Akıl ve Gönül Arasında Teoloji: “Enel Hakk” Söylemi Üzerine Felsefî ve Tasavvufî Bir Yorum

By Gök Börü

Akıl ve Gönül Arasında Teoloji: “Enel Hakk” Söylemi Üzerine Felsefî ve Tasavvufî Bir Yorum

By: Gök Börü

1. GİRİŞ: İNSAN, HAKİKAT VE TECELLÎ MESELESİ

İslam düşüncesinde insan, sadece biyolojik bir varlık değil; aynı zamanda Allah’ın isim ve sıfatlarının bir aynası, bir tezahür sahası olarak değerlendirilir. Bu anlayış, Kur’ân’daki “Ben, insanı en güzel surette yarattım” (Tin, 95/4) ve “Ben ona ruhumdan üfledim” (Hicr, 15/29) ayetleriyle temellenir. Söz konusu yaklaşım, insanı sadece akıl varlığı olarak değil, aynı zamanda kalp/gönül merkezli bir bilinç taşıyıcısı olarak da yorumlar.

Bu bağlamda bazı İslam filozofları ve mutasavvıflar, Allah’ı “salt akıl” (ʿaql-i kullî) olarak tasavvur etmiş; özellikle Meşşâî gelenekte bu, Tanrı’nın en yüksek aklî varlık, “faal akıl” (ʿaql al-faʿʿāl) olduğu fikriyle temsil edilmiştir (Farabi, İbn Sînâ). Diğer yandan tasavvufî gelenekte Allah, salt “iyilik” (ihsan), “aşk” (mahabbah) ve “rahmet” olarak yorumlanmıştır. Bu ikili tasavvur, insanın akıl ve kalp olmak üzere iki temel cevherle yaratıldığına dair bir kozmik tasarımı da beraberinde getirir.

2. AKIL VE KALP: ALLAH’IN TECELLÎGÂHI OLARAK İNSAN

İslam irfan geleneğinde insan, “kâinatın küçük bir modeli” (microcosmos) olarak görülür. Mevlânâ’nın ifadesiyle, “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın ama sende büyük bir âlem gizlidir.” Bu yaklaşımda insan, Allah’ın isim ve sıfatlarının cem olduğu bir “aynü’l-cem” (birleşik ayna) olarak kabul edilir.

  • Akıl, ilahi hikmetin ve düzenin idrakidir. Allah’ın “Hakîm” ve “Alîm” isimleriyle ilişkilidir.
  • Kalp (gönül) ise Allah’ın “Rahmân”, “Vedûd” ve “Latîf” isimlerinin tecelligâhıdır.

Bu tasnif, sadece bireysel psikolojik bir ayrım değildir; aynı zamanda Allah-insan ilişkisinde kullanılan epistemolojik bir modeldir. Aklın sınırlarıyla idrak edilen hakikat ile gönlün sezgisel yolu arasında bir uyum arayışı, Hallâc’ın söyleminde zirveye çıkar.

3. HALLÂC-I MANSÛR VE “ENEL HAKK” SÖYLEMİNİN YORUMU

3.1. Fenâ Fillâh ve Bekâ Billâh: Hallâc’ın Teolojik Zeminleri

Tasavvufun merkezî makamlarından biri olan “fenâ fillâh”, kulun nefsinden geçerek Allah’ta yok olması anlamına gelir. Bu yokluk, bir hiçlik hali değil; ilahi hakikatin zuhuruna yer açmak için benliğin silinmesidir. “Bekâ billâh” ise bu yokluktan sonra Hakk ile kalma halidir. Hallâc’ın “Enel Hakk” sözü, tam da bu makamların bir tezahürü olarak yorumlanmalıdır.

Bu söylemdeki “ben”, bireysel benlik değildir; silinmiş bir benliğin ardında açığa çıkan Hakk’ın tecellisidir. Bu nedenle “Enel Hakk” ifadesi şirke düşmek değil; tevhide varmanın en ileri makamıdır. Ne var ki, sözün bu hakikat boyutu ancak irfanî bakışla kavranabilir. Zâhirî anlamda bu ifade, bir benlik iddiası gibi algılanmış ve Hallâc’a ağır bedeller ödetmiştir.

3.2. Cüneyd-i Bağdadî’nin Tepkisi: Hakikatin Parçalılığı

Hallâc’ın çağdaşı ve tasavvufun kurucu figürlerinden biri olan Cüneyd-i Bağdadî, Hallâc’ın bu söylemini fazla “taşkın” bulmuş ve ona karşı çıkmıştır. Rivayete göre Hallâc, Cüneyd’in kapısını çaldığında, “Kim o?” sorusuna “Benim hakikatim” cevabını verir. Cüneyd ise “Sen hakikatin kendisi değil, bir parçasısın” diyerek tepki gösterir.

