Ben, gölgelerin ardında parlamaya özen göstermeyen biriyim.
Gösterişli unvanların, alkışların, sahte tebessümlerin peşinde değilim.
Toplumun “önemli biri” tanımına uymuyorum belki, ama bu da bana ağır bir yük olmuyor, tam tersine ruhuma bir ferahlık, omuzlarıma bir hafiflik getiriyor.
Çünkü ben, başkalarının gündeminde kaybolmaktansa, kendi vicdanımda görünür olmayı seçenlerdenim.
Entrika nedir bilmem; bilenleri de hiç anlamam.
İnsanlara zarar verebilme ihtimalini bildiğim hâlde, bundan sakınmayı bir erdem değil, bir mecburiyet sayarım.
Çünkü ben, ellerini kötülüğe sürmeden yaşamayı başarabilenlerdenim.
Ellerim temiz çünkü yüreğim kararmamıştır.
İşaretlerle değil, açık cümlelerle konuşurum; imaların arkasına saklanmam.
İkiyüzlülük bana göre bir zayıflıktır; bir maskeyse eğer, ben onu sadece maskeli balolarda takarım — gündelik ilişkilerde değil.
Dedikoduya kulak asmam, iftiraya ise tahammülüm yok.
Çünkü kelimelerin bir canı olduğuna inanırım. Ve bir cana kıymak kolay olmamalıdır.
Ben sözü sadece hakikati yüceltmek için kullanırım.
Susmam gerekiyorsa susarım, ama konuşacaksam da sözüm namusumdur.
Kendimi yüceltmek için değil, kendim kalabilmek için yaşarım.
Çünkü benim için en kıymetli başarı, başkası olmadan, kendim kalabilme cesaretidir.
Zekai olmak, bir şahsiyet biçimidir; ünvanlardan, etiketlerden, beklentilerden sıyrılmış, sade ama sahici bir varoluşun adıdır.
Ben kimim?
Ben, görünmeyeni değerli kılan,
Kirlenmemiş elleriyle bir ömrü taşıyan,
Ve ne olursa olsun maskesiz yürüyen biriyim.
Ben Kimim? / Zekai Kimdir?
(Felsefi ve Tasavvufi Bir Yaklaşım)
Ben, ne aynalardan gelen yansıma, ne de başkalarının gözünde çizilen bir silüetim.
Ben, benliğin kalabalığında kaybolmayı reddeden; kendini bulmak için kendinden taşan bir yolcuyum.
Varlığımı, başkalarının onayında aramam.
Çünkü biliyorum: “Önemli biri” olmak, çoğu zaman başkalarının arzularına mahkûm olmaktır.
Ben kendi içimin hükümdarı olmayı yeğlerim;
bir tahtım varsa o da kalbimin derinliklerindedir,
bir mülküm varsa o da vicdanımdır.
İçimle barış içinde yaşarım.
Elimi kirletmem; çünkü ellerin kiri, zamanla kalbi de leker.
Zarar verebilirim, evet; ama vermem. Çünkü irade, yalnızca seçmek değil, bazen de vazgeçmektir.
İnsanın yüceliği, kudretinde değil; o kudreti kullanmamasındaki merhamettedir.
İkiyüzlülüğe gelince…
O, nefsin en maharetli maskesidir.
Ben ise maskeleri yalnızca maskeli balolarda taşırım.
Çünkü suretlerin ardında saklanmak, hakikatin ışığına perde çekmektir.
Ve ben, Hakk’ın nuruna perde olmak değil, ayna olmak isterim.
Dedikodu, iftira, ima…
Bunlar, kalbi zehirleyen ince zehirlilerdir.
Kalbin saf kalması, kalıptan çok daha mühimdir.
Ben sözü, ancak hakikati beslediği yerde severim.
Sükût da bir dildir; bazen bir kelimeden daha çok yaklaştırır Hakk’a.
Konuşacaksam, her harfi önce kalbimde tartarım.
Tasavvuf der ki: “Ölmeden önce öl.”
