Tarihin sahnesine on dört yaşında bir hükümdar, on iki yaşında bir ordu lideri olarak çıkan, kılıcıyla bir imparatorluk kurarken kalemiyle de gönüllere taht kuran Şah İsmail, Ortadoğu’nun siyasi ve dini haritasını kalıcı olarak değiştiren, karizmatik bir liderdir. O, bir yanda Safevi Devleti’nin kurucusu ve Şiiliği İran’ın resmi mezhebi haline getiren bir fatih; diğer yanda ise Hatayi mahlasıyla ilahi aşkı, Ehl-i Beyt sevgisini ve tasavvufi derinliği anlatan, Türkçenin en lirik şairlerinden biridir. Bu iki kimlik, onun karmaşık ve trajik hayat hikayesinin temelini oluşturur.
Küllerinden Doğan Bir Lider: Kökenleri ve Erken Yaşamı
Şah İsmail, 17 Temmuz 1487’de, Safevi Tarikatı’nın merkezi olan Erdebil’de dünyaya geldi. Kökeni, 13. yüzyılda yaşamış Sünni-Şafii bir mutasavvıf olan Şeyh Safiyüddin Erdebili’ye dayanıyordu. Ancak zamanla, özellikle dedesi Şeyh Cüneyd ve babası Şeyh Haydar döneminde, tarikat siyasi ve askeri bir karaktere bürünerek On İki İmam Şiiliği’ne kuvvetli bir şekilde meyletti. Babası Şeyh Haydar, müritlerini diğer Türkmen boylarından ayırmak için on iki dilimli kırmızı bir başlık (taç) giydirdi. Bu nedenle müritleri, Kızılbaş olarak anılmaya başlandı. Kızılbaş Türkmenler, Safevi şeyhlerine sadece ruhani bir lider olarak değil, aynı zamanda ilahi bir kurtarıcı, bir “mürşid-i kâmil” olarak bağlıydılar.
İsmail’in hayatı trajediyle başladı. Henüz bir yaşındayken babası Şeyh Haydar, Şirvanşahlar ve onları destekleyen Akkoyunlular ile yaptığı savaşta öldürüldü. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup, bu tehlikeli ailenin kökünü kazımak için İsmail ve kardeşlerini Fars bölgesindeki İstahr Kalesi’ne hapsetti. İsmail, yaklaşık beş yılını bu zindanda geçirdi. Bu esaret yılları, onun karakterini çelikleştiren ve intikam arzusunu bileyen bir dönem oldu.
Akkoyunlu Devleti’ndeki iç karışıklıklardan faydalanan Safevi tarikatının sadık müritleri, 1494’te genç İsmail’i kurtararak Gilan bölgesindeki Lahican’a kaçırdılar. Burada, yerel bir liderin koruması altında gizlenerek dönemin önemli alimlerinden din, siyaset ve askeri strateji eğitimi aldı. Bu sürgün ve eğitim yılları, onun ilerdeki liderliğinin temelini attı.
On İki Yaşındaki Komutanın Yükselişi
1499 yılında, henüz on iki yaşındayken İsmail’in bekleyişi sona erdi. “Zuhr vaktidir!” (Ortaya çıkma zamanıdır!) diyerek Lahican’dan ayrıldı ve atalarının yurdu Erdebil’e doğru yola çıktı. Anadolu ve Suriye’deki Ustaclu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Dulkadirli gibi Kızılbaş Türkmen aşiretlerine gönderdiği davet, büyük bir coşkuyla karşılık buldu. Binlerce sadık savaşçı, bu çocuk yaştaki karizmatik liderin etrafında toplandı.
İsmail’in ilk hedefi, babasının katili olan Şirvanşah Ferruh Yesar’dı. 1500 yılında, kendisinden katbekat üstün olan Şirvanşah ordusunu Gülistan Kalesi yakınlarında hezimete uğrattı ve Bakü’yü ele geçirdi. Bu zafer, onun adını bütün bölgeye duyurdu. Asıl büyük sınavı ise 1501’de Akkoyunlu hükümdarı Elvend Mirza’ya karşı vereceği Şerur Muharebesi’ydi. Sayıca az olmasına rağmen Kızılbaş ordusunun disiplini ve İsmail’e olan sarsılmaz bağlılığı sayesinde ezici bir zafer kazandı.
Bu zaferin ardından 1501 yazında, on dört yaşında Tebriz’e girdi ve kendini Şah ilan etti. Taç giyme töreninde, saltanatının en radikal ve tarihi kararını açıkladı. On İki İmam Şiiliği, Safevi Devleti’nin resmi mezhebiydi. Camilerde hutbeler On İki İmam adına okunacak, paralara onların isimleri basılacak ve ilk üç halifeye (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman) lanet okunacaktı (teberrâ). Bu karar, çoğunluğu Sünni olan bir coğrafyada büyük bir şok etkisi yarattı ve İran’ın kimliğini sonsuza dek değiştirecek, onu Sünni Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısında konumlandıracak sürecin başlangıcı oldu.
İmparatorluğun İnşası ve Hatayi’nin Doğuşu
Sonraki on yıl, Şah İsmail’in İran, Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da hakimiyetini pekiştirdiği bir fetihler dönemi oldu. Akkoyunluların kalıntılarını temizledi, Bağdat’ı ele geçirdi ve en büyük rakiplerinden biri olan Özbek Hanı Muhammed Şeybani Han ile karşılaştı. 1510’da Merv yakınlarında gerçekleşen savaşta Şeybani Han’ı büyük bir yenilgiye uğrattı. Rivayete göre, Şeybani’nin kafatasını altınla kaplatarak şarap kadehi olarak kullanması, onun düşmanlarına karşı ne kadar acımasız olabildiğinin bir göstergesiydi.
