Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde İttihat ve Terakki Partisi (İTC) ve onun devamı niteliğindeki zihniyetin etkisi karmaşık ve çok yönlüdür. Başlangıçta demokratikleşme ve özgürlük vaatleriyle ortaya çıkmasına rağmen, zamanla otoriterleşen ve Cumhuriyet dönemindeki siyasi yapılanmalara bıraktığı miras ile etkileri[1] günümüzde hala devam etmekte olan bir zihniyettir.
İttihat ve Terakki’nin Demokratikleşmeye Etkileri: Erken Dönemdeki Katkıları ve Çelişkileri (1908-1913):
İTC 1889 yılında kuruldu. Bu yapıda, görünüşte önemsiz meslek farklılıklarının Avrupa’daki Genç Türk partilerinin çalışmalarını engellediği bir dönemde muhalefet partilerini bir araya getirerek iş birliği zemini yarattı.[2]
İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte (23 Temmuz 1908) çok partili siyasal hayatın ilk kez yaygın ve canlı bir şekilde ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.[3] Bu dönemde anayasal rejim, birey hak ve özgürlükleri, vatandaşlık, eşitlik ve kimlik gibi konular serbestçe tartışılmıştır.[4]
Ancak, İTC’nin kendisi ihtilalci bir örgütlenmeydi ve bir siyasal partiye dönüşmeyi tasarlamamıştı; karizması Osmanlı anayasa romantizminden besleniyordu.[5]
İTC, yönetimde söz sahibi olmaya başladığında, savunduğu meşruti değerleri yeterince hazmedemediği ve komitacı anlayışını terk edemediği için kendi dışındaki fikir ve yayınlara göz açtırmaz hale gelmiş, Abdülhamid dönemini aratan yasaklamalar ve sansür ortamı yaratmıştır.[6]
Başlangıçta “unsurlar birliği” (İttihad-ı Anasır) idealini benimsemesine rağmen[7], Adana olayları[8] gibi gelişmelerle bu ittifak kırılmış, İTC’nin milliyetçi eğilimleri Ermeni partileriyle ilişkileri bozmuş, hatta Ermeni siyasi partilerinin bölünmesini sağlamıştır.[9] Parti içinde de Hizb-i Cedid gibi demokratik ve meşruti usullere daha çok uyulmasını isteyen muhalif gruplar oluşmuştur.[10]
İTC, iktidarını konsolide ettikçe muhalif partileri ezmiş, liderlerini sürgüne göndermiş ve zaman zaman terör yönetimine yaklaşan bir baskı uygulamıştır.[11]
İTC’nin kendisini Türk çıkarlarının ve Türkçülüğün örgütü olarak görmesi, tüm muhalifleri “Türklük muhalifi” olarak algılamasına ve giderek hoşgörüsüz bir zihniyete sahip olmasına yol açmıştır.[12]
Cumhuriyet Dönemindeki Mirası ve Devamlılığı (CHP):
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), birçok açıdan İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğindedir.[13] Hem ideolojik olarak (örn. devletçilik, halkçılık) hem de kadrolar ve siyaset yapma biçimleri açısından benzerlikler taşır. CHP, kendisini yeni devleti kuran kadronun oluşturduğu ve bu kadronun ideallerini topluma benimsetmek için oluşturulmuş bir “devlet partisi” olarak görmüştür. Halkçılık ilkesi, halkı aynı dil, kültür ve idealleri paylaşan, uyumlu ve yekpare bir kitle olarak tasavvur etmiştir.[14]
Bu anlayış, çok partili sistemi reddetmenin temel gerekçesi olmuştur; çünkü Türkiye’de sınıf farklılaşması olmadığı düşünülerek çok partili sisteme gerek olmadığı iddia edilmiştir. CHP, tek parti yönetiminin zorunlu bir geçici dönem değil, kalıcı ve dünyaya örnek olacak bir model olduğunu savunmuştur. Demokrasiyi ilke olarak reddetmese de tek parti iktidarının meşruluğu konusunda çok sayıda de açıklama yapılmıştır. [15]
Otoriter eğilimler, özellikle 1925 Takrir-i Sükûn kanunu ile başlamış 1931’den sonra belirginleşmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması, CHP yönetimini rejimin otoriter niteliğini güçlendirecek kararlar almaya sevk etmiştir. Bu dönemde totalitarizmden izler taşıyan daha katı bir otoriter rejime dönüşüm yaşanmıştır.[16]
Çok Partili Hayata Geçiş ve Demokrat Parti Dönemi (1946-1960):
Tek partili rejimden çok partili hayata geçiş, konjonktürel gelişmelerin zorlamasıyla ortaya çıkmıştır. 2. Dünya Savaşına girilmemiş ancak bir milyon civarındaki asker gücü, istihdamı azaltarak büyük bir ekonomik daralmaya neden olmuştur. İnönü, Amerikan yardımı alabilmek için demokrasiye geçmeyi kabul etmiştir. CHP ideolojisinde kelimenin tam anlamıyla demokrat bir zihniyet var olsa idi demokrasiye geçmek için 1946 yılını beklemesini izah etmek mümkün olmazdı.
