Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilim, modern Güney Asya tarihinin en karmaşık ve kronik sorunlarından biridir. Bu çatışmanın kökenleri, 1947’deki Britanya Hindistan’ının bölünmesine ve iki bağımsız devletin ortaya çıkışına dayanır. Bölünme, dini temelde gerçekleşmiş; Hindu çoğunluklu Hindistan ile Müslüman çoğunluklu Pakistan arasında kitlesel göçler, şiddet ve travmalarla sonuçlanmıştır. Ancak bu ayrım, coğrafi ve siyasi olarak tamamlanmamış bir süreçti.
Özellikle Keşmir bölgesinin statüsü, iki ülkenin ilk günlerinden itibaren anlaşmazlık konusu oldu. Jammu-Keşmir, stratejik konumu ve demografik yapısı nedeniyle hem Hindistan hem Pakistan tarafından hak iddia edilen bir bölgeye dönüştü. 1947-1948 Savaşı, BM müdahalesi ve ateşkes hattının (sonradan Kontrol Hattı, LOC) çizilmesi, sorunu dondurmak yerine kronikleştirdi.
Soğuk Savaş döneminde, iki ülkenin jeopolitik hizalanmaları gerilimi küresel bir boyuta taşıdı. Pakistan, ABD ile savunma ittifakları kurarken, Hindistan Bağlantısızlar Hareketi içinde Sovyetler Birliği’ne yakınlaştı. Ancak 1971’deki Doğu Pakistan (bugünkü Bangladeş) krizi ve Hindistan’ın müdahalesi, Pakistan’ın parçalanmasıyla sonuçlandı. Bu travma, Pakistan’ın ulusal güvenlik politikalarını Hindistan odaklı hale getirdi. 1998’de her iki ülkenin nükleer silah testleri ise çatışma dinamiklerini radikal biçimde değiştirdi. Nükleer caydırıcılık, doğrudan savaş olasılığını azalttı ancak sınırlı çatışma (proxy savaşlar, terör ve siber savaş) alanlarını genişletti.
Günümüzde gerilimin merkezinde Keşmir sorunu yer almaktadır. Hindistan’ın 2019’da Jammu-Keşmir’in özerk statüsünü kaldıran 370. Maddeyi iptal etmesi, bölgeyi doğrudan merkezi yönetime bağladı. Bu hamle, Pakistan’ın diplomatik tepkisinin yanı sıra bölgede insan hakları ihlalleri, iletişim kesintileri ve askerileşme artışına yol açtı. Ateşkes hattı boyunca sık sık yaşanan çatışmalar, sivil kayıpları artırırken, iki ülke medyasının taraflı dil kullanımı kamuoylarını kutuplaştırmaktadır. Örneğin, 2019 Pulwama saldırısı (Hindistan’da 40 güvenlik görevlisinin ölümü) ve Hindistan’ın Balakot’taki sınır ötesi hava operasyonu, tarafları nükleer eşiğe sürükledi.
Çatışmanın bir diğer boyutu, Pakistan’ın desteklediği iddia edilen militan gruplardır. Hindistan, Leşker-i Tayyibe ve Ceyş-i Muhammed gibi örgütlerin Keşmir’deki saldırılarından Pakistan’ı sorumlu tutarak uluslararası platformlarda diplomatik izolasyon çabalarını sürdürmektedir. Buna karşılık Pakistan, Hindistan’ın işgalci politikalarla bölgedeki Müslüman nüfusa baskı uyguladığını savunmaktadır. İki ülkenin su kaynakları üzerindeki mücadelesi de kritik bir gerilim alanıdır. 1960 Indus Su Anlaşması, Pakistan’ın Batı nehirlerinin (Indus, Jhelum, Chenab) su haklarını korurken Hindistan’a Doğu nehirlerinin (Ravi, Beas, Sutlej) kontrolünü vermişti. Ancak Hindistan’ın Keşmir’deki baraj projeleri, Pakistan’da su savaşları endişelerini tetiklemektedir.
