Dönemin Koşulları Geçmişteki Haksızlıkları Meşrulaştırır mı?

By Özgür Kanbir

Dönemin Koşulları Geçmişteki Haksızlıkları Meşrulaştırır mı?

By: Özgür Kanbir

Tarih, sadece geçmişi anlatmak değil, aynı zamanda günümüz toplumlarının geçmişe yönelik sorularına da cevap vermek için yazılır. Bu nedenle tarihsel metodoloji, geçmişi doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak için kritik bir rol oynar. Geçmiş olayları kendi dönemlerinin koşulları içinde değerlendirme ve bu değerlendirmenin geçmişteki yanlışları mazur gösterip göstermediği önemli bir sorudur. Tarihsel yanlışları kendi zamanlarının normlarına göre bağlamsallaştırmak onları meşrulaştırabilir veya mazur kılabilir mi? Dönemin koşulları, yapılan insan hakları ihlallerini görmezden gelmemize neden olabilir mi?

Bu sorular bağlam, presentizm ve anakronizm kavramlarını içerir. Diğer yandan, evrensel, zamanlar ötesi değerlerin var olup olmadığı da bu tartışmada önem taşır. Tarih, insanlığın geçmişini anlamak, bugünü yorumlamak ve geleceğe ışık tutmak için vazgeçilmez bir disiplindir. Ancak tarih yazımı ve yorumu kendine özgü metodolojik zorluklar barındırır. Bu tartışmalardan biri anakronizmdir. Anakronizm, bir olayın olduğu döneme uygun olmayan kavram, değer veya bakış açılarının geçmişe yüklenmesi anlamına gelir. Tarihçiler genellikle anakronik yargılara karşı uyarıda bulunur, bunun yerine bağlamsallığı önerirler.

Bağlamsallık, tarihsel olayları onların yaşandığı zamansal ve kültürel çerçeve içinde değerlendirmek demektir. Yani geçmişteki olayları incelerken dönemin koşullarına ve bağlamına dikkat etmek gerekir. Ancak bu durum önemli bir etik ikilemi de beraberinde getirir: Geçmişteki büyük haksızlıkları, adaletsizlikleri kendi dönemlerinin standartlarına göre değerlendirmek onları mazur görme anlamına mı gelir? Yoksa olayları günümüz değerleriyle ele alıp geçmişteki hatalardan ders çıkarmak mı daha doğrudur?

Tarihçiler, mevcut inançları veya bilgileri geçmişe yansıtmaktan kaçınmak için olayları, fikirleri ve bireyleri kendi çağları içinde konumlandırmanın önemini vurgularlar (Tosh, 2015). Bu yaklaşım, toplumların zaman içinde farklı normlara, değerlere ve dünya görüşlerine evrildiğini kabul eden bir anlayışa dayanır (Carr, 1961).

Anakronizm, en genel tanımıyla bir olayın tarihî ve mekânsal bağlamının yanlış anlaşılmasıdır. Bu yanılgı sadece nesnel bilgilerle sınırlı kalmayıp kavramlar, bakış açıları ve zihniyetler söz konusu olduğunda da ortaya çıkabilir (Öztürk, 2011). Anakronizm hatası tarih biliminde yaygın biçimde kınanır çünkü geçmişin doğru anlaşılmasını çarpıtır. Örneğin Ortaçağ feodal sistemlerini çağdaş demokratik standartlara göre değerlendirmek, tarihi çarpık yorumlama sonucuna yol açar (Jordanova, 2006). Tarih yazımında sıkça karşılaşılan bu hata, tarihsel olayların kendi gerçek zaman ve mekanlarından koparılarak farklı bir çerçeveye oturtulması olarak da değerlendirilebilir.

Bu bağlamda tarihçinin görevi, geçmişi kendi bağlamında anlamak ve yorumlamak olmalıdır. Yani tarihçi, geçmişte işlenen eylemleri günümüz değer yargılarıyla yargılamak yerine, o dönemin koşulları, değerleri ve dinamikleri içinde değerlendirmelidir (Yılmaz, 2019). Anakronizm, tarihçinin geçmişe kendi döneminin penceresinden bakması; bugüne ait kavram ve bakış açılarının geçmişe mal edilmesi anlamına gelir ve bu, tarihî olgu ve kişilerin yanlış değerlendirilmesi tehlikesini doğurur. Tarihçi bu tehlikenin farkında değilse ve düşmemek için gereken dikkati göstermezse, kaçınılmaz olarak anakronik yorumlar üretecektir (Öztürk, 2011).