Bu diyalog, İslam irfanında ontolojik bütünlük ile bireysel sınırlılık arasındaki tartışmayı yansıtır. Cüneyd’e göre kul, ne kadar yükselirse yükselsin, Allah ile özdeşleşemez; O’nun bir parçası olabilir ama zatında O olamaz. Bu yaklaşım, Sünnî kelamın “Allah ile mahlûkun ayrılığı” ilkesine de uygundur.

3.3. İbn Arabî’nin Eleştirisi: Sırrın Sükûtu

İbnü’l-Arabî, Hallâc’ı takdir etmekle birlikte, “Enel Hakk” söylemini sakıncalı bulur. Ona göre bazı sırlar ancak kalpte taşınmalı, dile dökülmemelidir. “Her bildiğini söyleyen her hakikatin lâyıkı değildir” diyen Arabi, Hallâc’ın sırrı dillendirmesini ilahi sistem açısından bir dengesizlik olarak görür. Bu anlayışta, sözün hem bâtını hem zâhiri vardır ve bâtınî sırların açığa çıkması, umum halkta şirke ve sapmaya sebebiyet verebilir. Bu nedenle Arabi, Hallâc’ın cezalandırılmasını bir tür ilahi dengeyi koruma refleksi olarak yorumlar.

4. ONTOLOJİK TEOLOJİ: ALLAH’IN İNSANDA TECELLİSİ

İbn Arabî’nin “Vahdet-i Vücûd” nazariyesi, Hallâc’ın söylemine felsefî temel sunar. Bu anlayışa göre varlık birdir; çokluk, sadece gölgelerden ibarettir. “Enel Hakk” söylemi, bu ontolojik birliğin bir dilsel ifadesidir. İnsan, varlığın merkezinde yer aldığı için, Allah’ın tecellilerine en açık varlıktır. Ancak bu tecellî, bir özdeşlik değil; bir zuhur ilişkisiyle mümkündür.

Burada Plotinus’un “Bir” anlayışı ve İbn Sînâ’nın “vacibü’l-vücûd” fikriyle benzerlik kurmak mümkündür. Hallâc’ın sözleri, antik Yunan metafiziğiyle İslam tefekkürünün mistik kesişim noktasında yer alır.

5. SONUÇ: HALLÂC’IN CESARETİ VE HAKİKATİN DİLİ

Hallâc-ı Mansûr’un “Enel Hakk” sözü, sadece tasavvuf tarihinde değil, insanlık düşüncesinde de özgün bir metafizik çıkış olarak değerlendirilmelidir. Bu söylem, benliğin yokluğu içinde Hakk’ın görünürlüğünü ilan eder. Ne var ki her hakikat, zamansal ve toplumsal olarak karşılık bulamaz. Bu yüzden Hallâc, bir düşünceye değil; bir hal’e kurban gitmiştir.

Ancak o hâl, bir çağrıdır: Akıl ve gönlün birlik yerinde, insan kendi “ben”ini silerek hakikate aynalık edebilir. Bu aynalık, sadece Allah’ı yansıttığı ölçüde bir değere sahiptir. Hallâc bunu söylediği için değil, yaşadığı için Hallâc olmuştur.

Bu bakış bir şiirle taçlandırılırsa;

“Enel Hakk”

Ben sustum, o söyledi.
Dilim, gönlümün aynasına dönmüştü o gün.
Söz “Ben” dedi, ben yoktum,
Benliğim bir damlaydı; deniz, “Hakk”tı.

Akıl çizdi yolları,
Yıldızlara uzanan bir merdiven gibi.
Ama kalp, bir kuyuya indi,
Orada Hakk’ın sesi yankılandı:
“Ben sende sen olarak varım.”

Hallâc’ın dili konuşmadı,
Gönlü haykırdı:
“Enel Hakk!”
Ateşe atıldı,
Yakan ateş değildi,
Yakılan; sözdü,
Sırdı,
Hakikatin dildeki yankısıydı.

Cüneyd baktı uzaktan,
“Susmalıydın,” dedi,
“Sen parçasın, bütün değil.”
Ama Hallâc bütündeydi,
Bütün onda eriyince,
Ben kalktı,
Hakk kaldı.

Arabi başını öne eğdi,
“Her sır söylenmez,
Sözle gelen sır,
Ağırlığını kaybeder” dedi.
Lakin ağırlık, Hallâc’ın teninde değil,
Sözünde duruyordu.

İdam sehpasında,
Bir kurban gibi eğildi.
Ama o, ölmedi.
Çünkü Hakk ölemez.
Ve o,
Hakk’la birdi.
Enel Hakk idi.


Yorum yapın