Anadolu irfanının derinliklerinden süzülüp gelen, atalarımızın devlet yönetimine dair bıraktığı en kadim bilgeliklerden biri olan “Koltuğa Dönmek Baldan Tatlıdır” sözü, aslında modern Türk siyasetinin yazılmamış anayasasının ilk ve en önemli maddesidir. Bu sadece bir deyiş değil, bir kariyer planı, bir yaşam felsefesi ve hatta bazıları için varoluşsal bir zorunluluktur. Bu ilkeyi anlamadan, siyaset arenasındaki pek çok manevrayı, beklenmedik ittifakı ve akıl almaz geri dönüşü çözmek mümkün değildir. Gelin, bu siyasi-gurme fenomenini, balın yapışkan doğası ve koltuğun karşı konulmaz cazibesi üzerinden katman katman inceleyelim.
Birinci Aşama: Balın İlk Tadı ve Bağımlılığın Başlangıcı
Her şey, o ilk zaferle başlar. Milletin vekili, halkın hizmetkarı, şehrin emini olma onuruna erişen taze siyasetçi, ilk defa o meşhur koltuğa oturur. Bu koltuk, sıradan bir mobilya değildir. Kumaşı, halkın umutlarından dokunmuş; ahşabı, asırlık devlet geleneğinden yontulmuştur. Oturduğu an itibarıyla, etrafında bir aura oluşur. Telefonları daha farklı çalar, “Sayın Bakanım”, “Sayın Vekilim”, “Sayın Başkanım” nidaları kulaklarında bir senfoniye dönüşür. Önünde açılan kapılar, arkasında oluşan konvoylar, her dediğini not alan danışmanlar… İşte bu, balın ilk tadıdır. Saf, yoğun ve baş döndürücü bir lezzet.
Bu lezzet, kısa sürede bir alışkanlığa, ardından da şiddetli bir bağımlılığa dönüşür. Siyasetçi, artık sadece görevini yapan bir kişi değil, o koltuğun bir parçasıdır. Koltuğun sunduğu güç, etki ve prestij, damarlarında dolaşan yeni bir kan gibidir. O olmadan kendini eksik, sıradan ve hatta görünmez hissetmeye başlar. Bu, siyaset psikolojisinde Koltuk Bağımlılığı Sendromu olarak bilinen, ancak henüz resmi tıp literatürüne girmemiş ciddi bir durumun başlangıcıdır.
İkinci Aşama: Koltuksuzluk Sendromu ve Acı Gerçekle Yüzleşme
Ancak her güzel rüyanın bir sonu vardır. Seçim kaybedilir, parti içi dengeler değişir, kabine revizyonu gelir veya görev süresi dolar. O büyülü koltuk, bir anda altından çekiliverir. İşte o an, balın bittiği ve siyasetçinin acı gerçekle yüzleştiği andır. “Koltuksuzluk Sendromu”nun en ağır belirtileri bu dönemde ortaya çıkar:
Fantom Konvoy Etkisi: Eski siyasetçi, trafikte sıkıştığında içgüdüsel olarak eskort veya çakar lambası arar, ancak bulamayınca derin bir hayal kırıklığı yaşar. Kendi kullandığı arabada kırmızı ışıkta beklemek, varoluşsal bir sorgulamaya neden olabilir.
Sessiz Telefon Krizi: Bir zamanlar susmak bilmeyen o telefon, artık sadece kampanya mesajları için çalar. Arz ederim sayın bakanım ya da hemen ilgileniyorum sayın vekilim diyen kimse kalmamıştır. Bu sessizlik, bir zamanların gürültülü alkışlarından daha sağır edicidir.
Eski Sıfatının Ağırlığı: Toplum içinde artık Bakan veya Vekil değil, Eski Bakan veya Eski Vekil olarak anılmaya başlar. Bu eski kelimesi, ruhunda bir antika eşya muamelesi görmenin burukluğunu bırakır.
Görünmez Adam Sendromu: Eskiden girdiği her yerde ayağa kalkan kalabalıklar, şimdi onu fark etmeyebilir. Bürokrasinin koridorlarında artık yol açın nidaları duyulmaz. Bu, bir zamanlar evrenin merkezi olduğunu düşünen biri için katlanılması zor bir durumdur.
Bu semptomlarla boğuşan siyasetçi için hayat, tatsız tuzsuz bir hal alır. Yediği yemekten, içtiği çaydan keyif alamaz. Çünkü bilir ki, hiçbir lezzet, o baldan, yani koltuğun getirdiği güç ve itibardan daha tatlı değildir. İşte bu yoksunluk, geri dönüş ateşini körükleyen en büyük yakıttır.
Üçüncü Aşama: Geri Dönüş Operasyonu- “Bal Tadını Unutamadım”
Yoksunluk döneminin ardından, siyasetçinin ruhunda ve zihninde tek bir hedef belirir; O bala, o koltuğa geri dönmek! Bu aşama, titizlikle planlanmış bir halkla ilişkiler ve strateji operasyonudur. Genellikle şu adımları içerir:
Halkın Arasına Karışma Turnesi: Bir anda siyasetçimizi yerel pazarlarda esnafın derdini dinlerken, kahvehanelerde emeklilerle okey oynarken, köy meydanlarında yaşlı teyzelerin elini öperken görürüz. Kameralar, bu doğal anları ölümsüzleştirmek için her zaman doğru yerdedir. Mesaj açıktır: “Ben sizden biriyim ve acılarınızı anlıyorum (çünkü koltuksuzluğun ne demek olduğunu en iyi ben bilirim).”
