Burkay ve Açığma-Kün: Aşkın Mistik ve Trajik Yolculuğu (2)

By Gök Börü

Burkay ve Açığma-Kün: Aşkın Mistik ve Trajik Yolculuğu (2)

By: Gök Börü

“Yüzün aya benziyor,
Kaşın yaya benziyor.
Gözlerin yeşil alası,
Saçların aslan yelesi.
Yürüyüşün turna gibi,
Salınışın turna gibi.
Hangi yerden, kaynaktansın?
Hangi boydan, oymaktansın?

Bakışların ışık mı?
Saçların sarmaşık mı?
Yıldız mısın, güneş mi?
Alev misin, ateş mi?
Neden sessiz bakıyorsun?
Beni niçin yakıyorsun?
Çiçek gibi her bir yanın,
Söyle, nedir adın, sanın?

Beni niçin üzüyorsun?
Gözlerini süzüyorsun.
Kirpiklerin paralıyor,
Bakışların yaralıyor.
Rengin sanki çiçekten,
Bilmem hangi çiçekten?
İster darıl, ister kız,
Tek adını söyle kız!

Beşbalık’ta doğdumsa da,
Karluk kızıyım.
Nice erin yüreğinde,
Saklı sızıyım.
Yüreğine od düştüyse,
Zorlayıp söndür.
Bilen bilir;
Adım, sanım: Açığma‐Kün’dür.
Ölmemeyi istiyorsan,
Yaklaşma bana.
Belâm çoktur,
Görünmeden dokunur sana…”

Bu hikâye, tasavvufi aşk, irfanî yolculuk, ilahi kader ve varoluşun trajik doğası gibi birçok derin temayı içinde barındırır. Hikâyeyi yorumlarken özellikle tasavvuf edebiyatındaki önemli kavramlarla bağlantılar kurarak açıklayalım.

Aşkın İki Yüzü: İlahi ve Beşerî Aşk

Burkay ve Açığma-Kün arasındaki aşk, tasavvufi düşüncede önemli bir karşılığı olan mecazi aşk ile hakiki aşk arasındaki ilişkiye işaret eder. Mevlânâ, Yunus Emre ve Fuzûlî gibi büyük mutasavvıflar, mecazi aşkın hakiki aşka giden bir köprü olduğunu dile getirmişlerdir.

Burkay’ın Açığma-Kün’e duyduğu aşk, yalnızca bir insanın bir başka insana olan aşkı değildir. Bu aşk, aynı zamanda insanın varoluşsal özlemine işaret eder. İnsan, hakikati arar, fakat çoğu zaman hakikati sevdiği bir surette bulur. Bu, Hallâc-ı Mansûr’un “Enel Hak” (Ben Hakk’ım) sözündeki derinliğe benzer. Burkay, Açığma-Kün’de yalnızca bir sevgiliyi değil, kendisini tamamlayan, onu varlığın sırrına yaklaştıran bir hakikati görmektedir.

Fuzûlî’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” beytinde olduğu gibi, Burkay’ın aşkı da onu hem varlığın zirvesine hem de uçurumuna sürüklemektedir. Yunus Emre’nin “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni” sözünde olduğu gibi, Burkay’ın aşkı da bir fenâya (yok oluşa) dönüşmektedir.

Açığma-Kün İsminin Tasavvufi Anlamı: Varlık ve Yokluk Arasında Bir Hakikat

Açığma-Kün ismi, tasavvufta çok güçlü bir çağrışıma sahiptir. “Kün” (Ol!) kelimesi Kur’an’daki “Kün fe yekûn” (Ol der, olur)” (Yasin, 82) ayetine bir göndermedir. Burkay’ın Açığma-Kün’e duyduğu aşk, aslında bir yaratılış sırrına duyduğu özlemdir. Açığma-Kün, varlığın açığa çıkması ve kaybolması anlamlarına gelir.