İç politikalar da dış gerilimi beslemektedir. Hindistan’da iktidardaki BJP’nin Hindu milliyetçiliği (Hindutva) söylemi, Pakistan’ı düşman olarak kodlayarak seçim kazanma stratejisine dönüşmüştür. Pakistan’da ise ordunun siyaset üzerindeki vesayeti, Hindistan karşıtlığını ulusal kimliğin temel unsuru haline getirmiştir. Medya ve sosyal platformlarda yayılan dezenformasyon, nefret söylemi ve tarihsel travmaların manipülasyonu, diyalog kanallarını tıkamaktadır.
Bölgesel ve küresel aktörlerin tutumları da çatışmayı şekillendirir. Çin, Pakistan ile stratejik ve ekonomik işbirliğini derinleştirirken (CPEC projesi), Keşmir’deki Hindistan karşıtı pozisyonunu sürdürmektedir. ABD ise Soğuk Savaş dönemindeki Pakistan destekçiliğinden uzaklaşarak Hindistan’ı “Hint-Pasifik stratejisi” kapsamında Çin’e karşı denge unsuru olarak görmektedir. Uluslararası toplumun çözümsüzlüğü ise dikkat çekicidir; BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelerin çıkar çatışmaları, Keşmir’deki insani krize etkili müdahaleyi engellemektedir.
Barış inşası çabaları ise sistematik engellerle karşılaşmıştır. 2003 ateşkesi ve Lahore Deklarasyonu gibi girişimler kısa ömürlü olmuş, Agra Zirvesi (2001) gibi diplomatik adımlar somut sonuçlar üretememiştir. Ekonomik işbirliği potansiyeli de siyasi gerilimler nedeniyle sekteye uğramıştır. Pakistan’ın Hindistan’a En Çok Kayrılan Ulus (MFN) statüsünü 2019’da askıya alması, ticaret hacmini asgari düzeye indirmiştir. Buna karşın sivil toplum inisiyatifleri (kültür ve spor etkinlikleri, akademik işbirlikleri) sembolik de olsa diyalog umudunu canlı tutmaktadır.
Gelecek projeksiyonları, nükleer tehdit altında dengeli bir belirsizliği işaret etmektedir. Taraflar, doğrudan savaşın karşılıklı yıkım getireceğinin farkında olsa da sınırlı çatışma ve vekalet savaşları sarmalından çıkamamaktadır. Genç nesiller arasında dijital iletişim ve kültürel etkileşim artışı, bazı çevrelerde umut yaratırken, devletlerin milliyetçi politikaları bu potansiyeli zayıflatmaktadır. Çözüm için önerilen modeller (BM gözetiminde plebisit, Keşmir’in özerkleştirilmesi veya LoC’nin kalıcı sınır olarak tanınması) ise tarafların uzlaşmaz tutumları nedeniyle uygulanabilir görünmemektedir.
Hindistan-Pakistan çatışması, tarihsel miras, kimlik politikaları ve jeostratejik rekabetin iç içe geçtiği çok katmanlı bir sorundur. Nükleer silahların varlığı, çatışmayı “yönetilebilir” ancak “çözülemez” bir krize dönüştürmüştür. Barış, ancak tarafların iç siyasetteki milliyetçi söylemlerden vazgeçmesi, ekonomik bağımlılıkların artırılması ve uluslararası aktörlerin tarafsız arabuluculuğuyla mümkün olabilir. Ne var ki, mevcut koşullarda bu adımların uygulanma ihtimali düşüktür; dolayısıyla gerilim, Güney Asya’nın istikrarsız dengelerinde varlığını sürdürecek gibi görünmektedir
Güncel Gerilim Noktaları
Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimin güncel dinamikleri, tarihsel anlaşmazlıkların üzerine eklemlenen yeni krizlerle şekillenmektedir. Bu bağlamda, 2019 yılında Hindistan hükümetinin Jammu ve Keşmir’in özerk statüsünü düzenleyen Anayasa’nın 370. Maddesini tek taraflı olarak iptal etmesi, bölgesel ve uluslararası arenada sert tepkilere yol açmıştır. Söz konusu maddenin kaldırılması, Keşmir’in özel statüsünü ortadan kaldırarak bölgenin Hindistan’a tam entegrasyonunu hedeflemiş; ancak bu hamle, Pakistan tarafından uluslararası hukukun ihlali ve BM kararlarına aykırılık olarak nitelendirilmiştir.
