonomik değil, epistemolojik ve ontolojiktir. İnsan, üretim sürecinde bir özne değil, nicel verilerin tüketici nesnesi hâline gelmektedir.
Bu süreçte hız ve verimlilik, derinliği ve anlamı tüketir; toplumsal huzur ve adalet ikincil kalır. Kalitatif medeniyet, kendi nitel değerlerini korumak için kantitatif düzene karşı sürekli bir uyum ve direnç mücadelesi verir.