Bağlamsallaştırma ise presentizm denen, günümüz fikirlerinin veya bakış açılarının geçmişe anakronik biçimde uygulanmasına karşı bir koruma işlevi görür (Evans, 1997). Dolayısıyla tarihçinin görevi, kendi çağlarında yaşayan insanların eylemlerini ve kararlarını şekillendiren zihniyetleri, kurumları ve koşulları yeniden inşa etmektir. Tarihçinin ideolojik önyargılarla geçmişi çarpıtması da anakronik yorumlara yol açar; bu tür tarih yazımlarına bilimsel değer verilemez, birer propaganda ürünü olarak görülmelidir.

Anakronizm sorunu, presentizm ile doğrudan ilişkilidir. Presentizm, bugünün ihtiyaçlarının, sorunlarının ve değerlerinin tarih yazımına yansımasıdır. İtalyan filozof ve tarihçi Benedetto Croce’ye göre her tarih eseri aslında yazıldığı dönemi anlatır; tarihte yer alan olaylar, yazıldığı günün ihtiyaçlarıyla bağlantılıdır. Fransız tarihçi Lucien Febvre ise tarihin geçmişin olaylarını bugünün ihtiyaçlarına göre seçip düzenlediğini belirtir; yani tarih, bugün için geçmişi yeniden inşa eder. Tosh’un ifadesiyle bu bir paradokstur ama bütün tarih araştırmaları bir şimdiki zaman endişesi taşır (Öztürk, 2011).

Buna karşın, presentizm sadece kaçınılmaz değildir; bazı tarihçiler olumsuz bir tutum olarak değil, metodolojik bir gereklilik olarak da görür. Leopold von Ranke (1795-1886) gibi tarihçiler, tarihin “gerçekten olduğu gibi” (Almanca wie es eigentlich gewesen) anlaşılması gerektiğini vurgularlar. Bu yaklaşıma göre tarihçiler, modern etik ölçütlerini geçmişe dayatmadan, geçmişin zihniyetini, kurumlarını ve toplumsal normlarını yeniden inşa etmelidir (Iggers, 2012).

Metin Kunt (1995: 104) da tarihçinin ‘değişim’ olgusunu her zaman göz önünde bulundurması gerektiğini vurgular: “Tarihçinin kendi çağının anlayışını ve kavramlarını incelediği tarihi döneme mal etmesi, tarihin değişim demek olduğunu unutmaktır. Yani, belirli bir dönem için geçerli olan kavramlar başka bir dönem için geçerli olmayabilir. Sadece bugün ile geçmiş arasında değil, geçmişin farklı dönemleri arasında da farklılıklar vardır” (akt. Öztürk, 2011). Tarih yazımında anakronizm, incelenen döneme yabancı kavramlar, değerler veya yargılar tarihsel öznellere empoze edildiğinde ortaya çıkar (Grafton, 2006). Bu çarpıtma tarihsel aktörlerin niyetlerini ve dönemlerinin gerçeklerini yanlış temsil etme riskini taşır.

Yine de anakronizmden kaçınmak tüm ahlaki yargıları askıya almak anlamına gelmez. Tarihçiler genel olarak açıklamanın aklama olmadığı konusunda hemfikirdir (Megill, 2007). Örneğin köleliğin, sömürgeciliğin ya da soykırımın gerçekleştiği dönemi anlamak; bu uygulamaların neden mümkün olduğunu ya da kabul gördüğünü göstermeye yardımcı olur, fakat bu eylemleri haklı çıkarmaz. Carr’ın vurguladığı gibi, bir tarihçi bireysel bir köle sahibi hakkında kişisel yargıda bulunmasa da bir toplumu köleci bir düzen olarak reddetmekten geri duramaz (Carr, 1961: 89). Samuel Moyn’un (2014) belirttiği gibi, “Anlamak ille de göz yummak değildir.” Yani bağlamsallaştırma, insanların niçin böyle davrandığını anlama kapasitesi kazandırsa da işlenen eylemlerin otomatik olarak mazur görülmesi anlamına gelmez.