Hindistan’ın bölgede artan askeri varlığı, iletişim ve hareket özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ile demografik yapıyı değiştirme iddiaları (yeni yerleşim politikaları), insan hakları örgütlerinin raporlarına da yansıyan bir insani krizi derinleştirmiştir. Pakistan ise bu gelişmeleri diplomatik platformlarda sıklıkla gündeme getirerek Keşmir meselesinin uluslararası bir hale getirmesi için çaba sarf etmekte, ancak Hindistan’ın iç mesele argümanı nedeniyle somut adımlar atılamamaktadır.
Sınır hattı boyunca yaşanan çatışmalar, özellikle Kontrol Hattı çevresinde düzenli olarak tırmanmaktadır. Ateşkes ihlalleri, karşılıklı topçu atışları ve küçük çaplı askeri operasyonlar hem asker kayıplarına hem de sivil yaşamın sekteye uğramasına neden olmaktadır. Örneğin, 2020-2023 döneminde Kontrol Hattı kaydedilen ihlal sayılarının yıllık ortalaması 5.000’i aşmış; bu çatışmaların yaklaşık %35’i sivil yerleşimleri etkilemiştir. Taraflar, ihlallerden birbirini sorumlu tutarken, gerilimin perde arkasında istihbarat faaliyetleri ve sınır ötesi infiltrasyonlar yer almaktadır. Askeri gerilim, iki ülkenin de nükleer kapasiteye sahip olması nedeniyle küresel güvenlik açısından da risk teşkil etmekte; caydırıcılık politikaları, sınırlı çatışmaların kontrolden çıkma potansiyelini artırmaktadır.
Terör ve vekalet savaşları, iki ülke arasındaki güven eksenli krizin bir diğer boyutudur. Pakistan merkezli olduğu iddia edilen Leşker-i Tayyibe ve Ceyş-i Muhammed gibi grupların, Keşmir’deki Hindistan güvenlik güçlerine yönelik saldırıları, Hindistan’ın terörizme karşı sınır ötesi operasyon politikasını meşrulaştırma gerekçesi olarak kullanılmaktadır. 2019’daki Pulwama saldırısı sonrası Hindistan Hava Kuvvetleri’nin Balakot’ta gerçekleştirdiği hava operasyonu, Pakistan hava sahasının ihlali ve karşılıklı jet düşürme olaylarıyla sonuçlanmış; bu kriz, tarafları nükleer savaş eşiğine sürüklemiştir. Pakistan, Hindistan’ın devlet destekli terör suçlamalarını reddetmekte ve Keşmir’deki direnişin meşru mücadele olduğunu savunmaktadır. Ancak uluslararası kuruluşların raporları, Pakistan’ın FATF (Finansal Eylem Görev Gücü) gri listesinde kalması gibi faktörler, bu iddiaların küresel düzeyde sorgulanmasına yol açmaktadır.
Su kaynakları üzerindeki mücadele, gerilimin ekonomik ve ekolojik boyutunu ortaya koymaktadır. İki ülke arasında 1960’ta imzalanan Indus Su Anlaşması, Batı nehirlerinin (Indus, Jhelum, Chenab) kullanım haklarını Pakistan’a, Doğu nehirlerini (Ravi, Beas, Sutlej) ise Hindistan’a tahsis etmiştir. Ancak Hindistan’ın Keşmir’deki hidroelektrik projeleri (örneğin Baglihar ve Kishenganga barajları), Pakistan’da su akışının kesintiye uğrayacağı endişelerini artırmıştır. Pakistan, Hindistan’ın anlaşma hükümlerini ihlal ederek “su silahı” kullandığını öne sürmekte; Hindistan ise projelerin teknik detaylarının anlaşmaya uygun olduğunu savunmaktadır. İklim değişikliği kaynaklı su kıtlığı ve nüfus artışı, bu anlaşmazlığı daha da kırılgan hale getirmekte; uzmanlar, su paylaşımının gelecekteki çatışmaların ana tetikleyicisi olabileceği uyarısında bulunmaktadır.
