Tefekkür, aşk ve akıl arasında bir yolculuk,
romantikliğin de bir akıl olduğunu bilme.
GİRİŞ
Romantizm, çoğu zaman akla karşı bir taşkınlık, mantıksızlığın edebî bir türü olarak görülür. Hissedilenin düşünceye galebe çaldığı, sezginin akıl karşısında putlaştırıldığı bir alan olarak tarif edilir. Oysa bu tanım, romantizmin derin hakikatine yabancıdır. Çünkü romantizm, akla düşman değildir; sadece onun sınırlarını tanır ve aşmak ister. İnsanı yalnızca düşünen bir makineye indirgemek isteyen akılcılığa karşı, insanın hayretini, özlemini, duygusunu, yani varlıkla olan içsel temasını savunur.
Görünüşte irrasyonel olan bu hareket, aslında kendi içinde başka bir akla, daha derin bir bilinç düzeyine yaslanır. Romantizmdeki aşk, vecd, sezgi ve isyan; yüzeyde hesapsız bir duygulanım gibi dursa da, içeride yönelmiş, odaklanmış ve hakikate susamış bir aklın dilidir.
Bu derin yapıyı anlamak için klasik rasyonalizmin ötesine geçmek gerekir. Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” cümlesiyle kurduğu sistemde akıl merkezdedir, ama bu akıl cansızdır; parçalar, sınıflandırır, tanımlar ama ruhu yakalayamaz. Oysa insan sadece düşünen bir varlık değildir. İnsan, özleyen, hayal kuran, aşka düşen ve en önemlisi secde eden bir varlıktır. Bu bakımdan romantizm, sadece bir duygusal taşkınlık değil; varlığın özüne ulaşmak isteyen bir sezgi yürüyüşüdür. Hissin, aklı geride bırakmadan onu yumuşatan, dönüştüren, hatta arındıran bir hali.
Romantizmin İrrasyonel Görünümü ve Felsefî Kökleri
Romantizm kelimesi modern zihinde, çoğu zaman “duygusal taşkınlık, akla aykırı bir idealizm, mantıksız hayalcilik” gibi çağrışımlarla anılır. Özellikle Aydınlanma düşüncesinin ve pozitivizmin etkisinde şekillenmiş düşünce dünyasında romantizm, bilimsel aklın karşısına dikilen bir tür hissî anarşi gibi görülmüştür.
Fakat romantizm, sıradan bir his patlaması değildir. O, insanın içsel hakikatle karşılaştığı anda yaşadığı varoluşsal titreşimdir.
Duygunun salt irrasyonel oluşu iddiası, aklın kendini mutlaklaştırmasından doğan bir yanılsamadır. Çünkü insanoğlu sadece düşünen bir varlık değil; ağlayan, susan, özleyen, secde eden bir varlıktır. Bu bağlamda romantizm, duygunun salt mantıksızlık değil, bir başka düzlemde işleyen akıl olduğunu savunur.
İrrasyonel görünen bu romantik zemin, aslında farklı bir rasyonalite biçimi taşır: sezgi, ilham, aşk, vecd, isyan…
Romantizmin kurucu düşünürlerinden olan Jean-Jacques Rousseau, aklın kurduğu toplumsal yapının insanın doğallığını öldürdüğünü ileri sürerken, duyguların özgürleştirici gücünü savunuyordu.
Novalis, “filozof olmayan şair; şair olmayan filozof olamaz” derken, akılla duygunun iç içeliğine işaret ediyordu.
Kierkegaard, Hristiyanlığın sıradan akılla kavranamayacağını, ancak varoluşsal bir sıçramayla yani imanın aklı aşan ama akla karşı gelmeyen doğasıyla anlaşılabileceğini ileri sürüyordu.
Buradaki temel düstur şuydu: Akıl, hakikate ulaşmanın bir yolu olabilir ama tek yolu değildir. Ve romantizm, bu alternatif yolları aramakla değil; onları yaşamakla meşguldür.
Aşkın Taşkınlığında Saklı Olan İrfanı Arayan Bir Kalp
Romantizm, genellikle aklın sınırlarını aşan duyguların, sezgilerin ve hayallerin alanı olarak tanımlanır. Klasik akılcılığın (rasyonalizmin) karşısına bir tepki olarak doğmuş; Newtoncu düzenin mekanikliği karşısında insanın ruhunu, iç yangınını, özlem ve isyanlarını dile getirmiştir. Bu nedenle “irrasyonel” olarak anılmıştır: ölçülemez, denetlenemez, hesaplanamaz… Lakin romantizmi sırf irrasyonel, yani akıl dışı bir taşkınlık olarak görmek, onun özündeki rasyonel çekirdeği gözden kaçırmaktır.
