Martın son günleri… Gökyüzü, kışın ağır bulutlarından sıyrılıp yavaş yavaş berraklaşmaya başlasa da, bahar henüz tam anlamıyla gelmemişti. Hava ne soğuk ne de sıcaktı; sanki tabiat, kış ile bahar arasında bir denge kurmaya çalışıyor, geçişi aceleye getirmeden, nazikçe hazırlıyordu.
O sabah uyandığımda, odamın penceresinden dışarı baktım. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı ama gri değil, yumuşak ve hafifti; sanki güneş arkasında bir yerde bekliyor, doğru zamanı kolluyordu. Hafif bir rüzgar esiyordu, sokaklardaki ağaçların ince dallarını nazikçe sallıyor, tomurcuklanmaya hazırlanan yapraklara fısıldıyordu:
– Vakit geldi, uyanın!
Yağmur, ilk başta belli belirsiz, neredeyse fark edilmez damlalarla toprağa düşmeye başladı. Ne üşütecek kadar soğuktu ne de yazın aniden bastıran sağanakları gibi şiddetliydi. Yağmurun kokusu havaya karıştığında, ciğerlerime dolan bu serinlik beni derin bir nefes almaya davet etti.
Kitap okumak için plan yaptığım bir gündü ama içimde anlam veremediğim bir huzursuzluk vardı. Kitapların sayfalarına dalıp gitmek yerine, doğanın sesini dinlemek, bu mevsim değişiminin içinde olmak istedim. Biraz tereddüt ettikten sonra, odadan çıkıp sahile doğru yürümeye başladım.
Sokaklar, baharın gelişiyle canlanmıştı. İnsanlar, kış boyunca evlerine çekilmiş olmanın rehavetini atıyor gibiydiler. Kimileri sahilde yürüyüş yapıyor, kimileri kafelerde oturup hafifçe yağan yağmuru izliyordu. Küçük çocuklar, annelerinin “ıslanırsın” uyarılarına aldırış etmeden ellerini yağmur damlalarına uzatıyor, sanki gökyüzüyle oyun oynuyorlardı.
Sahile vardığımda denizin kokusu beni karşıladı. Hafifçe esen rüzgar, yağmur damlalarını taşıyor, tenime değdiğinde ferahlatıcı bir his bırakıyordu. Kumların üzerine serpiştirilmiş yağmur taneleri, ince bir tül gibi uzanıyor, denizin yüzeyinde belli belirsiz dalgalanmalar oluşturuyordu.
Tomurcuklanmaya hazırlanan ağaçlar, bu yağmuru büyük bir şükranla karşılıyor gibiydi. İncecik filizler, suyun her damlasını içine çekiyor, baharın getireceği yeşile hazırlanıyordu. Doğa, yavaş yavaş uyanıyordu; toprak, suyla yumuşuyor, kuşlar rüzgarın kanatlarında süzülerek cıvıldıyordu.
Yağmurun altında yürümeye devam ederken, insanların yüzlerinde bir umut ışığı gördüm. Baharın gelişi, her zaman yeni başlangıçların habercisiydi. Genç bir çift, el ele tutuşmuş, ıslanmalarına aldırmadan sahilde yürüyordu. Birkaç adım ötede yaşlı bir adam, elindeki bastonuyla yavaşça ilerliyor, arada durup denize bakıyordu. Belki gençliğinde burada yürüdüğü günleri hatırlıyordu.
Bahar sadece doğayı değil, insanları da değiştiriyordu. Kışın içimize ektiği kasvet yavaş yavaş çözülüyor, yerini huzur dolu bir bekleyişe bırakıyordu. Yağmur, eski anıları yıkıyor, yeni ümitlere yer açıyordu. Herkesin içinde, belki farkında bile olmadan, baharla birlikte yeşeren bir şeyler vardı.
Gün batımına yaklaştıkça yağmur yavaşladı. Bulutlar hafifçe aralandı ve güneş, tüm gün beklediği anı sonunda yakalamış gibi ufkun üzerinden usulca kendini gösterdi. Sahil, altın rengine büründü; deniz, üzerine düşen ışıkları yansıtıyordu.
O an fark ettim ki, kitapların sayfalarında aradığım huzur, aslında tam burada, doğanın içinde, insanların gözlerindeki umutta saklıydı.
Bahar geliyordu. Hem dünyaya, hem de ruhuma…