Geçmişi kendi koşullarında değerlendirmek, geçmişteki yanlışları mazur göstermek anlamına gelmez. Aksine bu yaklaşım, hataların nasıl ve niçin ortaya çıktığını anlamamıza olanak tanır; bu da benzer hatalardan gelecekte kaçınmak için önemlidir. Bazı tarihçiler “çifte perspektif” adını verdikleri bir yaklaşımı savunur: Tarihsel aktörlerin bağlamlarını kabul ederken, aynı zamanda günümüz etik standartlarına göre de eleştirel bir mesafe korumak gerektiğini söylerler (Appleby, Hunt ve Jacob, 1994). Bu yöntem, tarihçilerin basit ahlakçılıktan kaçınmalarını sağlarken bir yandan da mazur görülemez olanı mazur göstermekten alıkoyar; böylece ahlaki bilinçteki tarihî değişimi de fark etmelerini mümkün kılar.

Elbette eleştirmenler, katı bir bağlamsallık yaklaşımının kölelik, sömürgecilik veya soykırım gibi zulümlerin kendi dönemlerinde “normal kabul edilebilir” olduğu izlenimi yaratarak bunları göreceleştirme riski taşıdığını savunur (Evans, 1997). Bu nedenle ılımlı bir anti-presentizm tutumu benimsenmelidir; yani presentizmin meşru ve yanlış kullanımı arasında ayrım yapabilmek gerekir (Öztürk, 2011).

Kölelik örneğine baktığımızda, antik Yunan ya da 18. yüzyıl Amerika’sı gibi birçok toplumda kölelik yasal ve yaygın olmasına rağmen tarihçiler köleliği mazur göstermeden o dönemin ekonomik ve toplumsal bağlamında anlamaya çalışır. Modern akademik çalışmalar genellikle bu noktada anlayış ile ahlaki eleştiri arasında bir denge kurar (Davis, 2006). Benzer şekilde, sömürgecilik tarihleri hem emperyal güçlerin zihniyetlerini hem de sömürgeleştirilen halkların yaşadığı acıları incelemeye çalışır. Buradaki amaç, sömürgeci şiddeti “dönemin standartları” doğrultusunda haklı çıkarmak değil, bu şiddetin nasıl ve neden ortaya çıktığını açıklamaktır (Conrad, 2016).

Özetle, tarihsel olayları kendi bağlamları içinde değerlendirmek sorumlu bir tarih bilimi için gereklidir. Bu tutum, anakronizm ve aşırı presentizm tuzaklarından korur. Ancak bu metodolojik duruş, geçmişte işlenen bütün haksızlıkları mazur görmek anlamına gelmez. Aksine, bağlamsallaştırma hem empati hem de eleştirel bakış için alan yaratan dengeli bir anlayış sunar. Bağlamsallaştırma ile ahlaki yargı birbirini dışlamaz; yansıtıcı bir tarih yöntemi her ikisini birlikte dikkate alır.

Marc Bloch (1953) gibi tarihçiler de tarihsel bağlamı anlamanın geçmişteki eylemleri onaylamak anlamına gelmediğini; aksine, bu eylemlerin neden meydana geldiğini açıklamaya hizmet ettiğini belirtirler. Bazı eylemler ise dönemin şartlarına hapsedilemez.

Tzvetan Todorov (2001) gibi düşünürler, tarihsel bağlamdan bağımsız olarak bazı eylemlerin (örneğin soykırımın) evrensel olarak kınanabileceğini savunmuştur. Bağlamsalcı görüş, antik çağdaki köleliği toplumun ekonomik ve sosyal yapısına gömülü görür (Finley, 1980), oysa Orlando Patterson (1982) gibi eleştirmenler, köleliğin ne kadar yaygın olursa olsun her zaman ahlaki bir vahşet olduğunu ileri sürer. Yine benzer şekilde, bağlamsalcılara göre sömürgeci güçler 19. yüzyılda “medenileştirme misyonu” ideolojisiyle hareket etti (Said, 1978); buna karşılık postkolonyal eleştirmenler, hangi gerekçelerle olursa olsun sömürü ve şiddetin her zaman yanlış olduğu görüşünü savunur (Fanon, 1961).