Bu gerilim noktaları, iki ülke arasındaki güven bunalımını derinleştirmekte ve kapsamlı bir diyalog ihtimalini zorlaştırmaktadır. Tarafların iç politikada milliyetçi söylemleri araçsallaştırması, askeri ve ekonomik çıkarların çatışması, uluslararası aktörlerin çıkar odaklı tutumlarıyla birleşince, istikrarsızlık kronik bir nitelik kazanmaktadır.
Bölgesel ve Küresel Dinamikler
Hindistan-Pakistan gerilimi, tarihsel kökenleri ve jeopolitik öneminden ötürü yalnızca bölgesel değil, küresel dinamiklerin de kesişim noktasında yer alır. Bu çatışmanın arka planında, iki ülkenin nükleer kapasiteleri, sınır anlaşmazlıkları (özellikle Keşmir), ve terörle mücadele politikaları gibi faktörler bulunurken, bölgesel ve küresel aktörlerin bu gerilime yönelik tutumları, uluslararası sistemin çok kutuplu yapısını yansıtmaktadır.
Çin’in bölgedeki rolü, öncelikle Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) üzerinden şekillenir. CPEC, Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) önemli bir ayağı olarak, Çin’in Hint Okyanusu’na erişimini güvence altına almayı ve enerji güzergâhlarını çeşitlendirmeyi hedefler. Ancak bu proje, Hindistan’ın egemenlik iddialarıyla çakışan Pakistan İşgalindeki Keşmir bölgesinden geçtiği için, Yeni Delhi tarafından bölgesel güvenliğe yönelik bir tehdit olarak algılanır. Çin, Pakistan’a sağladığı askeri ve teknolojik destekle (JF-17 savaş uçakları, füze sistemleri) stratejik dengeyi korumaya çalışırken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Pakistan lehine diplomatik kalkan işlevi görür. Öte yandan, Çin’in Hindistan ile ticari bağları (2022’de 135 milyar dolar) ve sınır çatışmaları (Galwan Vadisi, 2020), bu ilişkinin çelişkili doğasını ortaya koyar. Çin’in ikili diplomasi stratejisi hem Pakistan’ı destekleyerek Hindistan’ı çevreleme hem de Asya’daki ekonomik nüfuzunu genişletme hedeflerini dengelemek zorundadır.
ABD’nin bölge politikası ise Soğuk Savaş dönemindeki Pakistan merkezli yaklaşımdan, 21. yüzyılda Hindistan’ı Hint-Pasifik stratejisinin merkezine yerleştiren bir paradigmaya evrilmiştir. Bu değişimde, Çin’in yükselişinin yarattığı endişeler belirleyici olmuştur. ABD, Hindistan’la Savunma Teknolojisi ve Ticaret Girişimi (DTTI) ve Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD) gibi mekanizmalarla askeri iş birliğini derinleştirirken, 2008’de imzalanan Sivil Nükleer Anlaşma ile de stratejik ortaklığını meşrulaştırmıştır. Ancak Washington’ın Pakistan’la ilişkileri tamamen kesmesi mümkün değildir. Afganistan’daki çıkış sürecinde Taliban’la müzakere rolü, Pakistan’ın nükleer silah stokunun güvenliği ve Çin’e alternatif bir denge unsuru olarak Islamabad’ın jeopolitik değeri, ABD’yi ikircikli politikalar izlemeye zorlamaktadır. Örneğin, 2018’deki F-16 modernizasyon anlaşması veya terörle mücadelede istihbarat paylaşımı, bu karmaşık dengenin somut örnekleridir.
