Giriş: Düşündürücü Bir Hikâye ve Bir Soru
Zamanın birinde Ali ve Yunus adında iki kardeş yaşamaktadır. Yunus, günlük yaşamında ulaşım aracı olarak kullandığı 2012 model bir A marka otomobile sahiptir. Bir gün kardeşi Ali, yeni bir iş kurmak üzere Yunus’tan 500.000 TL finansman talebinde bulunur. Ali, faizli kredi kullanmak istemediğini belirtir. Yunus, kardeşine destek olmak amacıyla aracını satar ve elde ettiği meblağı Ali’ye borç verir. Ali başarılı olur ve iki yıl sonra borcunu ödeme gücüne erişir.
Soru: “Ali, Yunus’a borcunu nasıl ve ne şekilde ödemelidir ki bu ödeme hem İslami, hem ahlaki, hem de ekonomik açıdan doğru olsun? (Yıllık enflasyon oranı %30)”
Cevaplar: İslami ve Ekonomik Yaklaşımlar
a) Geleneksel İslami Görüş
- Nakit Borç Durumunda: Eğer borç nakit (500.000 TL) olarak alınmışsa, ödeme de ayni miktar ile yapılmalıdır. Değer kaybı veya zaman faktörü dikkate alınmaz. Bu, İslam hukukunda “ayn ile ödeme” prensibine dayanır.
- Mal (Araç) Borcu Durumunda: Eğer borç bir mal (örneğin 2012 model A marka araç) olarak verilmişse, ödeme aynı model ve marka bir araçla yapılmalıdır.
- Gönüllü İyilik Esasıyla Geri Ödeme: Borçlu eğer isterse, aldığı malın daha iyisini (örneğin aynı marka 2014 model bir araç) geri verebilir. Ancak bu artış borçlu tarafından gönüllü yapılmalıdır; alacaklı tarafından talep edilmesi caiz değildir.
Bu görüşler, İslam fıkhının temel prensipleri olan ribâ yasağı, gönüllülük, zararın karşılıksız kazanca sebep olmaması ve yardımlaşma ahlâkı esaslarına dayanır (Bkz: el-Kâsânî, Bedâi‘u’s-Sanâi‘; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid).
b) Ekonomik Perspektif: Böhm-Bawerk Faiz Teorisi
Ekonomist Böhm-Bawerk, faizi tüketim zamanlaması üzerinden değerlendirir. Ona göre, bireyler gelecekteki tüketime kıyasla bugünkü tüketimi daha değerli görür. Yunus’un arabasını satıp bugünkü tüketiminden vazgeçmesi, onun tüketimini geleceğe ertelemesi anlamına gelir. Bu ertelemenin bir bedeli vardır ve bu faizdir.
Bu teoriye göre aşağıdaki sonuçlara ulaşılabilir:
- Yunus’un iki yıllık tüketim kaybı, ancak A marka 2014 model ve üzeri bir araç bedeli ile telafi edilebilir. Bu miktar takriben yıllık %35 faize tekabül etmektedir.
- Alternatif olarak, Yunus’a sıfır kilometre aynı marka bir araç bedeli verilmesi gereklidir. Bu miktar takriben yıllık %75 faize tekabül etmektedir
- Daha ileri bir önerme olarak, Ali hayatı boyunca elde ettiği kazancın bir kısmını Yunus’a vererek onun zararını telafi etmelidir. Bu miktar takriben yıllık %100 üzeri faize tekabül etmektedir
Bu öneriler, faizin rasyonel gerekçelendirmesi açısından tutarlıdır ancak faizin fiyatı (ahlaki durumu) konusunda herhangi bir görüş bildirmez.
Yeni Sorular ve Kısacık Cevaplar
Soru: Sizce geleneksel İslami Görüşün cevapları mı yoksa Ekonomik Perspektif mi daha ahlaki ve rasyoneldir?
Bu sorunun cevabı, ahlak, din ve adalet anlayışımıza göre değişecektir. Eğer muhafazakar bir duruşunuz varsa, geleneksel İslami görüşler (1-3) öne çıkar. Bu yaklaşımlar, ribânın her türlüsünü yasaklayan Kur’an ve Sünnet’e dayalıdır.
Eğer dünyayı algılayışınız seküler bir düzlemde ve finansör tarafında iseniz Böhm-Bawerk’in (4-6) görüşleri öne çıkacaktır.
