Balkondan siyah bir dumanda kalmış gibi geceyi seyrediyordu. Gece ona hep ebediyete kadar hiç bitmeyecek bir matemi hatırlatırdı. Çoğu zamanda ağlar ve içine güneş doğmuş gibi rahatlardı. İşte o zaman tekrar yatağına gider derin bir uykuya dalardı.
Yine öyle bir gecenin sabahında uyanmıştı. Duşunu aldı, ev içinde giyindiği kıyafetiyle balkona çıktı. Gökyüzü ağlıyordu. Gecenin siyah matemi gitmişti. Yağmur taneleri bu gün aheste aheste geçiyordu balkonun önünden. Sonra derin derin düşündü; Yağmur damlasının rengi yoktu da nasıl kar ve dolu olunca beyaza bürünüyordu. Bu işin sırrı neydi? Yukarda renksiz su damlacığı kar veya doluya dönüşünce kim onu beyaza boyuyordu? İpek kanatlı melekler mi? Su önce buhar oluyor göklere uçuyor, sonra yağmur, kar ve dolu olup yere Düşüyor ve yerde tekrar su oluyor. Önce renksiz sonra beyaz sonra tekrar asıl rengine rücu ediyor?
Bu meçhul sır onu ürküttü. Sigarasını yaktı ve her zaman oturduğu sandalyeyi ayağıyla itti ve diğer tarafa geçerek oradaki sandalyeye adeta çöktü. Duman duman nefes çekti ve nefes nefes duman verdi. Yağmurun sesi ve sigarasının dumanı onu sarhoş etti. Geceleri balkonda söylediği ‘gece gözlü kadın’ şarkısını sanki unutmuş gibi ‘Yağmurun sesine bak! Aşka davet ediyor ezgisini mırıldanmaya başladı. Vakit bir hayli geçti ve bizimkinin Gözlerinden inci gibi gözyaşları döküldü. Sanmayınız ki sadece “gözü” ağlıyordu, bütün vücudu, bütün ruhu bütün bir gönlü ağlıyordu. Hatta sinesi bile gözyaşıyla dolmuş, havuza dönüşmüştü. İçindeki yağmur bulutları da dindi. Bir sigara daha yaktı.
O “ahlakı” öldüren bir katil değildi. Kendinde olmayan “fazileti” çalan hırsız hiç değildi. Buhranlar ve dumanlar içinde yapayalnız kalan biriydi. Evden çıkmaya ve sahile gitmeye karar verdi. Yalnızlığın kıskacı ve kırbacında elindeki bastonu toprağa vurarak sahilde yürüdü. Gölgesi dahi onun kimsesizliğine çare olmuyordu.
Sahilde rüzgar yoktu ve güneş yine tebessümüyle sokağa çıkarmıştı herkesi. Güneşin şuh kahkahası gecenin fırtınası gece yarısından sonra dinmişti ama sabahın bu kadar sakin olacağı beklenmiyordu. Havadaki çelişkili asaleti anlamak imkansız gibi bir şeydi. Yürek üzüntüsü, göğsündeki asabi ağrısı arttı, arttı, arttı. “İntizamla dinlenme, huzurun sırrı. Köşeye uyuşuk uyuşuk çekilip sızma değildir” diye aklından geçirdi.
Bu yalnızlığı dünyayı vakitsiz terk etme değildi. Bu vakti, sanatkarane bir şekilde durdurmaktı. Koyu neft yeşiller üzerinde sere serpe yatmak ve Prusya mavisi denizi seyretmek için erguvan moru dağlara tırmanmak onun için bir saadeti. Ama çıkamıyordu. Bütün bunlara rağmen, kibar, naif tavrı, kibirle değil mağrur sükûnuyla eşyaya dokunuşu onun huzur içinde olduğunu gösteriyordu. Hayatına, kendi kendisi çırak, kalfa ve usta olmuştu.
Ruhunun uhrevi ahengini hissetmek ve onun çıkardığı müzikle meşk etmeyi çok istemesine rağmen yapamıyordu. İçindeki mukaddes ateşle hayatına çiftte su vermeyi ve ılık ve yıldızlı bir yaz gecesinde bulutların gölgesinde uyanık uyumayı hep hayal etmişti. Ama o hem şehirde hem kırlarda özgür değildi. Mabudu ölen, mabedi yıkılan müminlerin kalp hüznüyle sahilde yürümeye devam etti.
Siyah çukur gözlerindeki ışık gönül yolunu aydınlatmıyor fakat yine de düşmeden yürüyordu. Geldiği yeri bilmeyen söğüt yaprağından, gideceği yeri bilmeyen gazel olmaz ki…
Talihi, mehtap gibiydi, doğdu mu doğar, doğmazsa inat eder, doğmazdı. Yılın her gecesi karanlık, yalnız o gece bembeyazdı nedense. O gece balkonda karar vermişti ve son kez adaları görmek için gitmişti. Balkonuna geri geldi. Şezlonguna uzanıp yatmak istedi. Uykusu bir türlü gelmek bilmiyordu. Ayağa kaktı, bir sigara yaktı. Şimdi sigarayı sanki yemeye başladı. Avucunun içi terledi. Gözlerinin ümitsizliği sigaranın ateşini de söndürmek üzereydi. Balkonda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geldi.
Ruhunun bir bilinmez yerinde hançer yarası almış gibi bir sızı vardı. Birden balkonun kıpkırmızı olduğunu gördü. Her yer kan olmuştu ve onu kan tutmuştu. Başı döndü balkon demirinden tutmak istedi. Ümit ışığı kalmayan gözleri karanlıkta iyice karardı ve kendini denize atar gibi hava boşluğuna bıraktı. Ağzı havayla doldukça altıncı kattan aşağı daha hızlı düşüyor fakat yolun ne kadar uzun olduğu kafasına takılıyordu. Sonunda yere çakıldı. Bir nefes çıktı, bir duman çıktı. Bu son nefesi ve son dumanıydı.
26 Nisan 2015’te kaleme alınmıştır.