Uluslararası örgütlerin Hindistan-Pakistan gerilimine müdahale kapasitesi ise sınırlı kalmıştır. BM, Keşmir sorununda self-determinasyon ilkesi ile egemenlik bütünlüğü arasında sıkışmış durumdadır. 1948’den bu yana bölgede barış gücü bulundurmasına rağmen, BMGK’daki daimi üyelerin çıkar çatışmaları (Çin’in Pakistan, ABD’nin Hindistan yanlısı tutumu) karar alma süreçlerini felce uğratır. Benzer şekilde, Güney Asya Bölgesel İş Birliği Teşkilatı (SAARC), kuruluş amacı olan bölgesel entegrasyonu, Hindistan-Pakistan rekabeti nedeniyle hayata geçirememiştir. 2016’daki Uri saldırısı sonrası Hindistan’ın SAARC zirvesini boykot etmesi ve Pakistan’ın terörle bağlantılı önlemlerde direnmesi, örgütü işlevsiz kılmıştır. Bu sessizlik, devletlerin çok taraflı kurumlara olan güvenini azaltırken, sorunun çözümünü fiilen ikili müzakerelere veya güç politikalarına bırakmaktadır.
Hindistan-Pakistan gerilimi, bölgesel güvenlik mimarisini aşan bir küresel mücadele alanına dönüşmüştür. Çin’in ekonomik ve askeri hamleleri, ABD’nin değişen öncelikleri ve uluslararası örgütlerin etkisizliği, bu çatışmanın çözümsüzlüğünü derinleştiren faktörler olarak öne çıkmaktadır. Tarafların iç siyasetinde milliyetçi söylemlerin yükselişi de dikkate alındığında, gerilimin kısa vadede yönetilmesi, uzun vadede ise ancak çok taraflı ve kapsayıcı bir diplomasiyle hafifletilmesi mümkün görünmektedir.
Sonuç
Bu çalışmada, Hindistan ile Pakistan arasındaki tarihi kökenleri 1947’deki bölünmeden başlayarak günümüz dinamiklerine dek uzanan çok katmanlı gerilimler kapsamlı bir biçimde ele alınmıştır. Bölünmenin ardından Keşmir meselesinin yarattığı ilk savaşlar ve Fiili Kontrol Hattı (Loc) düzenlemesi, sorunu dondurmaktan ziyade kronik bir kriz haline getirmiştir. Soğuk Savaş döneminde iki ülkenin farklı jeopolitik eksenlere yönelimi; Pakistan’ın ABD ile savunma ittifakları, Hindistan’ın ise Bağlantısızlar Hareketi içindeki Sovyet yanlısı konumu, bölgesel rekabeti daha da derinleştirmiştir. 1971’de Bangladeş’in bağımsızlığı ve her iki ülkenin 1998’de gerçekleştirdiği nükleer testler, çatışma dinamiklerinde paradigma değişikliğine yol açmış; nükleer caydırıcılık yönetilebilir ancak çözümsüz bir krize zemin hazırlamıştır.
Güncel dönemde Keşmir’in statü değişikliği (370. Maddenin kaldırılması), sık sık yaşanan LoC ihlalleri ve artan insan hakları ihlalleri, gerilimin mahrem boyutunu daha görünür kılmıştır. Bununla birlikte, terör örgütleri vasıtasıyla yürütülen vekâlet savaşları ve su kaynakları üzerindeki stratejik rekabet, çatışmayı sadece sınır hattına indirmeyip hem ekonomik hem de ekolojik alanlara taşımaktadır. Bu farklı cephelerde sürmekte olan kriz, iki ülkenin milliyetçi iç siyasetlerinin bir aracı haline gelmiş, sivillerin maruz kaldığı insani maliyet hem yerel hem küresel aktörlerin müdahale kapasitesini sınırlandırmıştır.
Bölgesel düzeyde Çin’in CPEC ile Pakistan’a verdiği stratejik destek, Hindistan’ı jeostratejik kuşatma endişesiyle karşı karşıya bırakırken; ABD ise Hint-Pasifik stratejisi kapsamında Hindistan’ı denge unsuru olarak konumlandırmaktadır. Uluslararası örgütlerin etkisiz kalışı ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki çıkar çatışmaları, çok taraflı diplomatik çözümleri imkânsızlaştırmaktadır. Dolayısıyla çözüm talepleri sürekli olarak ikili müzakereler ve güç politikaları ekseninde sıkışıp kalmakta; sivil toplum girişimleri ise sembolik düzeyi aşamamaktadır.
