Çaresizlik onu aşağılık bir mahkûma dönüştürmeden çare aramaya başladı. Önce gülümseyen bir maske buldu ve yüzüne geçirdi. Sonra kedi yüzlü güvercinlere tebessüm etmeye başladı. Beklemeyi bilmek sabır etmeyi bilmek bilgeliğin en yüce makamı olduğunu bile bile maske takmak onun çok ağrına gidiyordu. Ayrıca yine biliyordu öfke geçici ama kalpte kalmak kalıcı. O öfkeden değil kalplerden kaçıyordu.
Onun kalbine karanlık ansızın bastırmıştı, kış akşamlarında oldu gibi. Ondan kabir azabına benzeyen kibir azabı yokken maskeyi takmaya karar verince o azabı da içinde damla damla hissetmeye başladı. Hainlerde olan evham onda yoktu fakat aşk korkusu onu sarmaşık gibi sarmıştı. Kalabalıkların kadim ıssızlığına alışmış birine bu maske, bu sarmaşık bu evham çok fazla ağır geliyordu ama yapabileceği bir şeyde yoktu.
Hüzünlü bir havası vardı tebessüm edeni yüzünün, tıpkı solmaya yüz tutan bir bahçe gibi. Eski, o sisli anılarda kalmıştı. Ruh sandalını kendi eliyle deliyordu. Bunu da biliyordu ama yalnızlığını gidermek için başka çaresi kalmamıştı. Ölmenin zor olmadığını biliyordu fakat ya maske takmalıydı ya da ölmeliydi.
O maskeyi bu yüzden takmaya karar verdi. Acem halısının üzerinde oyun oynayarak büyümesine rağmen acem oyunu nasıl onanır hiç bilmiyordu. Maskeyi takınca Hem Acem hem Karaman hem de Bizans entrikalarının nasıl oynandığını kendiliğinden öğrendi.
Artık kendi sözlerinin yarattığı sessizlikte kendini boğmuyordu, yalanda olsa, yanlışta olsa hırıltıyla karışık hem cevap veriyor hem tebessüm ediyordu. Maskenin ona öğrettiği ilk ders buydu. Velhasıl maske onun kırışmış alnını gençleştirdi, sakalında kar tanesi gibi duran beyazlıkları siyahlaştıydı ve bedenini yirmi yaş gençleştirerek daha hızlı yürümesini sağladı. Artık o neyi düşünmüyorsa ona dönüşmüştü. Maske uyuşuk kış gününü sıcak ve heyecanlı yaz gününe çevirmişti. Maskeyi takınca soğuktan dudaklarının dahi rengi atmıyor, elleri üşümüyor, burnu kızarmıyor, yanakları yanmıyordu. Yüzüne maskeyi takmıştı ama halen aynı Tanrı’ya secde ediyordu. Heyhat insanı ve insanlığı anlatmak maskelere kaldı. İnsanlığı ve insanın hakikatini maske anlatacak ve tarih ve toplum buna inanacak, öyle mi?
Buna kargalarda gülmez mi, acep? Yorgun bitkin ve yılgın olmasına rağmen taktığı maskeyle hala dövüşecek, savaşacak mücadele edecek gücü olduğunu ispata çalışıyordu. Bunun ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz. Maskesinin altında gizlenen yüzünü görmek için elini maskesine attı, yırtmak için ama eski günleri aklına gelince yapamadı.
Maskeyi taktığı ilk günü hatırladı, acemi savaşçılar gibi ortalıkta dolanıyordu. Elindeki kılıçla kendi elini kesen yeniçeri gibi his etmişti kendini. Ya şimdi öyle mi? Bir kılıç ustası gibi maskeli yüzü etrafa gülücükler veya nefretler salıyordu. Ölü gibi yaşamak bu olsa gerek. İnsanın ne kadar tuhaf bir mahluk olduğunu yeni yeni anlıyordu. “Tarifi imkansız bir keder gibi bu insan denen mahluk” diye içinden geçirdi. Daha da çok kederlendi ve karın eriyip sularını bıraktığı yollar gibi oldu içi, dışı. Artık mantığı, zihni sürekli kırmızı alarma geçmiş gibiydi.
Gönlü ve kederli ruhu azap içinde ama vücut dili mutluluğu oynuyordu. Dahası ümitvar fakat darılmış kırılmış seyyah misali gezip duruyordu. Dahası karanlıkta gezip duran ayazzedeye dönmüş yıldızlara dönmüştü.