Eşyanın Kölesi Olmak: İnsanlık Haysiyetinin Çöküşü

By Gök Börü

Eşyanın Kölesi Olmak: İnsanlık Haysiyetinin Çöküşü

By: Gök Börü

Nurettin Topçu, insan ile eşya arasındaki ilişkiyi sadece teknik ya da ekonomik bir mesele olarak değil, varoluşsal ve ahlaki bir sorun olarak değerlendirir. Ona göre insanın insana köle olması acı verici bir durumdur, zulümdür, ancak yine de içinde bir irade ilişkisi, bir insanlık dramı ve hatta kimi zaman bir bağlılık ya da sevgi barındırabilir. Fakat insanın eşyaya köle olması, bunun çok daha ötesinde, insanlığın en ilkel ve en çirkin hâline düşüşüdür. Çünkü burada artık bir irade ilişkisi yoktur; sadece ruhsuz bir nesneye boyun eğmiş, kendi varlığını inkâr etmiş bir insan vardır.

Topçu’ya göre insanın insana esir olması bazen aşk, sadakat ya da çaresizlik gibi beşerî boyutlar taşır. Bu tür bir esaretin içinde bile bir anlam, bir incelik olabilir. Hatta mazlumluk, musdariplik gibi kavramlar, insanın derinliğini ortaya çıkarabilir. Çünkü insana esir olan insan hâlâ bir insanla ilişki kurmaktadır; burada hâlâ bir ruhtan ruha temas, bir içsel mücadele söz konusudur.

Dolayısıyla bu durumun ahlaki ve insani bir boyutu vardır. Topçu bu durumu, “İnsana esir olunur, mazlum ve mustarip olunur hep, fakat ince bir insan ruhunu ve bir ahlaki hayatı ortaya koymaktadır” cümlesiyle ifade eder. Bu söz, esaretin bile içinde insanî bir cevher olabileceğini ima eder.

Fakat insanın eşyaya esir olması bambaşka bir hâlidir. Eşya, ruhsuzdur, cansızdır; sevgi duyulacak bir varlık değildir. Eşyaya duyulan hayranlık, insanı derinleştirmez; tersine kabalaştırır. İnsan artık düşünemez, hissedemez, incelik gösteremez hâle gelir. Kalbi, anlam üretmeyen bir nesneye kilitlenmiştir. Topçu, bu hâli “Eşyaya hayranlık insanı kabalaştırıyor” cümlesiyle özetler. Kabalaşmak, burada sadece davranış bozukluğu değil; insanın ruhî çözülmesidir. İnsan, eşyayı sevmekle kalmaz, onun kölesi hâline gelir. Eşyaya köle olan insan artık düşünemez, dua edemez, isyan edemez, hatta sevinemez. Çünkü duygularını belirleyen şey artık ruh değil, eşyanın varlığı ya da yokluğudur.

Topçu’ya göre bu durum, insanın varlık düzeni içindeki yerini kaybetmesi anlamına gelir. İnsan, yaratılış itibarıyla eşyanın üstündedir; onu anlamlandıran, kullanan, dönüştüren bir varlıktır. Ancak eşyanın kölesi hâline geldiğinde bu hiyerarşi tersine döner. Artık insan, eşya için yaşayan, onun uğruna çalışan, tüketen ve tükenen bir varlığa dönüşür. Bu da sadece bir kişisel yozlaşma değil, bütün bir toplumun, hatta bir medeniyetin çöküşüdür. Çünkü eşya, amacı olmayan bir araçtır. Ona amaç yüklemek, insanın kendi anlamını kaybetmesi demektir.

Bu dönüşüm öyle ileri bir boyuta ulaşır ki, Topçu’nun ifadesiyle, “Ölüler bile lüks ve konfor iştihasına sahip imişler gibi gömülüyorlar.” Bu cümledeki ironi, çağın ruhunu sert bir şekilde eleştirir. Artık mezarlıklar bile gösterişin, konforun, lüksün alanı hâline gelmiştir. Ölümün kendisi bile bir gösteriye, bir tüketime dönüştürülmüştür.

Bu durum, yalnızca kültürel bir yozlaşma değil, metafizik bir çöküştür. Ölümün kutsallığının kaybolduğu, hayatın yalnızca tüketim üzerinden değerlendirildiği bir dünya, insanın ruhunu tamamen boşaltan bir yapıya dönüşmüştür.

Sonuç olarak, Topçu’nun düşünce sisteminde insanın insana köle olması, trajik ama anlaşılır bir durumdur. Bu köleliğin içinde bir isyan, bir direniş, bir hakikat arayışı saklı olabilir. Ancak insanın eşyaya köle olması, bütün bu ihtimalleri ortadan kaldıran, insanı en alt düzeye indiren bir çöküştür.

Eşyaya kölelik, insanlık haysiyetinin yok oluşudur. Topçu’nun çağrısı bu yüzden bir diriliş çağrısıdır: Eşyaya değil, hakikate yönelmiş bir ruh; konfora değil, ahlaka bağlı bir irade. Çünkü insanın gerçek hürriyeti, ancak kendi ruhunun efendisi olduğunda mümkündür.

Yorum yapın