Nurettin Topçu, bireyin üzerinde yaşadığı toprakla organik bir bağ kurmasının, onun kimliği ve manevi bütünlüğü açısından vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu vurgular. Ona göre, bu bağ, sadece fiziksel bir aidiyet değil, aynı zamanda derin bir tarihsel ve kültürel köklenmeyi ifade eder. Ancak, göçmenler, doğup büyüdükleri topraklardan uzakta yeni bir vatanda yaşamaya başladıklarında, bu köklenme sürecinden mahrum kalabilirler. Topçu, bu mahrumiyeti “ruhsal bir yetimlik” olarak tanımlar ve bunun bireyde aidiyetsizlik, içsel bir boşluk ve yer yer yıkıcı bir tutum doğurabileceğini belirtir.
Toprak ve Tarih Bağı: İnsan Kimliğinin Şekillendiricisi
Topçu’ya göre, insanın kimliği, üzerinde yaşadığı toprakla tarih arasında kurduğu derin bağ üzerinden şekillenir. Toprak, bireye sabır, direnç ve aidiyet duygusu aşılayan bir öğretmendir. Tarih ise, bu toprağın geçmişten bugüne taşıdığı anlam ve değerlerle bireyin ruhunu besler. Ancak, bu bağı kuramamış bir birey, kendini ne bir topluma ne de bir millete ait hissedebilir. Göçmenler, yabancı topraklarda büyüdüklerinde, doğdukları yerin tarihinden uzaklaşır ve yaşadıkları toprakların kültürüne tam anlamıyla entegre olamadıklarında bir kimlik bunalımı yaşayabilirler. Bu, onların içsel bir boşluğa düşmesine ve bu boşluğu doldurmak için yıkıcı veya bencilce davranışlar sergilemesine neden olabilir.
Yeni Vatanla Bağ Kurma Zorluğu
Göçmenlerin yeni bir vatanda yaşarken, o topraklara ve kültüre aidiyet hissetmesi, bireyin ruhsal dengesi ve toplumsal uyumu için hayati bir öneme sahiptir. Ancak, bu bağın kurulması her zaman kolay değildir. Yabancı bir toprakta büyüyen bireyler, o toprağı bir “emanet” gibi görüp, ona sahip çıkma ve koruma bilinci geliştiremeyebilirler. Bu durum, bireyin yaşadığı topluma yönelik sorumluluk hissetmemesiyle sonuçlanabilir. Topçu, bu bağın eksikliği nedeniyle bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürel ve ahlaki yapısına zarar veren davranışlar sergileyebileceğini ifade eder. Aidiyet duygusu geliştiremeyen bireyler, çoğu zaman bireysel çıkar peşinde koşan bir anlayışa yönelerek, toplumsal düzeni bozabilecek bir potansiyel taşır.
Göçmenlerde Yıkıcı Eğilimler ve İstismarcı Tutumlar
Topçu’ya göre, aidiyet hissinin eksikliği, bireyde bencilliği ve istismarcı bir zihniyeti besleyebilir. Bu tür bireyler, bir milletin tarihine ve topraklarına değer verme bilincinden uzak oldukları için, yaşadıkları toplumu yalnızca bir fırsat alanı olarak görebilirler. Bu durum, toplumsal dayanışma ruhunu zayıflatabilir ve hatta toplumsal çatışmalara zemin hazırlayabilir. Göçmenlerin bu şekilde yıkıcı bir rol üstlenmesi, yalnızca bireylerin değil, içinde bulundukları toplumun da zayıflamasına yol açar. Topçu, bu sorunun kaynağını, göçmenlerin manevi ve kültürel olarak bir boşlukta olmalarına bağlar.
Aidiyet Duygusu Geliştirmenin Önemi
Bu sorunun çözümünde, bireyin yaşadığı topraklara aidiyet hissetmesini sağlayacak bir eğitim süreci kritik bir öneme sahiptir. Topçu’ya göre, bu eğitim, yalnızca akademik bilgilerle değil, aynı zamanda manevi değerlerle zenginleştirilmelidir. Göçmenlerin yaşadıkları toplumun tarihini, kültürünü ve ahlaki değerlerini öğrenerek, kendilerini bu topluma ait hissetmeleri sağlanmalıdır. Ancak bu süreç, yalnızca göçmenlerin çabasıyla gerçekleşemez; toplumun da göçmenlere karşı kapsayıcı ve destekleyici bir tutum sergilemesi gereklidir. Toplum, göçmenlere bir yandan kendi kültürünü öğretirken, diğer yandan onlara sıcak bir aidiyet duygusu sunarak bu kopukluğu gidermeye yardımcı olmalıdır.
Toprak ve Tarih Bağı Göçmenler İçin de Geçerlidir
Topçu, bireyin ruhsal ve toplumsal bütünlüğünü sağlayan en temel unsurun, tarih ve toprak arasındaki bağ olduğunu vurgular. Göçmenler için de bu bağın yeniden inşa edilmesi, onların yeni bir topluma uyum sağlamasında ve bireysel mutluluğunda kritik bir rol oynar. Aksi hâlde, aidiyet hissi geliştiremeyen göçmenler, yalnızca bireysel bir kimlik sorunuyla değil, aynı zamanda toplumsal bir tehdit hâline gelebilir. Bu nedenle, Topçu’ya göre, göçmenlerin manevi ve kültürel eğitimle desteklenmesi, sadece onların bireysel iyiliği için değil, aynı zamanda yaşadıkları toplumun birliği ve refahı için de zorunludur.
Sonuç: Toplumun ve Göçmenlerin Ortak Sorumluluğu
Nurettin Topçu’nun perspektifinden bakıldığında, göçmenlerin yeni bir vatana aidiyet hissi geliştirmesi, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Göçmenlerin yaşadıkları topraklara tarihsel ve kültürel bağlar kurarak köklenmeleri hem onların içsel boşluğunu dolduracak hem de toplumu güçlendirecektir. Bu bağlamda hem göçmenlerin hem de onları kabul eden toplumun ortak bir çaba göstermesi, bu sorunun çözümünde anahtar bir role sahiptir. Topçu’nun vurguladığı gibi, toprak ve tarih bağı, yalnızca bir millete özgü değil, insanlık için evrensel bir gerekliliktir.