Türkiye, son yıllarda demografik yapısında önemli dönüşümler yaşamaktadır. Evlilik oranlarındaki düşüş, doğurganlık oranlarındaki azalış, nüfus artış hızındaki yavaşlama ve göçmen sorunları ülkenin geleceği açısından önemli tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bu yazıda Türkiye’nin çarpıcı demografik değişimi ortaya konularak 2008 yılında dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan tarafından dile getirilen “en az 3 çocuk” söylemi ve söylemin bugüne yansımaları değerlendirilecektir. Ayrıca ilgili bakanlıklardan Diyanet İşlerine kadar devletin pek çok kademesinde dile getirilen bu ifade acaba bir devlet politikasına dönüşebildi mi? sorusunun cevabı aranacaktır.
Nüfusun sürekli artması bir gereklilik midir? Bu farklı bir tartışma konusu iken nüfusu azalma eğilimi gösteren pek çok ülke (Japonya, Almanya, Fransa vd.) bu konuda çeşitli politikalar geliştirirken dünyanın başka taraflarında da (Çin, Bangladeş, Hindistan, Endonezya vd.) nüfus artış hızını yavaşlatmak için politikalar üretilmektedir1. Bunun en çarpıcı örneği Çin’de 1980 yılında başlayan ve 30 yıldan fazla süren tek çocuk politikasıdır. Bu politika kapsamında tek çocuk sahibi olma şartı anayasaya eklenmiş ve sert yaptırımlarla 2016 yılına kadar uygulanmıştır. Bu sıkı politika neticesinde dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını 2023 yılında Hindistan’a devreden Çin, bu nüfusun desteklediği gizilgüç ile dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmiştir. Süreç sonunda tek çocuk politikasına son verilirken ülkenin en büyük kaygıları ise nüfusun hızla yaşlanması, kadın-erkek nüfusundaki dengesizliğin artması ve iş gücünün azalması olmuştur (bkz: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/10/151029_cin_tek_cocuk).
Doğurganlık hızını düşürme politikaları konusunda Çin’in bu başarısına karşın pek çok ülke nüfus politikalarında istediği sonucu alamamaktadır. 2023 yılı için dünyada nüfus istatistiklerine bakıldığında dikkat çekici sonuçlar görülebilir. Dünyanın en kalabalık nüfusu 1 milyar 428 milyon ile Hindistan olurken Çin hemen peşinden 1 milyar 425 milyon ile onu takip etmektedir. Bu iki ülkenin en yakın takipçileri 340 milyonluk nüfus ile ABD olurken Türkiye 85,4 milyon ile 18. ülke konumundadır. Seçilmiş bazı göstergelere göre dünya nüfusunun diğer en’leri ise şu şekildedir:


Bazı istisnalar olmakla birlikte genellikle yüksek gelirli ülkelerde doğurganlık oranının düştüğü, yaşlı nüfusun arttığı ve dolayısıyla nüfus artış hızının da azaldığı söylenebilir. Türkiye’nin sanayileşmeye başladığı dönemlerden beri en çok övündüğü konulardan biri olan genç nüfus oranı 2023 yılı itibariyle dünya ortalamasının altında düşmüştür. Çocuk nüfusunda da dünya ortalamasının bir hayli gerisinde kalan Türkiye, toplam nüfus içindeki yaşlı nüfus oranında ise dünya ortalamasının üstüne çıkmıştır. Türkiye demografisindeki bu keskin dönüşüm, 2023 yılında nüfus artışının neredeyse durma noktasında gelmesiyle zirveye ulaşmıştır. 2008 yılında Türkiye’de yıllık nüfus artışı %1,31 iken bu oran 2023 yılında %0,11’e gerilemiştir. 2023 yılındaki bu düşüşte ülkedeki geçici statüdeki yabancıların ülkelerine dönmesinin etkili olduğu söylense de yıllar içindeki azalışı sadece bununla açıklamak yeterli olmayacaktır.

