Talha AVCI*
Erdemin, toplumsal yaşamın neresinde konumlandığını anlamak adına bireyin temel sorumluluklarının etrafında şekillenen olay örgüsünü incelemek gerekmektedir. Bir potansiyel olarak bireyin erdemli olma hali, gündelik yaşam pratiklerini gerçekleştirmede ne derece erdeme uygun eylemlerde bulunabildiği ile doğrudan ilişki içerisindedir. Bireyin bir potansiyel olarak erdemi inşa etme çabası da gerçekleştirilen eylemlerin toplumsal alanda ne türden bir karşılık bulduğuna göre şekillenmektedir.
Toplumsal yaşamın düzenleyici bir mekanizması olarak kurumlar da bireyin var olma biçimini kendi normatif kodları üzerinden bireye dayatmaktadır. Böylece bireyin erdemi inşa etme çabasının, statükoyu yeniden üreten kurumlara karşın verdiği savaş ile özgürlüğü elde etme idealini içeren diyalektik bir çelişkinin arasında gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Erdemsizler Ülkesi eserinin tam bu noktada bu çelişkinin üzerine parmak bastığını söylemek yerinde olacaktır. Eseri; “Erdemi inşa ederken çatısını yapmayı unutursak ne olur?” sorusunu merkeze alarak okumaya çalışırsak, bakış açımızın genişlemesine olanak sağlayacak nüveleri içerdiğini söyleyebilirim.
Çatısı eksik olarak oluşturulmaya çalışılan erdem inşası imgesini, Schiller’in “Estetik olanı, erdem, politikanın içine yerleştirmeye çalışır” (Goethe & Schiller, 2016) aforizması üzerinden okuyabiliriz. Estetik kavramı burada Schiller tarafından pejoratif bir anlamda kullanılmaktadır. Yani, erdem çatısı altında, olumlu olmasa bile olumlanmış söylemleri üretmek ancak siyasi alanda bir işlev kazanmakta ve anlam ifade etmektedir. Erdemsizler Ülkesi isimli eserde de erdemin politik olan ile ilişkisi toplumsal yapının bütününe sirayet ederek insana ait olan “haset” duygusu ön plana çıkarılmaktadır. Ancak Erdemsizler Ülkesi’nde insanlar yerine alfabede bulunan 29 harfin büyük ve küçük halleri olmak üzere toplam 58 harf yaşamakta ve bulundukları topluma Alfabe toplumu, yaşadıkları ülkeye de Kitap Ülkesi denilmektedir. Harflere, insancıl özellikler atfedilerek birlikte yaşayabilme pratikleri test edilmiştir. Böylece birlikte yaşayabilmenin ve hatta toplum olabilmenin gereklilikleri de yabancı misafirlerin ülkeye uğraması ile tarumar edilmiştir. Yabancılar ülkeye “haseti” getirmiştir yani ideolojiyi. Böylece başta sorduğumuz soru; “Politik olanın çatısını ideoloji ile inşa etmeye çalışırsak ne olur?” sorusuna evrilmiştir. Çünkü Kitap Ülkesi’nde yaşayanların birlikte anlam oluşturabilmek için neye ihtiyacı olduklarını bilmedikleri eserde ısrarla vurgulanmaktadır. Böylece hakikate ulaşma çabası, toplumsal gerçekliğe teğet geçmekte ve hatta Kitap Ülkesi hakikati; parçalanmış, bölünmüş toplumsal yapıdaki ideolojik ayrımlarda bulmaya çalışmaktadır. Böylece hakikat, ideolojik gruplaşmanın çevresinde şekillenerek insanların hakikati kendi ellerinde tuttuğu yanılgısına dayanmaktadır. Hakikati kendi elinde tuttuğuna inanan için kendi dışında kalan herkes artık birer düşman haline gelmiştir. Bu düşman artık bir ötekidir ve hakikat iddiasında bulunanlar tarafından dışlanmaktadır. Peki ama herkes hakikati kendi elinde tuttuğuna inanıyor ise gerçekte hakikat nerede bulunmaktadır?

Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt eserinde (2016; 99) Zerdüşt’ün ağzından bilgelere seslenerek halkın sevgisini kazanmak uğruna bilge olanların hakikati çarpıttıklarını belirtmektedir. Bu söylem, bilgin olanlar için toplum nerede bulunuyorsa hakikat orada demektir. Kitap Ülkesi’nde de hakikat, egemen olanın, bir araya gelerek çoğunluğu oluşturanın, yapıp ettiklerinin bir yanılsaması olarak kendini göstermektedir. Kitap Ülkesi’nde hakikat yanılsaması, hakikatin bizatihi içinde bulunduğuna inananlar için gerçeklik algısını bütünü ile ideolojik gerekliliklerin yerine bırakmıştır. Benlik ve kolektif bilinç tamamı ile parçalanmıştır. Harflerin varoluş biçimleri bütünü ile hakikati elinde tuttuğuna inanılan egemen harfin ağzından çıkacaklara göre şekillenmektedir. Böylece erdem de bundan nasibini alarak egemen olan harfin hakikatinin pençesinde kıvranmaktadır. Erdeme içkin olarak ele alabileceğimiz “anlam oluşturma” çabası Kitap Ülkesi için kelimenin tam anlamı ile bir nostaljiye dönüşür.
Kitap Ülkesi’nde toplumsal yaşamı kuşatan tüm ahlaki unsurlar bir kavanozun içerisine koyularak denize bırakılmıştır. Artık ülkede birlik oluşturabilmeye dair ihtiyaç duyulan tüm gereklilikler sonu gelmek bilmez bir ideolojik gruplaşmanın döngüsü içerisinde hapsolmuştur. Bu kutuplaşmayı perçinleyen ve daha da şiddetlendiren şey ise ülkeye yine yabancılar tarafından getirilmiş olan aynadır. Kitap içerisinde ayna bir imge olarak işlenmektedir. Ayna ile birlikte Alfabe toplumuna bir başka insancıl özellik olarak “kendini bilmezlik” gelmiştir. Aynada kendisine bakan harflerin gördükleri şey karşısında yaşadıkları deneyimler aktarılarak ötekinin gözünde ben imgesine yani “ayna benlik” kavramına atıf yapılmaktadır.
Bu deneyimler karşısında Alfabe toplumunu hayrete düşüren şey kendi gibi olmayan ve kendini bilmeyen harflerin ayna karşısında olmak istedikleri benliklerini görememeleridir. Hayal edilen ben ile gerçekte olan ben arasında süregelen bu çatışma hali aynada kendilerine bakan kimi harfler için olumlu bir sonuç sunsa da kimi harfler için ise durum hüsran ile sonuçlanmıştır. Hüsrana uğramış olanların içerisinde, ayna gelmeden önce hakikati elinde tuttuğunu iddia edenler bulunmaktadır. Ancak aynanın gelmesinden sonra Alfabe toplumunda bulunan tek hakikat, bir zamanlar başkalarını ötekileştirenlerin ötekileştirilmeleri ve hatta damgalanmalarıdır. Artık damgalanmış olanlar ya da kitapta lanetlenmiş olanlar olarak adlandırılan grup oluşmuştur. Bu grup kendi kusurlarının kaynağını tanrısal bir yüceliğe atfederek, diğerlerinden daha erdemli olduklarını gerekçe göstererek hakikatin efendisi olduklarını iddia etmektedirler. Harf aynasında vakit geçirenler arasında “Erdem bende, ben erdemdeyim” (Çifci, 2019, s. 60) söyleminde bulunanların erdemin kaynağını ve hakikatini, kendi benliklerinde bulmaya çalıştıkları görülmektedir.