Sonuç olarak, Hindistan-Pakistan gerilimi ancak aşağıdaki üç temel boyutta ilerletilebilir:
Milliyetçi söylemlerin yumuşatılması: İki ülkenin iç politikalarında öne çıkan öteki imgesinin geriletilmesi, diyalog zeminini genişletecektir.
Ekonomik ve ekolojik işbirliklerinin derinleştirilmesi: Su yönetimi, ticari kolaylaştırma ve bölgesel altyapı projeleri, karşılıklı bağımlılığı artırarak çatışma riskini indirebilir.
Tarafsız uluslararası arabuluculuğun güçlendirilmesi: BM ve bölgesel örgütlerin etkinliğinin artırılması, çözüm süreçlerine hakemlik ve gözlemci olarak katılımını sağlamalıdır.
Mevcut koşullarda doğrudan çatışma olasılığı nükleer caydırıcılığın gölgesinde sınırlı kalırken, sürdürülebilir barış, milliyetçi stratejilerden uzaklaşan, ekonomik ve diplomatik bağları derinleştiren çok katmanlı bir diplomasiyle mümkün olacaktır. Gelecekte, genç kuşaklar arası kültürel ve dijital etkileşimin artması, barış inşasına yönelik en umut verici dinamiklerden biri olarak öne çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
Karakaya, İ., Nazarı, M. İ. (2023). Hindistan-Pakistan Çatışmasında Keşmir Sorunu. Uluslararası Toplumsal Bilimler Dergisi, 7(3), 1-22.
Abedin, M. J., Öztürk, A. (2019). Keşmir sorunu ve Hindistan-Pakistan nükleer silahlanma yarışına etkisi. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul.
Arı, C. T. (1986). Uluslararası sistem teorisi açısından 1947-1972 Hindistan-Pakistan çatışmasına bir yaklaşım (Yüksek Lisans Tezi, Bursa Uludağ Üniversitesi (Türkiye)).
Özev, M. H. (2012). Küresel ve Bölgesel Güçlükler Karşısında Pakistan’ın Demokratikleşme Çabaları. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 8(16), 147-176.
Gökten, K. (2019). Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve Yeni Güney Asya Jeopolitiği. Fiscaoeconomia, 3(1), 160-176.
Duvar, G. (2017). Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru nereye açılıyor?.
Bocutoğlu, E. (2017, October). Çin’in Bir Kuşak-Bir Yol projesinin ekonomik ve jeopolitik sonuçları üzerine düşünceler [Considerations on the Economic and Geopolitical Consequences of China’s “One Belt-One Road” Project]. In Proceedings of the International Conference on Eurasian Economies (ss. 265-270).
Alperen, Ü. (2024). Çin’in Keşmir Politikası: Pakistan ve Hindistan Arasında Dengeli Tarafsızlık. Yönetim Bilimleri Dergisi, 22(54), 2423-2448.
Yiğenoğlu, K. (2018). Çin’in ‘Tek Kuşak Tek Yol’projesi ve Asya Altyapı Yatırım Bankası. JOMELIPS-Journal of Management Economics Literature Islamic and Political Sciences, 3(1), 10-28.
Tepebaş, U. (2007). Bölgesel Sorunların Çözümünde Uluslararası Örgütlerin Rolü. Stratejik Araştırmalar Dergisi, 10, 88-97.
Tremblay, R. C. (2019). Jammu: Autonomy Within an Autonomous Kashmir?. In Perspectives on Kashmir (ss. 153-167). Routledge.
Zia, A. (2020). The Haunting Spectre of Hindu Ethno-nationalist Neo-colonial Development in the Indian Occupied Kashmir. Development, 63(1), 60-66.
Çağıran, M. E. (2016). Uluslararası Örgütler, Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.
Arslan, A. (2019). Keşmir Sorunu: 370. Maddenin Kaldırılmasının Anlamı ve Yeni Harita. https://stratejikortak.com/2019/08/kesmir-sorunu-370-madde-ozel-statu.html. Erişim Tarihi: 06.05.2025.