Türkiye’deki demografik değişimin sosyolojik açıdan uzun vadeli sonuçları olduğu gibi bu sonuçları ölçmek oldukça zordur. Oysaki bu değişimin ekonomik bakımdan kısa ve orta vadedeki sonuçları daha kantitatiftir. Demografideki bu değişimler Türkiye açısından şaşırtıcı değil ancak pek çok çevre tarafından kaygı uyandırıcı olarak görülmektedir. Ancak şunu da söylemek gerekir ki günümüzde pek çok ülkede bu durum gözlenebilmektedir. Dünyadaki demografik geçişin 1800’lü yıllarda Avrupa’da azalan ölüm oranlarıyla başladığı ve 2100 yılında döngüsünü tamamlayacağı tahmin edilmektedir. Bu demografik geçiş süreci, başlangıçta ölüm ve doğurganlık oranlarındaki azalmayla ortaya çıkmakta; ardından nüfus artış hızının önce ivme kazanıp sonra yavaşlamasıyla birlikte yaşlı nüfus oranının artması ve düşük doğurganlık yapısının kalıcı hale gelmesi beklenmektedir 2
Türkiye’de yaşanan bu demografik değişim, başta mevcut sosyal güvenlik sistemini çıkmaza sokacağı gibi pek çok ekonomik ve toplumsal sonuca da gebe olacaktır. Giriş, gelişme ve sonucun kaçınılmaz olduğu bu demografik eğilim Türkiye’de nasıl sonuçlanacaktır? Aslında ortaya çıkacak sonucu Demografik Geçiş Teorisi (Notestein, 1945) ile açıklamak mümkün gözükmektedir. Teori baz alınarak yapılan akademik çalışmalarda Türkiye’de beşli modele göre doğum ve ölüm oranlarının düştüğü ve ülkenin demografik gelişimin durağanlaştığı dördüncü aşamada olduğu ifade edilmektedir (Can ve Avcı, 2021:46)5
2008’de Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” çağrısı, bu trendi tersine çevirmeyi hedefleyen bir devlet söylemi olarak ortaya çıkmasına rağmen doğurganlık oranının, nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altında kalmaya devam etmesi, bırakın 3 çocuğu artık 1 çocuk hatta çocuksuzluk normunun3 toplumda giderek yerleşmesiyle imkansızlaşmaya başlamıştır. Türkiye’de ortaya çıkan bu demografik sonuç uzun yıllar önce öngörülebilmesine rağmen bertaraf edilebilmesi için etkin politikalar uygulanamamış ve ülkenin nüfus artış hızı dramatik biçimde düşüş göstermeye devam etmiştir. Bu düşüş ülkemizin nüfus projeksiyonlarına da yansımıştır. TÜİK tarafından hazırlanan 2023-2100 dönemi Nüfus Projeksiyonuna göre 2100 yılında Türkiye nüfusunun aşağıdaki senaryolardan birisi gibi olması beklenmektedir4;

TÜİK’in ana senaryosu bile ülke nüfusunun 2100 yılına kadar düşeceğini öngörmektedir. Bu halde, 3 çocuk söyleminin artık ciddi bir politika aracı olarak öncelikli konulardan biri haline getirilmesi “Aile Yılı” olarak ilan edilen 2025 yılında mümkün hale dönüşmelidir. Bu kapsamda yakın zamanda doğum yardımı yönetmeliği yürürlüğe sokulmuş ve bu kapsamda ilk çocuk için tek seferlik 5 bin TL, ikinci çocuk için aylık bin 500 TL, üçüncü ve sonraki çocuklar için ise aylık 5 bin TL ödeme yapılması öngörülmüştür. Bu ödemelerin ise çocuklar 5 yaşını dolduruncaya kadar devam etmesi planlanmıştır. Ancak dünyadan elde edebileceğimiz gözlemler, bu sorunun maddi desteklerle istenilen biçimde çözülemeyeceğine işaret etmektedir. Nitekim Nijer, Pakistan, Endonezya, Hindistan gibi doğurganlık oranı yüksek ülkeler, görece düşük gelirli ve gelir dağılımı da oldukça bozuk ülkelerdir. Bu ülkeler daha fazla çocuk için daha fazla maddi destek sunmamaktadır. Ülkemizde sunulan nakdi yardımların elbette ki etkisi olacaktır ancak doğurganlık oranının en azından nüfusun yenilenmesi için gerekli olan orana yükseltilebilmesi için başkaca politikalarda gereklidir. Nitekim nüfus artış hızındaki düşüş, sadece demografik değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir sorundur.