Ancak meseleye felsefi adalet, ahlaki denge ve ekonomik sonuçlar açısından bakılırsa, Böhm-Bawerk’in 4. görüşü, yani Yunus’un 2 yıl boyunca uğradığı fırsat maliyetini telafi edecek şekilde ödeme yapılması her iki taraf için daha rasyonel ve adil görünebilir. Yâda geleneksel İslami görüşün 3. maddesi…
Bawerk’in sözleşmeyi en başta bir şarta bağlaması geleneksel İslami görüşün 3. Maddesine göre daha makul bir seçenek olarak değerlendirilebilir.
Faizin Fiyatı Üzerine Düşünmek ve Ölçüde Faizi Tanımlamak
Modern iktisadi düzenlerde faiz kavramı üzerine yürütülen tartışmalarda genellikle “faiz nedir?” sorusu temel alınmaktadır. Oysa daha öncelikli ve belirleyici bir soru olarak “faizin fiyatı nedir?” sorusu göz ardı edilmektedir. Zira faiz yalnızca bir ekonomik değişken değil, aynı zamanda ahlaki, toplumsal ve hatta teolojik boyutları olan bir düzenleme biçimidir. Bu bağlamda, faizin hangi düzeyde ve nasıl belirlendiği—yani “fiyatlandığı”—önemli sonuçlar doğurur.
Faiz eğer, bireyleri borç ilişkileri yoluyla köleleştiren, sermaye sahibi lehine aşırı kazanç sağlayan bir mekanizma olarak işlev görürse, bu durumun toplumsal, ahlaki ve ekonomik açılardan yıkıcı olacağı açıktır. Nitekim Kur’ân’ın faiz karşıtı söylemi ve İslam’ın ekonomik ilkeleri de tam olarak bu noktaya işaret eder (Ali İmran/130). Güçlü olanın zayıf üzerindeki tahakkümüne yol açan faiz uygulamaları, adaleti ve sosyal dengeyi bozar.
Ancak, faizin hangi koşullarda bu yıkıcı sonuçları doğurduğunu tartışmadan, onu tüm formlarıyla toptan yasaklamak, hem akıl, hem ahlak, hem aile ilişkileri, hem de ekonomik işleyiş açısından önemli sakıncalar taşır. Bu yaklaşım, niyet olarak her ne kadar masum görünse de, sonuç itibarıyla toplumsal dayanışmayı zayıflatabilir, güven esaslı borç verme pratiklerini sekteye uğratabilir ve İslam’ın hedeflediği ahlaki-ekonomik düzenle örtüşmeyen bir zemin doğurabilir.
Özellikle yüksek enflasyonun hâkim olduğu ekonomik yapılarda, borçların “ayn” (malın kendisi veya nominal değer) esasına göre verilmesi durumunda borç veren taraf ciddi bir değer kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu bağlamda, reel olarak zarara uğrayan borç verenin, bu tür ilişkilerden kaçınması doğaldır. Sonuç olarak, insanlar arasında borç verme pratiği (en vahimi aile içi ilişkilerde) giderek ortadan kalkmakta, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma değerleri aşınmaktadır.
Bu durum, İslam’ın teşvik ettiği, yardımlaşma, adalet, merhamet ve toplumsal denge gibi temel ilkelerle bağdaşmaz. Dolayısıyla, faiz yasağını tartışırken meseleye sadece normatif düzeyde değil, aynı zamanda pratik, reel ve iktisadi dinamikler açısından da yaklaşmak gereklidir.
Sonuç olarak, şahsi kanaatimizce faiz, ölçüsüzlük ve orantısız kazanç elde etme niteliği taşıyan bir ekonomik uygulama olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, her türlü fazlalık veya artışın mutlak surette “faiz” olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Zira, her fazlalık nitelik itibariyle haksız kazanç anlamına gelmemekte, bazı artışlar meşru, makul ve adil ekonomik gerekçelere dayanabilmektedir. Dolayısıyla, faizin tanımında temel belirleyici unsurun, kazancın orantısızlığı, taraflardan biri aleyhine oluşturduğu haksız yük ve toplumsal dengeye verdiği zarar olduğu kanaatindeyiz.
Not: Bu çalışmada ele alınan konuların kavramsal olarak karmaşık ve literatürde tartışmalı yönlerinin bulunması; buna karşın, metnin sınırlı hacmi içerisinde meseleyi derli toplu biçimde ifade etme çabası, bazı yaklaşımların yüzeysel kalmasına neden olmuş olabilir. Bu durumun, konunun bütün yönleriyle ele alınmasını engellemiş olabileceğinin bilincindeyiz. Bu nedenle, çalışmada eksik bırakılmış veya daha ayrıntılı ele alınması beklenen hususlar bulunabileceğini göz önünde bulundurarak, tüm okuyucuların anlayışına teşekkür ederim.