Tasavvuf geleneğinde Allah, tecelli ederek âlemde var olur, fakat aynı zamanda O’ndan başka hiçbir şey gerçek anlamda var değildir. Bu bağlamda Açığma-Kün, hem tecelliyi (Allah’ın varlıkta belirişi)hem defenâya (yok oluşa, varlığın Allah’ta erimesine) işaret eder. Burkay’ın Açığma-Kün’e duyduğu aşk, aslında onun hakikatin sırlarını çözme isteğinin bir yansımasıdır.

Açığma-Kün, Burkay için hem bir hakikat ışığıdır hem de onu yok oluşa sürükleyen bir kaderdir. Tıpkı Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde anlatılan ney metaforu gibi, Burkay da ayrılığın acısını çeker, çünkü aslında Açığma-Kün’den değil, mutlak hakikatten kopmuştur.

Kavuşmanın ve Ayrılığın İlahi Kaderi

Tasavvufta aşk, çoğu zaman bir hasretvefirak (ayrılık) duygusuyla birlikte ele alınır. Çünkü insan, Allah’tan gelmiştir ve ona geri dönecektir. Burkay ve Açığma-Kün’ün hikâyesinde de buluşma ve ayrılık iç içedir.

Bu, Mevlânâ’nın “Biz aslımıza dönüyoruz” anlayışıyla örtüşür. İnsan bu dünyada bir ayrılık içindedir ve aşkla tamamlanmaya çalışır. Fakat aşkta her zaman bir yokluk ve hasret vardır. Burkay, Açığma-Kün ile buluşsa bile, bu buluşma bir tamamlanış değil, daha büyük bir yok oluşa ve mistik bir dönüşüme giden yoldur.

Bu durum, Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslıgibi tasavvufi aşk hikâyelerinde de vardır. Kavuşma, çoğu zaman birölümle, bir fenâ haliyle olur. Burkay da Açığma-Kün’ün peşinde koşarken bir anlamda kendi “benliğini eritmekte” ve kendini aşkın içinde yok etmektedir.

Ölüm ve Yeniden Doğuş: Tasavvufta “Ölmeden Ölmek”

Hikâyenin en derin tasavvufi boyutu, Burkay’ın yaşadığı içsel dönüşüm ve ölümü aşan bir bilince erişme çabasıdır. Tasavvufta “ölmeden önce ölmek” (ölmeden ölmek) anlayışı vardır. Bu, nefsin ölümü ve hakikate doğuş anlamına gelir.

Burkay, Açığma-Kün’ü bulmak için bir nevi “ölüm yolculuğuna” çıkar. Bu, Mevlânâ’nın “Şeb-i Arus” (Düğün Gecesi) olarak gördüğü ölümü hatırlatır. Çünkü mutasavvıflara göre ölüm, hakiki varlığa doğmaktır.

Hallâc-ı Mansûr’un darağacına giderken söylediği “Ölümümüz, bizim için diriliğimizdir” sözü de Burkay’ın mistik yolculuğuyla örtüşmektedir.

Sonuç: Burkay’ın Yolculuğu Hakikate mi Yokluğa mı?

Burkay ve Açığma-Kün’ün hikâyesi, tasavvufi aşkın en saf ve en trajik hallerinden birini gösterir. Burkay’ın Açığma-Kün’e olan aşkı, yalnızca bir sevgiliye değil, varlığın özüne duyulan bir aşktır.

Ancak tasavvufun temel gerçeklerinden biri şudur: Varlık, aşk içinde yok olur. Burkay, Açığma-Kün’e ulaşmaya çalışırken, aslında kendisini aşkla eritmektedir.

Bu açıdan bakıldığında hikâye, Fuzûlî’nin “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib” dizesindeki gibi aşkın bir şifa değil, bir hastalık gibi görünse de aslında insanı hakikate götüren bir sır olduğunun tasavvufi bir anlatımıdır. Burkay’ın yolculuğu, bir insanın hakikati ararken kendisini kaybetmesi ve kayboldukça var olması sürecidir. Açığma-Kün ise, varlığın en büyük sırrıdır: Olmak ve olmamak arasındaki hakikat.

Yorum yapın