Bir tür vahdet-i vücut olarak nitelendirebileceğimiz bu söylem, anlam oluşturma çabası içerisinde olan Alfabe toplumunun hakikati nasıl araçsallaştırdığını görmek adına iyi bir örnek sunmaktadır. Artık araçsallaşmış olan hakikat, ancak politik alanda bir anlam oluşturmaktadır. Böylece politik alanın içerisinde kendisini bulan hakikat, ideolojinin parçalayan ve ötekileştiren değer yapısını kendinde taşımaya başlamıştır. Alfabe toplumunda hakikat, politik bir enstrüman olarak kullanılmaya başlanmış ve toplumsal alanın düzenleyici mekanizması olarak kurumsallaşmıştır. Ancak bu kurumsal yapı kuruluşu itibariyle ve doğası gereği, varoluşun özüne doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. Böylece bir başka insancıl özellik olarak “nefret” öne çıkarılmaktadır.
Nefretin kendine özgü olan bir özelliği olarak varoluşu tehdit eden dili, Alfabe toplumunun ana dili haline gelmiştir. Harflerin ağzından çıkan her türden söylem artık nefret ağları ile örülmektedir. Kamusal alanda kendini ifade etme ve özgürlüğünü deneyim etme hakkı sönümlenmiştir. Kitapta bunun okuyucuya aktarılması adına Önsöz, Giriş ve Sonuç Meydanları olarak adlandırılan kamusal alanın adlarının “Lanetliler Meydanı” ve “Kusurlular Meydanı” olarak değişmesi örnek olarak gösterilebilir. Kamusal alanın işlevi manipüle edildiğinde birlikte anlam oluşturabilme çabası da artık Alfabe toplumu için bir amaç olmaktan çıkmıştır.
Birlikte anlam oluşturarak bunu toplumsal yaşamda bir zamanlar özgürlüğün teminatı olarak kullandıkları söylem üretebilme işlevi de önemini yitirmiştir. Harflerin gündelik yaşam pratiklerinde birbirleri ile olan iletişimleri sekteye uğramıştır. İletişim, bir başkasını anlamlandırmak adına empatiyi güçlendiren bir unsur olmaktan çıkıp, ötekinin varoluşuna doğrudan saldırmayı hedefleyen bir tür nefret diline dönüşmüştür. Birbirlerini anlamak adına yapabilecekleri tüm insancıl faaliyetler Alfabe toplumunu hakikatten koparmıştır.
Bir zamanlar hakikati, anlam oluşturma çabası içerisinde arayan Alfabe toplumu nasıl oldu da bu hale geldi? Hakikatin paradigması kırıldı ve bu durum ülkede deprem etkisi yarattı. Paradigmanın, dönemin ruhuna uygun olacak şekilde öncekini yanlışlayarak dönüşüm geçirdiğini kabul edersek eğer Alfabe toplumunun paradigması hangi ruha işaret etmektedir? Alfabe toplumunun ruhu ya da benim bilinç olarak nitelendirmek istediğim toplumsal gerçeklik, harfler tarafından bir tür deneme tahtası haline gelmiştir. Deneme tahtasına bütün harfler, hedefi tam on ikiden vurmak için ateş etmekte ancak sonuç hep karavana denk gelmektedir. Ancak Alfabe toplumunun fark edemediği şey; hedefin bir yanılsamadan ibaret olması ve hedefi vurmak için gereli olan mermilerden noksan olmalarıdır. Ancak Alfabe toplumu için hakikati ele geçirmek bir amaç ise bunun için gerekli olan araçlardan noksan olmak bütünü ile harflerin suçu olduğu anlamını taşımamaktadır. Alfabe toplumunu ziyaret eden yabancı misafirler olan Bay Q, W ve X’in kurnazlıkları ve aşılamaya çalıştıkları umut ışığı da bu suçu besledi. Bu durumda insancıl bir özellik olarak “kurnazlık” ve “umut” öne çıkmaktadır.