Küreselleşmenin kültürel ve toplumsal etkileri ile birlikte Türkiye’de şehirleşme oranının artması, kadın çalışan oranının yükselmesi ve çalışma hayatının getirdiği zorluklar ile doğurganlık oranı farklı yönlerde hareket etmektedir. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İsmet Koç’un da dile getirdiği gibi kadınların iş, eğitim ve yaşam dengelerini sosyal politikalarla iyileştirmek doğurganlık oranını artırmada etkili olacaktır3. Şehir ve iş hayatında ebeveynlerin çocuk bakımı konusunda yaşadıkları zorluklar çoğumuzun gözlemlediği bir husustur. Çalışan ebeveynlerin çocuk bakımı, imkânı olanlar için büyük oranda nine-dede ile desteklenmekte aksi durumda kreşler ya da çocuk bakıcıları aracılığı ile sürdürülmektedir. Ancak ülkemizde çocuk bakıcılığı konusu da oldukça tartışmalıdır. Niteliksiz elemanlara emanet edilen çocukların “bakıcı terörü” haberleri ile sıkça gündeme gelmesi, ülkemizde bu meslek grubunda nitelikli eleman arzının yarattığı maliyetlerin bir sonucu olmaktadır. Bu bakımdan ülke genelinde kreş ve gündüz bakımevi sayısının ve niteliğinin artırılması oldukça önemlidir. Bu durum sadece nüfusun artmasını değil artarken beşeri sermayenin de gelişimi destekleyecek bir husustur. Nitekim erken çocukluk eğitimi, akademik çevrelerce de insani gelişimin en önemli ayaklarından biri olarak kabul görmektedir (Atasözümüzde de geçtiği gibi “Ağaç yaşken eğilir”)
Yukarıda ifade edilenler ülkemizin azalan nüfus artış hızını yükseltmek için yine de yeterli değildir. Bunları destekleyici başkaca çözümlere de ihtiyaç vardır. Örneğin hamile kadınların çalışma hayatında yaşadıkları zorluklar için mevcut düzenlemelerin iyileştirilmesi beklenmektedir. Doğum öncesi 8 ve doğum sonrası 8 haftalık ücretli izne ek olarak çeşitli sürelerle ücretsiz izin ve belirli çalışma saatleri için süt izni de kullanabilmektedir. Ancak görünen o ki bu yeterli olmamaktadır. 2016 yılında, ebeveynlerden biri için, çocuğun ilköğretime başlayacağı yaşa kadar kısmi süreli çalışma imkânı getirilmiş ancak ilgili yönetmelik eksiklikleri sebebiyle çok az kurum tarafından uygulama olanağı bulunmuştur.
Sonuç olarak ülkemizin nüfus yapısında meydana gelen değişim sosyo-ekonomik olarak çeşitli sonuçlar doğuracaktır. Bu sonuçların elbette olumlu yansımaları da olacaktır ancak yıllar boyu genç ve dinamik nüfusun Türkiye ekonomisine sağladığı avantaj yadsınamaz bir gerçektir. Eğer bu karşılaştırmalı üstünlüğün sürdürülmesi isteniyorsa iş işten daha fazla geçmeden sadece nakdi yardımlarla değil uzun vadeli sosyal politikalarla nüfus politikasının desteklenmesi şarttır. Bu kapsamda ebeveynlerin çocuk bakım endişelerinin giderilmesi adına;
- Kreş, gündüz bakımevi ve nitelikli bakıcı sayısının artırılması gerekmektedir.
- Ülkemizde toplumsal yapının bir sonucu olarak ortaya konan “Büyükanne Projesinin” pilot illerdeki uygulaması ülke geneline yayılması için çalışmalar hızlandırılmalıdır.
- Gelir düzeyi düşük aileler için daha yüksek nakdi ve ayni yardımlar yapılmalıdır.
- Kadınların, bakım yükümlülüğü ile istihdam arasında sıkışması doğurganlığı baskılayabilir. Bu sebeple ebeveynler için hamilelik öncesi ve doğum sonrası rehberlik uygulamalarının yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
- Ücretli/Ücretsiz daha uzun doğum izinleri için gerekli altyapı sağlanmalıdır.
- Uzun vadeli bir Nüfus Politikası vizyonu oluşturulmalıdır.
- Evlilik oranlarında yaşanan düşüşün önüne geçebilmek adına yeni evli çiftlere sunulan maddi olanaklar artırılmalıdır.
Türkiye’nin gelecekte, yaşlanan bir toplum olmaktan çıkıp dengeli bir demografik yapıya sahip olması için önlem ve desteklerin hızlı bir biçimde hayata geçirilmesi ve politikaların sürdürülebilirliği için sosyolojik değişimlerin yakından takip edilmesi elzemdir.
KAYNAKLAR
- Demir, O. (2016). Nüfus Politikaları ve Çin, Fransa ve Türkiye Örneklerinin Değerlendirilmesi. Social Sciences, 11(1), 41-61.
- Lee, R. (2003). “The Demographic Transition: Three Countries of Fundamental Change”, Journal of Economic Perspectivesis, 17 (4), 167-190
- Kasap, Selma. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/istatistikler-turkiyenin-100-milyon-nufusa-ulasmasinin-zor-oldugunu-gosteriyor/3226864#:~:text=T%C3%9C%C4%B0K%20verilerine%20g%C3%B6re%2C%20toplam%20do%C4%9Furganl%C4%B1k,10’un%20alt%C4%B1nda%20kald%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1%20g%C3%B6sterdi.
- https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Nufus-Projeksiyonlari-2023-2100-53699
- Can, B., & Avcı, S., (2021). Demografik geçiş teorisi açısından Türkiye’nin demografik geçiş aşamaları ve nüfuslanma süreci. Doğu Coğrafya Dergisi, 26 (46), 229-252.