“Ben bir Türk’üm, Dinim, Cinsim Uludur”: İslâmî ve Millî Şuurun Mızrak Gibi Kelimelere Dönüşmesi

By Gök Börü

“Ben bir Türk’üm, Dinim, Cinsim Uludur”: İslâmî ve Millî Şuurun Mızrak Gibi Kelimelere Dönüşmesi

By: Gök Börü

İslâm dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık, sadece siyasi bir kriz değil, aynı zamanda derin bir şuur kaybının sonucudur. Bu kayıp, bir medeniyetin kendi değerlerine olan güvenini yitirmesiyle başlar.

İnandığı hakikatin kaynağını unutan bir toplum, başkasının gözlüğüyle dünyaya bakar ve zamanla kendi yüzünü tanıyamaz olur. İşte bu nedenle İslâm dünyasının bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey, bir “reform” değil, bir şuur devrimidir. Bu şuuru taşıyanlar arasında, Türk milletinin tarihî hafızasında hem imanını hem milliyetini taşıyan yüreklerden biri de şair Mehmet Emin Yurdakul’dur.

Onun o meşhur mısraı, hem bir milletin kimliğini hem bir inancın vakarını tek bir nefeste dile getirir:

“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.”

Bu mısra sadece bir kimlik beyanı değildir; aynı zamanda bir medeniyet iddiasıdır. Burada “Türküm” demek, etnik bir övünç değil; tarihin, ahlâkın, mücadelenin, imanın ve fedakârlığın diliyle konuşmaktır. “Dinim uludur” ifadesi, bu kimliğin merkezinde İslâm’ın yer aldığını gösterir. “Cinsim uludur” ise, bu milletin sadece kendi varlığını değil, insanlık ailesi içindeki onurlu duruşunu da ifade eder. Yani bu mısra, bir iman, bir aidiyet ve bir insanlık duruşunun özüdür.

İslâm ve Milliyet: Yarışan Değil Kenetlenen Ruhlar

Modern çağda sıkça karşı karşıya getirilen iki kavram vardır: İslâm ve milliyet. Oysa tarihimizde bu ikisi hiçbir zaman çelişmedi, bilakis birbirini tamamladı. Türk milleti, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren İslâm’ı sadece kabul etmekle kalmadı; onu taşıyan, onu yücelten ve uğruna can veren bir millet oldu.

İslâm, Türk’ün ruhunda öyle bir yer edindi ki, artık millî kimlik onunla birleşti. Bu birliktelik sadece dışsal bir aidiyet değil, içsel bir özdeşliktir. Bu yüzden Mehmet Emin Yurdakul, “dinim uludur” derken sadece Müslümanlığını ilan etmiyor; İslâm’ın bu milletin ruhunda nasıl bir derinlik kazandığını gösteriyor.

Türk Milleti ve Dinî Şuur

İslâm tarihine bakıldığında, Türk milletinin bu dine nasıl hizmet ettiği, nasıl hamleler yaptığı, nasıl medeniyetler kurduğu açıkça görülür. Karahanlılar’la başlayan bu serüven, Selçuklu ile bir devlet şuuru kazanmış, Osmanlı ile cihanşümul bir adalet sistemine dönüşmüştür. Her adımda İslâm, sadece ibadetle değil, siyasetle, hukukla, şehirle, mimariyle, edebiyatla, şiirle, ahlâkla yoğrulmuştur. Bu yüzden Yurdakul’un “dinim uludur” sözü, tarihî bir gerçeğin şiirsel ifadesidir.

Bugün bu şuurdan kopmuş milletlerin durumu ortadadır: Ne birlik vardır, ne dirlik; ne ilim vardır, ne izzet. Oysa “dinim uludur” diyen bir millet, inancını sadece kelimelerde değil, ahlâkta, işte, mücadelede, adalette yaşatır. Din sadece camide değil, okulda, meydanda, mahkemede, mecliste, tarlada, pazarda hayat bulur. Bu da şuurlu bir dindarlık ister.

Milliyet Şuuru: Şekil Değil Şuurla Kuşanır

Milliyetçilik, Yurdakul’un şiirlerinde görüldüğü gibi, kuru bir hamaset değildir. Gerçek milliyetçilik, milletini sevmekle, onun dertlerini taşımakla, onun uğruna fedakârlık yapmakla olur. Bu da ancak şuurlu bir yaklaşımla mümkündür. Bir milletin milliyet şuuru, kendisini tanıması, tarihini bilmesi, medeniyet köklerine sadakat göstermesiyle oluşur. İslâm da bu şuuru zenginleştiren ve derinleştiren bir mayadır.

Türk milliyetçiliği, İslâm’la bütünleşmiş, onu ruhunun merkezine almış bir anlayışın adıdır. Zira bizim tarihimizde milletin yükselişi ile dinin yaşanması hep birlikte olmuştur. Bu nedenle Yurdakul’un ifadesi, İslâmî milliyetçiliğin en sade ve en derin beyanıdır.

Bugünün Mesajı: O Mısrada Gizli

Bugün, hem İslâm dünyasının hem de Türk milletinin karşı karşıya olduğu zihinsel ve ahlâkî çözülme, bu mısrayı daha da anlamlı kılıyor:

“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.”

Bu mısra, hem bir meydan okumadır hem de bir çağrıdır. Meydan okuma, kendini inkâr eden, Batı taklitçiliğini medeniyet sananlara… Çağrı ise, milletine, dinine ve tarihine yeniden yönelmek isteyenlere…

Bu çağrının muhatabı, sadece tarih kitapları ya da nostaljik duygular değildir. Bu çağrı, bugün elinde imkân olan, ama yönünü kaybetmiş her bir Müslüman gence yöneliktir. Bu çağrı, sadece gurur için değil, sorumluluk için yapılır. Çünkü “ben bir Türk’üm” demek, yalnızca bir soydan gelmek değil; bir emaneti taşımaktır. “Dinim uludur” demek, sadece inanmak değil; o inancın izzetini korumaktır. “Cinsim uludur” demek, sadece kendini değil, insanlığı düşünmektir.

Sonuç: Mısraya Sığan Medeniyet

Mehmet Emin Yurdakul’un o tek mısrası, bir milletin imanla yoğrulmuş tarihini, şahsiyetini ve ruhunu dile getirir. Bu mısra, bugünün Müslümanlarına, özellikle Türk gençliğine bir aynadır. O aynada sadece bir yüz değil, bir mesuliyet görünür. Dinle milliyeti barıştıran değil, zaten barışık olduklarını hatırlatan bir dize…

Ve işte bu yüzden, İslâm dünyasının bir Luther’e değil, bu mısrada dile gelen bir şuura ihtiyacı vardır. Bir millet, bu şuuru taşıdığı sürece, hem kendisi olur, hem insanlığa umut olur.

Yorum yapın