Demokrat Parti (DP), tek parti yönetiminden rahatsızlık duyan tüm kesimlere cazip gelmiş ve CHP karşıtlığının birleştirici rol oynadığı bir parti olmuştur. DP, ticari burjuvazi, büyük ve küçük toprak sahipleri ile kültürel olarak dışlanmış kesimlerin temsilcisi olma iddiasıyla ortaya çıkmıştır. [17]
1950 seçimleri, Türkiye tarihinde gerçekten serbest ve dürüst bir seçimle iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesinin ilk ve tek örneği olmuştur. Aynı zamanda Türk halkının siyasal olgunlaşmasına önemli bir eşik oluşturmuştur.[18]
Ancak, DP de çoğunlukçu bir demokrasi anlayışını benimsemiş ve “milli iradenin üstünlüğü” ilkesiyle otoriter eğilimlerini meşrulaştırmıştır. Temel hak ve hürriyetler konusunda sınırlı bir yorum benimsemiş, muhalefeti “düşman” olarak görme eğilimi göstermiştir.[19]
DP’nin muhalefeti kabullenmekte zorlanması, CHP’den tek partili yıllardaki gibi bir davranış beklemesi, siyasal gerilimi artırmıştır. Muhalefetin (CHP) iktidarı yıpratmak için her yola başvurması ve darbeci güçlerle (ordu) temas kurması, demokratik rejimin istikrarını tehdit etmiştir.
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, İTC’den Cumhuriyet’e devreden bürokratik elitin (özellikle ordunun) siyasal alandaki vesayetçi rolünün bir devamı olarak görülebilir. Darbe, siyasi partiler arasında uzlaşma sağlanamamasının ve muhalefetin askeri müdahaleye açık mesajlar vermesinin bir sonucudur.[20]
Genel Değerlendirme ve Miras:
İTC ve devamındaki zihniyet, Türkiye’de siyasal partilerin genellikle kişisel hizipçilikten uzaklaşamamasının tarihsel miraslarından biridir. “Dost-düşman” kriteriyle siyaset yapma eğilimi, İTC döneminden itibaren Türkiye siyasetinde derin kutuplaşmalara yol açmıştır. Bu, uzlaşmacı bir siyaset anlayışının önünü tıkamış, toplumsal kesimler arasında çatışma riskini artırmıştır.[21]
Devletin “koruyucu ve babacan” bir makam olarak algılanması (patrimonyal devlet geleneği) ve siyasi partilerin iktidara geldiklerinde bürokrasiyi kontrol etme çabaları, gerilimli ilişkilere neden olmuştur.[22]
Gerçekte, Osmanlılarda demokratikleşmeye giden süreç sanıldığının aksine oldukça eskidir. 1840’lardan itibaren memleket meclisleri, direk halkın seçtiği Müslüman ve gayrimüslim üyelerden oluşmaktaydı. Yerel demokrasi ise pek çok Avrupa ülkesinden önce Osmanlı döneminde başlamıştı.[23]
1908 ise çok partili bir dönemin başlangıcı ve 1925 yılına, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasına kadar sürmüştür. Sonrası uzun antidemokratik ara dönemdir. Bir yıllık bir Serbest Cumhuriyet Fırkası demokrasiye geçiş amacı değil 1929 buhranı sorunlarını aşabilmek, İngiltere’nin maddi yardımlarını alabilmek adına, göstermelik uygulama oldu. Zaten bir yıl sonra 1931’de kapatıldı. Türkiye’de demokratikleşme sürecinin uzun yıllar sekteye uğramıştır. Sonrasında nihayet 1946 yılında konjonktürün zorlaması ile halka açık oy gizli sayım usulü ile lütfedilmiştir.
İttihat ve Terakki’nin demokratikleşmeye etkisi, başlangıçtaki çoğulcu açılımları ve siyasal bilinçlenmeyi teşvik etmesiyle olumlu bir başlangıç yapsa da hızla otoriterleşmesi, muhalefeti düşman görmesi ve milliyetçi-homojenleştirici, tek tipleştirici politikalarıyla demokratik değerlerin içselleştirilmesini engellemiş ve sonraki dönemlerdeki siyasi gerilimlere zemin hazırlamıştır. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin vesayeti siyasetteki etkin rolü, İTC’nin bu alandaki mirasının en belirgin devamlılıklarından biri olmuştur.
[1] Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, 53.
[2] Sabahaddin, İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar: Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar, 101.
[3] Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi III, 8.
[4] Özbudun, Türkiye’nin Siyasal Gelişmesi, 45.
[5] Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi III, 200.
[6] Özarslan, İttihat ve Terakki Cemiyeti-Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Diğerleri, 266.
[7] Kutlay, İttihat Terakki ve Kürtler, 217.
[8] 1909 yılı Nisan ayında Adana’da başlayan ve günler süren iç çatışma. Çatışmada sayı kesin olmamakla birlikte çoğunluğu Ermeni olmak üzere, her iki taraftan binlerce insan ölmüştür. Bkz. Hür, Öteki Tarih 1: Abdülmecid’den İttihat Terakki’ye, 122–24.
[9] Hür, 125.
[10] Lewis, Modern Türkiyey’nin Doğuşu, 219.
[11] Avagyan and Gaidz, Ermeniler ve İttihat Terakki: İşbirliğinden Çatışmaya, 114.
[12] Kutlay, İttihat Terakki ve Kürtler, 216.
[13] Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, 53.
[14] Özbudun, Türkiye’nin Siyasal Gelişmesi, 205.
[15] Özbudun, 108,130
[16] Özbudun, 100–117.
[17] Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, 107, 397
[18] Lewis, Modern Türkiyey’nin Doğuşu.
[19] Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, 401.
[20] Demirel, 398.
[21] Özarslan, İttihat ve Terakki Cemiyeti-Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Diğerleri, 365.
[22] Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi, 140.
[23] Ekinci, Osmanlı’nın Çöküşü: İmparatorluk İttihatçıların Elinde, 57.