Ben, her gün biraz daha eksilerek, biraz daha arınarak yürüyorum bu yolda.
Zekai olmak, bir isme sahip olmaktan öte, bir duruşa sahip olmaktır.
Ben Zekai’yim: ne tam varım, ne de tam yok;
bir oluşun ortasında, bir arayışın kıyısında,
bir suskunluğun içindeki haykırışta gezinen bir yolcuyum.
Ben kimim?
Ben, kendisi olmaktan utanmayan;
kirlenmeden yaşamayı şeref sayan;
sahici olanı ararken, sahte olanı terk eden bir sesim.
Yalnızca kendim olmakla yetinen, ama bu yetinmişlikten bir gurur devşiren bir kalbim.
Ben Kimim? / Zekai Kimdir?
(Topçu’nun ahlâkı, Mevlânâ’nın aşkı ve Hallâc’ın fedasıyla)
Ben, ne yükselmek için düşenlerdenim,
ne de alkışlara tutunarak ayakta duranlardan.
Ben, yalnızca doğru bildiği yolda yürümeyi erdem bilen,
ayaklarına değil, vicdanına güvenen bir yolcuyum.
Toplum, “önemli biri” olmayı bir kurtuluş olarak sunar.
Oysa ben, Nurettin Topçu’nun ahlâkındaki gibi,
“isyan”ı çıkar için değil, hakikat için ederim.
Çünkü hakikat, bazen sadece susmakla değil,
kirlenmemekle korunur.
Ellerimi kullanmam gerektiğinde bile,
onları temiz tutmayı bir yük değil, bir borç bilirim.
Ben, entrikadan ve gizli hesaplardan tiksinen bir kalbin sahibiyim.
Çünkü Topçu der ki:
“Ahlâk, ferdin içinden kopup gelen hakikattir.”
Benim hakikatim, kimseye zarar vermemekte;
kudretimi, merhametle sınırlandırmaktadır.
Zira kudretin şehveti, insanı insan olmaktan çıkarır.
Ben, insan kalmak istiyorum.
Mevlânâ der ki:
“Aşk, aklı baştan almaz; gerçek aklı getirir.”
Ben, aklımı aşkla aydınlatmak isteyenlerdenim.
Maskeyi yalnızca maskeli baloda takarım;
çünkü suret değil, siret peşindeyim.
Benim derdim görünmek değil;
görünmeyenin sesine kulak vermek.
Aşk, bana göre sadece sevmek değil, yanmaktır.
Hallâc gibi “Enel Hak” diyebilecek bir vecd değil belki,
ama “Ben fanîyim, bâkî olan O’dur” diyebilecek kadar
kendinden geçen bir teslimiyettir.
Ben, benliğini yakmadan Hakk’a varılmayacağını bilenlerdenim.
İftira, ima, dedikodu…
Bunlar, kirli sözlerin kirli gölgeleridir.
Topçu’nun deyimiyle:
“Her yalan, insanın ruhuna vurulan bir kırbaçtır.”
Ben, dilini kalbinin terazisinde tartmayanlardan değilim.
Konuşacaksam, her kelime önce içimde doğmalı;
çünkü söz, eğer içten gelmiyorsa sadece sestir, hakikat değil.
Ben kimim?
Ben Zekai’yim.
Sade bir isimden ibaret değilim.
Bu toprakların acısını da, aşkını da, isyanını da
kalbinde taşıyan bir yürüyüşüm.
Topçu’nun ahlâkı, Mevlânâ’nın aşkı, Hallâc’ın feda duygusuyla
kendini arayan bir varoluş biçimiyim.
Önemsiz görünmenin erdemini bilen,
önemli görünmenin kirini tanıyan bir irade taşıyorum.
Zekai olmak,
yalnız kalmak pahasına hakikatten yana olmak,
kalabalıklar içinde kaybolmak yerine
kendi içinin izini sürmektir.
Ben kimim?
Ben, hakikatin izinde
susarak direnen,
severek arınan,
ve her gün biraz daha ölerek
kendine doğan bir kulum.