Özet:
Bu çalışma, günümüz İslami ekonomi politikanın (siyasal İslamcılığın da önemli bir parçası olarak) bireysel düzeyde para ile imanın birlikte yol alışını nasıl başarısızlıkla sonuçlandırdığını ele almaktadır. İslami ekonomi politikanın, ekonomik özgürlük ve akıl çerçevesinde işleyen piyasada bireysel davranışların etik yönü ile nasıl bağdaştığı tartışılmakta; paranın yaptırım gücünün imanı rehin alışı ve bu süreçte gizli şirkin ortaya çıkışı irdelenmektedir.
Giriş:
İslamcılığın özellikle siyasal boyutu ve ekonomi politikası, modern toplumlarda önemli yer tutmaktadır. Bu alanda ortaya çıkan temel bir sorun, Müslüman bireylerin parayla ilişkilerinde ortaya çıkan etik ve inançsal çatışmalardır. Günümüz İslami ekonomi politik uygulayıcıları, iman ile paranın birlikte yol alışını bir türlü kavrayamamışlardır. Bunun sonucunda, pek az müminin dışında, paranın yaptırım gücünün imanı nasıl rehin aldığı anlaşılamamıştır. Bu durum, İslamcılığın temel taşlarından biri olan ekonomik etikle modern piyasa ekonomisi arasında derin bir gerilim yaratmaktadır.
Ekonomik Özgürlük, Akıl ve Piyasa Gerçekliği:
Ekonomik özgürlük, modern piyasa düzeninin temelidir. Herkese açık olan bu ekonomik düzlemde, aklın rehberliğinde bireyler, rekabet, çıkar ve kazanç doğrultusunda hareket eder. Ancak İslami ekonomi politik uygulayıcılarının bu alandaki zaafları, aklın rehberliğinde işleyen ekonomik özgürlük ortamında etik değerlerin göz ardı edilmesine neden olmuştur. İşin doğası gereği var olan oyun kuruculuğu tuzaklarına takılan her bir Müslüman, siyasal Müslüman ya da İslam’ın ekonomi politiğini kullanan birey, farkında olmadan gizli bir şirke yuvarlanmıştır. Burada şirkin sadece ibadet alanıyla sınırlı olmadığı, ekonomik davranışlarda da etik sınırların aşılması olarak anlaşılması gerektiği önemlidir.
Paranın İman Üzerindeki Etkisi:
İmanla paranın birlikte yol alışını İslami ekonomi politik uygulayıcıları bir türlü anlamamışlardır. Bu nedenle de pek az müminin dışında paranın yaptırım gücünün imanı nasıl rehin aldığı bir türlü anlaşılamamıştır. Günümüzde Müslümanın para karşısında girdiği dengelenmede ya da bir arada tartılı, terazili yaşama mücadelesinden yenik çıktığı ve paranın hükümranlık alanının genişlemiş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Hatta denebilir ki, bu durum dün de böyleydi, yarın da böyle olacaktır. Geriye ise sadece Müslüman fakat insansız bir davanın siyaset içerisinde, siyasetin kirliliği içerisinde kirlenmiş bir biçimi kalmıştır.
Para ve İslam’ın Kirliliği:
Bir başka ifade ile, para İslam’ın içine girerken tıpkı bir bulanık su gibi girmiş, İslam’ın zemzem suyunu kirletmiş ve bulandırmıştır. Para ile İslam’ı yaşama, para çıkarları doğrultusunda dini yönetmeye başlamıştır. Paranın yaptırım gücünün kuvveti veya ekonomi dini yapıdan bağımsız olmadan içine girmiş ve imanı iyileştirmekten ziyade zedelemiştir. Bu kirlenme, sadece bireysel bazda değil, toplumsal ve siyasal İslam pratiğinde de gözlemlenmektedir.
Ekonomik Sınavda İslamcılığın Başarısızlığı:
Günümüz İslamcılığı, hatta siyasal İslamcılığı ya da İslami ekonomi politiği, bireysel anlamda parayla olan sınavında başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın gerisinde ekonomik özgürlüğün, herkese açık olan bu ekonomik düzlemde aklın yol göstericiliğinde, işin doğası gereği oyun kuruculuğunun tuzaklarına takılmaları vardır. Bu durum her bir Müslüman, siyasal Müslüman veya İslam’ın ekonomi politiğini kullanan bireyin gizli bir şirke yuvarlanmasına neden olmuştur. Böylece, ekonomik özgürlük ortamında paranın gücü iman üzerinde bir vesayet halini almıştır.
Sonuç:
Bu tablo, İslami ekonomi politikaların yeniden ele alınması, imanla paranın birlikte ve dengeli yol alışının kavranması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ekonomik faaliyetlerde etik ve iman ölçütlerinin göz ardı edilmesi, sadece bireysel başarısızlık değil, aynı zamanda İslam’ın toplumsal ve siyasal duruşunun da zayıflamasına yol açmaktadır. İslamcılığın bu kritik sınavdan geçebilmesi için, iman ile paranın bir arada dengeli yürüyüşünü sağlayacak bir paradigma oluşturması zorunludur. Aksi takdirde, para çıkarları doğrultusunda yönetilen bir dini yapının, hem imanı hem de İslam’ın özgün ruhunu tahrif ettiği gerçeği göz ardı edilemez.