Ancak Şah İsmail’in kimliği sadece kılıçtan ibaret değildi. O, aynı zamanda Hatayi mahlasıyla şiirler yazan hassas bir ruha sahipti. “Hata yapan, günah işleyen” anlamına gelen bu mahlas, aslında tasavvuftaki hiçlik ve kusurunu bilme makamına bir işaretti. Şiirlerini, saray dili olan Farsça yerine, ordusunu ve tabanını oluşturan Türkmenlerin dili olan Azerbaycan Türkçesiyle yazdı. Bu, onun halkla ve özellikle Kızılbaş Alevi kitleleriyle kurduğu bağı perçinledi.
Hatayi’nin şiirleri, Alevi-Bektaşi edebiyatının temel taşlarından birini oluşturur. Bu şiirlerde coşkulu bir ilahi aşk, Hz. Ali ve On İki İmamlara derin bir bağlılık, tasavvufi sembolizm ve kendi ruhani liderliğinin ilahi bir görev olduğu inancı işlenir. Deyiş ve nefes formundaki bu eserler, onun sadece bir hükümdar değil, aynı zamanda bir mürşid ve Alevi geleneğinde Yedi Ulu Ozandan biri olarak kabul edilmesinin nedenidir. Onun şiirleri, Anadolu’daki Kızılbaşlar arasında hızla yayılarak Safevi davasına olan bağlılığı artırdı.
Kaçınılmaz Çarpışma: Çaldıran Felaketi
Şah İsmail’in Doğu Anadolu’daki etkisi ve Kızılbaş Türkmenleri kendi safına çekmesi, bölgenin en büyük gücü olan Osmanlı İmparatorluğu’nu rahatsız ediyordu. 1512’de tahta çıkan Yavuz Sultan Selim, Safevi tehdidini ortadan kaldırmayı birinci önceliği olarak belirledi. İki hükümdar arasındaki gerilim, birbirlerine gönderdikleri hakaret dolu mektuplarla doruğa ulaştı.
Sonunda, iki büyük Türk devleti 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovası’nda karşı karşıya geldi. Şah İsmail, ordusunun manevi gücüne ve Kızılbaş süvarilerinin cesaretine güveniyordu. Ancak Yavuz Sultan Selim’in ordusu, o dönemin en modern teknolojisi olan ateşli silahlara (toplar ve tüfekli Yeniçeriler) sahipti. Kızılbaşların kılıçları ve okları, Osmanlı’nın ateş gücü karşısında etkisiz kaldı. Savaş, Safeviler için tam bir felaketle sonuçlandı.
Çaldıran yenilgisi, Şah İsmail için askeri bir kayıptan çok daha fazlasıydı. Bu yenilgi, onun müritleri nezdindeki yenilmez ve ilahi koruma altında olan imajını ortadan kaldırmıştı. Kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak gören Şah, bu ağır darbenin ardından bir daha asla ordusunun başında bir sefere çıkmadı. Rivayete göre hayatının sonuna kadar bir daha hiç gülmedi, içine kapandı ve kendini içkiye verdi.
Son Yılları ve Mirası
Çaldıran’dan sonraki on yılını, devletin iç işlerini düzenlemeye çalışarak geçirdi. Ancak sarsılan otoritesi, Kızılbaş komutanlar arasında rekabetin ve isyanların başlamasına neden oldu. Bu karizmatik lider, henüz 36 yaşındayken, 23 Mayıs 1524’te hayata veda etti ve Erdebil’deki atalarının yanına defnedildi. Şah İsmail’in mirası, Ortadoğu ve Türk dünyası için devasadır. O, yaklaşık iki buçuk asır hüküm sürecek Safevi İmparatorluğu’nu kurarak modern İran’ın temellerini attı. İran’ı kalıcı olarak Şiileştirerek bölgede günümüze kadar devam eden mezhepsel bir fay hattı oluşturdu. Bu karar, Osmanlı ile Safeviler arasında yüzyıllarca sürecek siyasi ve askeri mücadelenin de fitilini ateşledi. Diğer yandan, Şah Hatayi kimliğiyle Türk edebiyatına ve Alevi-Bektaşi inancına ölümsüz eserler bıraktı. Onun Türkçe şiirleri hem edebi bir zenginlik hem de milyonlarca insanın inanç dünyasını şekillendiren bir kaynak olmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak Şah İsmail, kılıcıyla bir coğrafyanın kaderini çizen, kalemiyle ise ruhlara dokunan, zafer ve trajediyi aynı kısa ömürde yaşamış tarihi bir fenomendir. Hem bir devlet kurucusu hem de bir inanç önderi olarak, yarattığı etki ölümünden beş yüz yıl sonra bile canlılığını korumaktadır.
Neylerem ol cenneti içinde didar olmasa
Koy anı virane kalsun bağçede yar olmasa
Gaflet ehli kaldı hakdan şöyle bil kim bî nasib
Kande didarı görür ol bunda bidar olmasa
Dünyede aşık olan geydi melamet donunu
Her yeten aşık olur mu derd ana kâr olmasa
Aşıkın meydanda başı top yerine çalınur
Başını meydane koymaz kim ki serdar olmasa
Doğruluk dost kapusudur doğru gel gir bu yola
Eğri meydanda utanur bunda ikrar olmasa
Ey Hatâyî cevheri harc eyleme nadana sen
Cevherin kadrini bilmez ger hırîdâr olmasa