Davetsiz misafirler için kurnaz davranışlarda bulunmak bir tür eğlence aracıdır. Alfabe toplumu daha önce hiç haberdar olmadıkları bir kavram olan “mukayese” etmek ile tanışmışlardır. Aslında mukayese etmeyi bu metinde özellikle haset olarak ele almıştım. Haset etmenin, incelemeye tabi tuttuğum Erdemsizler Üklesi’nde daha fazla öne çıktığı kanaatindeyim. Daha önce haset etmenin ne olduğunu bilmeyen Alfabe toplumunun bu kavramı davetsiz misafirlerin kurnazlık oyunu ile öğrenmeleri, insancıl faaliyetlerin ne denli saman alevine bağlı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Yabancı misafirlerin beraberinde getirdikleri ile erdemi inşa etme çabasına giren Alfabe toplumu, eserin başından itibaren inşa etmeye çalıştıkları erdemi sağlam bir temel üzerine konumlandıramamıştır. Davetsiz misafirler, harflere bataklık bir zemini işaret ederek; “Erdemi burada inşa edin de görelim!” diyerek alaycı bir tavır takınmışlardır. Buna karşılık erdemi bataklıkta inşa etmeye çalışan harflerin, çatıyı yapmayı unutmaları hiç de beklenmedik bir sonuç değildi. Erdemin temelini zayıf kuran Alfabe toplumunun, yeni bir bilinç düzeyine ve umut ettikleri hayata ulaşma çabaları eskiyi de içerisine alacak biçimde bütünü yıkarak deprem etkisini yaratmıştır. Harfler tarafından erdem çatısı altına alınmaya çalışılan tüm insancıl özellikler, özünde tek tanrılı dinlerin yedi ölümcül günahına benzetilebilir. İnsanın, insan varoluşunu tehdit eden bu art niyetli duygular en nihayetinde insanın doğası gereği, insandan ayrı ve kopuk düşünülemez. İnsana içkin ve kapsayıcıdır. Böylece Alfabe toplumunda yaşayan harflerin de insancıl özellikleri nasıl deneyim ettiklerini konu edinen bu eserde harflerin varoluş amaçlarının dönüşümüne tanıklık etmekteyiz.
Erdemsizler Ülkesi isimli eserin denk düştüğü kategoriyi kara mizah ve toplumsal gerçeklik olarak nitelendirmeyi ütopya ya da distopyadan daha uygun bulduğumu söyleyebilirim. Marx’ın Scorpion ve Felix isimli roman denemesini okuyanlar bilecektir ki kitapta hikâye yarım kalmıştır. Ancak yarım kalmış hikâyelerin tamamlayıcı unsurları bir parçası ile de okuyuculardır. Erdemsizler Ülkesi’nde de erdemin harfler tarafından inşa edilme çabasının trajikomik tarafını gördüğümde Marx’ın roman denemesinde hissettirdiği biçimi ile bir okuyucu olarak yarım kalmışlık hissettim. Ancak bu yarım kalmışlığın özünde Marx’ın söylemi ile “anlatılanın senin hikâyen” olmasına denk düştüğünü söyleyebilirim.
Erdemsizler Ülkesi isimli eserde konu edinmiş unsurların içinden de herkesin kendi yaşamına ait bir parçayı bulabilmesi mümkün. Eserde harfler tarafından erdemi inşa etme ve hakikati arama çabalarının, kahramanın yarım kalmış varoluş hikâyesine denk düştüğünü belirtmem yerinde olacaktır. Çünkü erdemin çatısını yapmayı unutmuş ve hakikati bütünü ile yıkmış olsak bile kendi hikâyemizde de davetsiz misafirler hep varlığını sürdürecek ve hikâyeler bizim tarafımızdan yeniden yazılmaya devam edilecektir.
*: Talha Avcı, Muş Alparslan Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Y. Lisans, talhaavci74@gmail.com
Kaynakça
Çifci, Y. (2024). Erdemsizler Ülkesi. Bursa: Sayda Kitap.
Goethe, J. W., & Schiller, F. V. (2016). Goethe ve Schillerden Aforizmalar. İstanbul: Say Yayınları.
Nietzsche, F. (2016). Böyle Söyledi Zerdüşt. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.