Oysa en saf, en derin, en yanık romantizmde bile bir rasyonel akıl vardır. Ama bu akıl, sıradan akıl değildir; mantıksal silsilelerle değil, iç hakikatle işleyen bir akıldır.
Tıpkı Mevlânâ’nın semasında olduğu gibi: Dönen beden, akla aykırı görünür. Ama aslında o dönüş, ilahi merkez etrafında dönen bir kainat düzeninin sembolüdür. Ve her dönüş, bir matematikle; her vecd, bir dengeyle iç içedir.
Aşkın Mantığı: Delilikte Akıl
İrrasyonel romantizmin en güçlü örneği aşktır. Âşık olan, aklını yitirmiş gibi görünür. Seven insanın davranışı, klasik akıl ölçütlerine uymaz. “Niçin sevdin?” sorusuna cevap veremez. Ama işte bu cevap verememe hali, onun iradesizliği değil; aşkın kendi içindeki yüksek aklın suskunluğudur.
Hallâc-ı Mansûr’un “Ene’l-Hak” sözü, yüzeyde bir delilik gibi algılanır. Ama o sözün derinliğinde, benliği sıfırlayan bir aklın sezgisel ifadesi vardır. Mansûr, aklını kaybetmemiştir.
Bilakis, kendi aklını aşkın aklına teslim etmiştir. Nurettin Topçu da aşkı bir aklın karşıtı değil, tamamlayıcısı olarak görür. Ona göre hakiki aşk, iradeyi açar, aklı yüceltir. İnsan aşkla kendini kaybetmez; kendini tanır. Dolayısıyla aşk, ilk bakışta irrasyonel görünse de, en derin rasyonel hakikatin tohumunu taşır.
Tasavvuf ve Aşk: Delilikteki Hikmet, İsyandaki Aklîlik
Tasavvufun aşk kavrayışı, akıl ile aşk arasında kurulan geleneksel karşıtlığı derinlemesine sarsar. Aşk, Hallâc-ı Mansûr’un idamına sebep olan “Ene’l-Hak” nidâsında en yoğun hâliyle görünür. Bu çığlık yüzeyde akıl dışı, hatta delilik gibi durur. Ama aşkın dilini bilenler için o bir mantığın değil, marifetin sonucudur. Aşk, aklı yok etmez; onu aydınlatır. Çünkü aşk, eşyanın ardındaki sırra yönelen sezgisel bir yönelmedir. O aşk, kelimeleri değil anlamı arar. Mecnun’un çöllerde dolaşmasını akılla izah edemezsiniz ama hakikate açılmış bir gönülle o çölü birer hikmet durağı olarak okuyabilirsiniz.
Aynı şekilde Mevlânâ’nın semâsı, dışarıdan bakıldığında bir irasyonel döngüdür. Ama içeriden bakıldığında o semâ, her dönüşüyle evrenin nizamını, kalbin arınmasını ve insanın merkeze (Hak’ka) yönelişini anlatır. Bu hareket, görünüşte bir vecd hâlidir ama aslında kozmik bir aklın bedenle yazılmış ifadesidir. Tasavvufun akıl ile kurduğu bu derin ilişki, bize irrasyonel görünen birçok vecdin ve aşk halinin, yeni bir rasyonalite zemini kurduğunu gösterir.
Sezgi, Rasyonel Aklın Dönüştürülmüş Hâlidir; Modern Romantizmin Çıkmazı ve Akıldan Kopan Duygu
Henri Bergson’un “sezgi” anlayışı bu bağlamda anlam kazanır. Ona göre, akıl dünyayı parçalara ayırır, sezgi ise bütünü kavrar. Sezgi, duygunun içinde gizlenmiş yüksek akıldır. Duygusal görünen her şey, aslında hakikati doğrudan kavrama çabasıdır. Bu da romantizmin özündeki rasyonel damarı ortaya koyar. Mesela, bir şairin ilhama kapılıp gece yarısı kaleme aldığı şiir, kaotik bir duygular yığını gibi görünür. Ama onu incelediğinizde görürsünüz ki, içeride bir biçim, bir ölçü, bir ahlaki yönelim vardır. Yani şiir, duygunun kabuğunda saklanan akıl meyvesidir.
