Eskiden zelzele derlerdi adına. Aslında bu hadise esnasında olan bitenlerle gayet uyumlu bir kelime. İleri-geri ve/veya yukarı-aşağı yönlü hareketleri anla(t)mak için gayet uygun. En son ve en büyük olanının üzerinden 2 yıl 20 gün geçmiş olmasına rağmen Türkiye insanına, önceki yıllarda oluşmuş dengelerin hemen hemen tamamını değiştirmeye yetecek kadar malzeme sunma potansiyeli taşıyor. Elbette bu konuda temel belirleyici husus, bu sallantı halini hafifletebileceğine inanılan sağlıklı alternatiflerin ortaya çıkıp çıkmadığı olacak.
En son yaşanan örneğinin (6 Şubat 2023) ilk ayında bölgeye bir kaç kez gittim ve gördüklerim kelimelere sığmaya yetecek bir sıklet taşımadı ne yazık ki! Western tarzı filmlerdeki, ünlü bir haydut çetesinin geleceğini haber alan kasaba halkının evlere ve sığınaklara çekilip meydanı bir kaç köpeğe bıraktıkları manzarayı hatırlattı gördüklerim. Veya bilim kurgu filmlerinde kullanılan nükleer saldırı yaşamış ölü kentleri çıplak gözle izleyebildim. Yapay film setlerinden en önemli fark ise, izlenen manzaranın tamamıyla gerçek olmasıydı.
Felakete maruz kalan kentlerin önceki halini bilenlerin, bir kaç kez gözlerini ovuşturup “bu gerçek olamaz” demesine neden olabilecek kadar trajik bir gerçek vardı ortada. Üstelik bu gerçekliğin üzerine derin bir hüzün saçan, sadece her köşe başında karşınıza çıkan, önceden kol kola vermiş ve nizami sıralanmış binaların arasında aniden bir tanesinin tabiri caizse “ben oynamıyorum” diyerek halkadan çıkıvermesi ve tuz buz oluvermesi değil… Enkazın altında can çekişme aşamasının hangi noktasında olduğunu kestiremediğimiz insanların varlığını bilmek ama onları çıkarabilmek için hiç bir şey yapamamak daha büyük bir ıztırap oldu.
Geniş bir bölgede aynı anda yaşanan bu büyük felakette, insanların olağanüstü hallerde kendisine el uzatsın diye kazançlarından bir kısmını vergi olarak verdikleri “mekanizmanın” hızla meydana gelen bu hal karşısındaki sorumluluğunu ne kadar idrak edip etmediği tartışmalarına fazla girmeyeceğim. Zira gözlemlerime göre bizim gibi orta büyüklükte bir ekonominin tek başına altından kalkabileceği bir yük bulunmuyordu karşımızda. Aradan geçen iki yıl içerisinde halen “kuyruğu olanca gücümüzle dik tutma çabalarımıza rağmen” kısa sürede kendi imkanlarımızla içinden sıyrılabileceğimiz bir sarmalla karşı karşıya olmadığımız anlaşılıyor. Belki de Avrupa’daki irili ufaklı 8-10 ülkenin güçlerini birleştirerek ancak altından kalkabileceği bir manzara ortaya çıktı çünkü.
Böyle felaketli zamanlarda tek büyük avantajımız ve belki de en önemli sığınağımız, diğer pek çok konuda toplumsal nefreti uç noktada yaşama alışkanlığa sahip olmamıza rağmen dayanışma ruhu söz konusu olduğunda bunda da sınır tanımamamız olarak görünüyor. Aksi halde pek çok diğergam insanın veya toplumsal gurubun, hiç tanımadıkları kişilere, yine tanımadıkları insanlar aracılığıyla oluk oluk yardım akıtmasını izah etmek fazla olası görünmüyor. Hele seküler özellikleriyle ön plana çıkmış bazı deprem merkezlerinde en etkili iki sivil toplum kuruluşunun (Menzil Tarikatı’na yakın Beşir Derneği ile Türkiye Komunist Partisi) yan yana dayanışma örneği göstermesi çok ilginç gelmişti. Hangi uçta olursa olsun bir millet ruhunun aslında var olduğunu gösteriyor bu manzara bize bu coğrafyada. Harabeye dönen şehirlerden büyük kentlere akın eden insanları misafir etmek için, Cem evlerinin yemek çıkardığı, Katolik kilisesinin dağıtımı üstlendiği Mersin ve Ankara’daki benzer merkezlerin gösterdiği alicenap tavırlar, yıllardır içimde kanayan bir yara olan ayrıştırıcılık virüsünün değil birleştiricilik macunun bu ülkede daha fazla üretilebileceğini ispat etti.