Tecrübemle Hizmete Hazırım Demeci: Televizyon kanallarında veya gazete röportajlarında, aslında hiç niyetinin olmadığını ama “ülkenin içinde bulunduğu bu zor durumda, milletin ısrarlı talebi üzerine” tecrübesini ve birikimini yeniden halkın hizmetine sunmaya “mecbur kaldığını” açıklar. Bu fedakârlık gösterisi, geri dönüş arzusunu ulvi bir görev maskesiyle gizleme sanatıdır.
Stratejik Hafıza Kaybı: Görevdeyken aldığı eleştirileri, sebep olduğu tartışmaları ve verdiği tutulmamış sözleri tamamen unutur. Geçmiş, sisli bir perdenin arkasına itilir. Önemli olan, yeni ve temiz bir sayfa ve parlak bir gelecek vaadidir.
Yeni Vizyon Lansmanı: Aslında eski fikirlerin biraz cilalanmış ve yeni moda kelimelerle (sürdürülebilirlik, inovasyon, dijital dönüşüm vb.) süslenmiş halinden başka bir şey olmayan yeni vizyonunu kamuoyuna sunar. Amaç, durağan değil, kendini yenileyen bir lider imajı çizmektir.
Bu süreçte siyasetçi, adeta balını kaybetmiş bir arı gibi, o kovanı, o koltuğu bulana kadar durmadan çalışır. Çünkü bilir ki, siyasi varoluşun tek anlamı, o kovana geri dönmektir.
Objektif Bir Gözle: Neden Bu Döngü Kırılmıyor?
Bu hicivli tablonun arkasındaki objektif gerçekler de oldukça düşündürücüdür. Türk siyasetinde bu döngünün bu kadar güçlü olmasının birkaç temel nedeni vardır:
Lider Odaklı Siyaset: Siyasi partiler, genellikle güçlü liderler ve onların etrafında kümelenmiş sadık kadrolar üzerine kuruludur. Bu yapı, liderin veya önemli figürlerin siyaset sahnesinden çekilmesini zorlaştırır. Onların gidişi, bir güç boşluğu ve dağılma riski yaratır.
Siyasetin Finansmanı ve Güç İlişkileri: Siyaset, sadece bir kamu hizmeti değil, aynı zamanda karmaşık bir güç ve çıkar ağıdır. Aktif siyasette kalmak, bu ağın içinde kalmak anlamına gelir. Sahneden çekilmek ise bu gücü ve etkiyi kaybetmektir. Geri dönüş, sadece kişisel bir ego tatmini değil, aynı zamanda bu ağları yeniden canlandırma çabasıdır.
Seçmenin Hafızası ve Beklentisi: Türk seçmeni, bir yandan yenilik talep ederken, diğer yandan tanıdık yüzlere ve test edilmiş liderlere güvenme eğilimi gösterebilir. Bildiğimiz şeytan, bilmediğimiz melekten iyidir mantığı, eski siyasetçilerin geri dönüşüne zemin hazırlar. Siyasetçilerin halkın arasına karışma turları, bu nabzı çok iyi ölçtüklerini gösterir.
Sivil Toplum ve Kurumsal Hafıza Zayıflığı: Türkiye’de siyaset dışı kariyer yollarıveya siyaset sonrası saygın emeklilik mekanizmaları (düşünce kuruluşları, üniversiteler vb.) Batı’daki kadar gelişmemiştir. Bir bakan veya vekil için siyaset sonrası hayat, genellikle bir boşluk anlamına gelir. Bu nedenle, tek bildikleri ve var olabildikleri alana, yani siyasete dönmek en rasyonel seçenek gibi görünür.
Sonuç: Kısır Döngü mü, Tatlı Bir Gelenek mi?
Sonuç olarak, “Koltuğa Dönmek Baldan Tatlıdır” sözü, Türk siyasetinin hem komik hem de düşündürücü bir özetidir. Bir yanda, kişisel hırsların ve ego savaşlarının beslediği, asla bitmeyen bir güç arayışını hicveder. Diğer yanda ise, siyasi sistemimizin yapısal sorunlarına, lider kültüne ve seçmen psikolojisine dair objektif ipuçları verir.
Siyasetçilerimiz, bal tadını unutamayan gurmeler gibi, o lezzetli koltuğun etrafında dönüp durmaya devam edeceklerdir. Biz seçmenlere düşen ise, önümüze konan bu balın içeriğini, tazeliğini ve son kullanma tarihini iyi kontrol etmektir. Aksi takdirde, aynı tatları tekrar tekrar denediğimiz, asla yeni bir lezzet keşfedemediğimiz bir siyasi menüye mahkûm kalabiliriz. Ne de olsa, bazen en tatlı görünen bal bile, aslında sadece yapışkan bir alışkanlıktan ibaret olabilir. Ve unutmamak gerekir ki, siyasette koltuklar geçici, ancak o koltuk için verilen mücadele her zaman kalıcıdır.