Tasavvuf da bu yolda bize benzersiz bir pencere açar. Hallâc-ı Mansûr’un “Ene’l-Hak” sözü, akılla açıklanamayacak bir vecd hali gibi görünür. Fakat bu söz, akılsızlığın değil; benliğin sınırlarını aşan bir bilincin, aşk yoluyla doğmuş yüksek bir aklın ifadesidir. Akıl burada tükenmez, tersine derinleşir. Sükût eder ama geri çekilmez. İbn Arabî’de bu anlayış daha da sistemleşir: ona göre aşk, varlığın hakiki mayasıdır. Allah’ın bilinmek istemesi, aşkın en yüksek biçimiyle zuhur eder. Varlık bu aşkın tezahürüdür; insan ise o aşkı tanıyabilecek yegâne aynadır. Aşk böylece sadece bir duygu olmaktan çıkar, bir bilme biçimi hâline gelir.
Batı felsefesinde Bergson’un sezgi felsefesi bu anlayışla kesişir. Bergson’a göre akıl zamanı böler, nesneleştirir, mekanikleştirir. Ama gerçek olan şey, zamanın bu bölünmüş hâli değil; onun canlı akışıdır. Bu akışı ise yalnızca sezgi anlayabilir. Sezgi, aşkın bir biçimidir. Çünkü sezgi, hesaplamaz; yönelir. Kavramlarla uğraşmaz; hakikate nüfuz etmeye çalışır. Bergson’un bu yaklaşımı, tasavvufî sezgiyle birleştiğinde ortaya yepyeni bir akıl anlayışı çıkar: derin, sessiz, yavaş ve içe akan bir akıl.
Topçu’da Romantik Aklın Direnişi: İrade, Ahlâk ve Metafizik
İşte bu noktada Nurettin Topçu karşımıza çıkar. Onun düşüncesi hem Bergsoncu sezgicilikten hem İslamî tasavvuftan hem de Anadolu irfanından beslenen bir metafizik romantizmdir. Topçu’nun eserlerinde (özellikle Ahlâk Nizamı, İradenin Davası, Var Olmak, Yarınki Türkiye) romantik olanla aklî olan hiçbir zaman birbirine zıt değildir. Bilakis birbirini doğuran, besleyen, büyüten unsurlardır.
Topçu’ya göre insanın varlığı iki temel üzerine kuruludur: İrade ve aşk. İrade, insanı eyleme zorlar. Aşk ise eylemi anlamlandırır. Aşk olmadan irade körleşir; irade olmadan aşk savrulur. İşte bu denge, onun düşüncesinde hem aklı hem aşkı hem de vicdanı kapsayan bir hakikat zemini kurar. Onun deyimiyle: “Aşk, aklı yok etmez. Aşk, aklı diriltir. ”Romantizm onda bir taşkınlık değil; direniştir. Şairane olmak, onun için hakikate daha derin bir pencereden bakmaktır. Vecd, düşüncenin sustuğu değil; yoğunlaştığı andır.
Susmak, çaresizlik değil; secdeye dönüşen akıldır. Topçu, bu ikiliği en güzel çözen düşünürlerdendir. Onun eserlerinde romantik söylemler, metafizik acılar, sonsuzluk özlemi, isyan, aşk vardır. Ama tüm bu taşkınlık, bir rasyonel merkez etrafında döner: irade, ahlâk ve hakikat. Topçu’nun gençliğe hitabı, duygusal değildir sadece; duygu üzerinden yükseltilmiş bir akıl çağrısıdır. Onun romantizmi, kendini yakan bir mum değil; yandıkça çevresini aydınlatan bir fikir meşalesidir.
Nurettin Topçu’nun düşüncesi bu buluşma noktasının tam ortasındadır. O hem bir Bergsoncudur hem bir tasavvuf aşığı. Fakat aynı zamanda bir aksiyon ve irade adamıdır. Onun dünyasında aşk, sadece vecd değil; aynı zamanda ahlâkî bir direniştir. Aşkı salt bir hissiyat, bir romantik özlem olarak görmez; onu iradeyi doğuran, fedakârlığı mümkün kılan, eylemi hakikate bağlayan bir kaynak olarak düşünür.