Bu noktada “mal-can-namus emanet etmek üzere bizzat var ettiğimiz örgütlü yapı itibarıyla” sorumluluk katsayımızın daha yüksek düzeyde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bir önceki dönemde Elazığ’da yaşanılan ve daha yıkıcı olanlarının her an başımıza gelebileceği konusunda kuşkunun olmadığı bu manzara karşısında kamu erkinin parmağının yeterince tetikte olmadığı anlaşıldı maalesef. Yüzeysel ve “başarılı” gibi gösterilen tatbikatların, kitlesel bir önlem alma söz konusu olduğunda yeterli olmadığı iyice anlaşılmışdı.
Yerleri asla doldurulamayacak on binlerce ciğerparenin avucumuzdan kayıp gitmesinin acısına, istatistiklere göre kayıtlı işgücünün %10’undan fazlasının bölgedeki 11 ilde bulunması da eklenince tek başına ortaya çıkabilecek ekonomik-beşeri kayıpların boyutları zaman içinde daha iyi anlaşıldı. Ekonomik kayıpları bir şekilde telafi etsek bile, psikolojik travmaların yol açtığı duygu dünyasındaki kayıpların telafisi on yıllar alacaktır. Bir önceki asrın felaket sayılabilecek ve 17 Ağustos 1999’da gerçekleşen depreminin merkez üssü Gölcük’e 100 km uzaklıkta ikamet etmeme rağmen o gece yaşadıklarım çeyrek asırdır hafızamdan silinmemişse, 6 Şubattaki kıyamet senaryosuna maruz kalanların psikolojik hallerini tahmin bile edemiyorum.
Son sözüm, aradan geçen iki yıl içerisinde verilen taahhütlerin ancak çeyreğini yerine getirebilmiş olan ve ihmal listesi bir hayli kabarık görünen kamu erkini elinde tutan kurumlara yönelik olsun. Şayet iki tane 85 saniye içinde, terör yüzünden son elli yılda kaybettiğimiz insanımızdan daha fazla kayıp yaşamışsak, bütün belediyelerin imar birimlerini ve yapı denetim firmalarının faaliyetlerini “askeri birlikler” gibi sıkı kontrole tabi tutmanın zamanının çoktan geçtiğini artık “lütfen” “bir zahmet” anlamamız gerekmez mi?
Temizlik görevlileri çöp topladığı için ekstra bir ödemeyi nasıl hak etmiyorlarsa “belediye imar dairesi çalışanları da” hiç kusuru olmayan binalar için dahi akçal bir beklenti içine neden girerler? Sadece gözünü hırs bürümüş müteahhitlerin sıkı kontrolü ile, meydana gelebilecek olası sorunların üzerinden gelmek mümkün değildir. Gözünü para hırsı bürümüş müteahit yanında, gözünü “iş bitsin de bir an önce paramızı alalım” diye düşünen yapı denetim firması sahipleri ve belediyelerin “imar dairesi çalışanları” da bu gevşeklik ve zevzekliğin sorumlularıdır. Üstelik hangi siyasal partinin kontrolünde olduğu fark etmeksizin hemen hemen tüm belediyelerde belirlenmiş yaklaşık rayiç bedellerdir aslında on binlerce canın faturasının yöneleceği adres.
Tepeden tırnağa genel bir temizlik, arınma, tövbe, yatay kentleşme, imar rantçılığına son verme vs. şeklinde adını ne koyarsak koyalım durulmaya ihtiyacımız çok büyük görünüyor. Zira haddinden fazla dalgalandık, sallandık ve gereksiz yere gündemler değiştirdik… Oysa insan yaşamından daha değerli bir gündemin olmadığını, ayağına batan bir dikenin acısıyla bile kıvrım kıvrım olan insandan daha iyi kim anlayabilir?
Not: Bu yazının ilk versiyonu https://mehmetdikkaya.blogspot.com/2023/02/deprem.html adresinde 26 Şubat 2024’te yayınlanmıştır.