Ahlâk Nizamı’nda aşk, vicdanla birleşir. İradenin Davası’nda aşk, sorumluluk doğurur. Var Olmak’ta aşk, artık kişinin kendine yüklediği metafizik bir anlamdır. Topçu için romantizm, ne bir hayalcilik ne de soyut bir duygusallıktır. Onda romantizm, hakikate yönelmiş bir gönlün akılla kurduğu sağlam bir ittifaktır.
O, aşkı yücelten ama aklı küçümsemeyen bir çizgidedir. Ona göre aşk, aklın alternatifidir ama düşmanı değildir. Aşk, aklın tıkanma noktalarında devreye girer. Hakikatin peşinde olan bir akıl, bir noktadan sonra kendini bir uçurumun kıyısında bulur. İşte o uçurumu geçmek için aşk gerekir. Aşk, aklı delip geçen bir ışıktır; ama bu ışık kör bir parıltı değil, yol gösteren bir sezgiyle parlar. Bu nedenle Topçu, aşkı yalnızca duygusal değil; aynı zamanda rasyonel bir tercih olarak da görür. Çünkü aşk, bir iradedir. Sevmek bir duygudan öte, bir kararlılıktır. Sabretmek, katlanmak, vazgeçmek ve yeri geldiğinde feda etmek… Bütün bunlar, aşkın içindeki rasyonel yapıyı ortaya koyar.
Topçu’nun “Reha”sı ve “Taşralı”sı da bu romantik ruhun arayışlarını gösterir. Reha’da gençliğin sancıları, arayışları, yalnızlığı, ama hepsinden önemlisi hakikati istemesi vardır. Taşralı’da ise marjinal gibi görünen bir yalnızlık içinde, yüksek bir isyan ve derin bir irfan barınır. Her ikisi de akılsız değil, sadece alışılmış aklın ötesinde bir kavrayışa sahiptir. Onların aşkı, modern insanın tüketen aşkına benzemez. Onlar, sevdikleri için susarlar, sevdikleri için çekerler, ve sevdikleri için direnmeye razıdırlar.
Bugün aşk, çoğu zaman sadece arzu olarak yaşanıyor. Sezgi, sadece hissetmekle karıştırılıyor. Vecd, gösteriye dönüşüyor. Oysa aşk dediğimiz şey, bir yöneliş ve yükümlülüktür. Sezgi, bilinçli bir içe bakıştır. Vecd ise hesaplı bir heyecan değil, sessiz bir yakarıştır. Modern romantizm, hakikatin izini değil; arzunun gölgesini sürüyor. O yüzden bugünün romantizmi çoğu zaman akılsızlığa, hatta bencilliğe dönüşüyor.
İşte bu nedenle, gerçek romantizm ancak içinde bir rasyonalite taşıyorsa kıymetlidir. Bu rasyonalite, hesap kitap yapan bir akıl değil; sorumluluk yüklenen, fedakârlığa razı olan bir bilinçtir. O aşk, sadece hissedilen değil, taşınan bir yüktür. O sezgi, sadece duyulan değil; yaşanan bir irtibattır. O vecd, sadece sarhoşluk değil; hakikatin eşiğinde susmaktır.
İrrasyonel gibi görünen romantizmin içinde aslında çok derin bir akıl vardır. Ama bu akıl, klasik formüllerle değil; aşkın ateşiyle işler. Bu akıl, secde eden akıldır. Susar ama bilir. Sezer ama unutmaz. Yanar ama yok olmaz. Çünkü o akıl, varlığın özüne aşk ile varır. Ve aşk, kendini aklın şehvetinden kurtaran bir secdeye dönüşür.
Sonuç: Hakikatin Kalbi Akılda, Ruhu Aşktadır
Modern çağın en büyük yanılgısı, romantizmi tamamen irrasyonel bir tepkiselliğe indirgemesidir. Bugün çoğu zaman duygusal olmak, mantıksız olmakla eşdeğer görülür. Oysa duygusallık, eğer kendine dönük değil, hakikate dönükse, bu bir akıl işidir. Kendi nefsini büyüten romantizm, akıldan kopar. Ama kendi varlığını eritip bir hakikate yönelen romantizm, derin aklın habercisidir.
İrrasyonel görünen romantik duyarlılık, eğer hakikate yöneliyorsa o artık irrasyonel değil; aşılmış bir rasyonel hâlidir. Yani akıl; formüllerle değil, ateşle, aşkla, secdeyle yürümesini öğrenirse, romantizmin içindeki cevheri keşfeder.