Öte yandan kimi araştırmacılar ise bazı eylemlerin tarih ötesi olduğu görüşündedir; yani bu eylemler kendi çağlarında da yanlış sayılmıştır. Örneğin David Lowenthal (1985), tarihçilerin presentizme dikkat etmeleri gerektiğini söylerken, etik eleştiriyi tümüyle bırakmamaları gerektiğini vurgulamıştır. İnsanın kadim ve temel değerleri vardır: adalet, masum bir insanın yaşamına kastetmeme, merhamet, hakikat, saygı, onur, özgürlük ve yaşam hakkı gibi değerler tarihin her döneminde insan olmanın özsel nitelikleri olarak kabul edilmiştir. Bu değerler belirli bir dönemin mutlak kural setleri olmayıp, geçmişten günümüze varlığını sürdüren evrensel insani değerlerdir.

Sonuç olarak, tarihçiler anakronik yargılardan kaçınmak zorundadır ama bağlamsallaştırma yöntemi ahlaki temize çıkarma olarak kullanılmamalıdır. Asıl zorluk şudur: Geçmişte işlenen, yaşam hakkı, adalet ve özgürlük gibi temel etik ilkeleri ihlal eden olaylar, günümüzde de eleştirilebilmelidir; aksi takdirde geçmişte yaşanmış her türlü insan hakları ihlali günümüz perspektifinde meşrulaştırılabilir hale gelecektir.

Başka bir deyişle, tarihsel olayları kendi evrensel insani değerlerimizden tamamen bağımsız olarak yorumlamak imkânsızdır. Bağlamsallaştırma, geçmişte olup bitenleri anlama çabasıdır; fakat bu anlayış, insani değerler temelinde eleştirel bir bakışı dışlamaz. Bu dengeli yaklaşım, geçmişten ders çıkarmanın ve gelecekte benzer hataların tekrar edilmemesinin temelini oluşturur.

Kaynakça

Appleby, J., Hunt, L. & Jacob, M. (1994). Telling the truth about history. W.W. Norton.

Bloch, M. (1953). The historian’s craft. Manchester University Press.

Carr, E. H. (1961). What is history? Penguin Books.

Conrad, S. (2016). What is global history? Princeton University Press.
https://doi.org/10.23943/princeton/9780691168643.001.0001

Davis, D. B. (2006). Inhuman bondage: The rise and fall of slavery in the New World. Oxford University Press.

Evans, R. J. (1997). In defence of history. Granta Books.

Fanon, F. (1961). The wretched of the earth (R. Philcox, Çev.). Grove Press. (Orijinal çalışma 1961’de yayımlandı)

Finley, M. I. (1980). Ancient slavery and modern ideology. Chatto & Windus.

Grafton, A. (2006). What was history? The art of history in early modern Europe. Cambridge University Press.

Iggers, G. G. (2012). Historiography in the twentieth century: From scientific objectivity to the postmodern challenge (2. baskı). Wesleyan University Press.

Jordanova, L. (2006). History in practice (2. baskı). Bloomsbury Academic.

Lowenthal, D. (1985). The past is a foreign country. Cambridge University Press.

Megill, A. (2007). Historical knowledge, historical error: A contemporary guide to practice. University of Chicago Press.

Moyn, S. (2014, Yaz). Judging the past. Dissent Magazine. https://www.dissentmagazine.org/article/judging-the-past

Öztürk, İ. H. (2011). Tarih öğretiminde anakronizm sorunu: Sosyal bilgiler ve tarih ders kitaplarındaki kurgusal metinler üzerine bir inceleme. Journal of Social Studies Education Research, 2(1), 37-58. https://dergipark.org.tr/tr/pub/jsser/issue/19102/202826

Patterson, O. (1982). Slavery and social death: A comparative study. Harvard University Press.

Said, E. W. (1978). Orientalism. Pantheon Books.

Todorov, T. (2001). The fragility of goodness: Why Bulgaria’s Jews survived the Holocaust (A. Denner, Çev.). Princeton University Press.

Tosh, J. (2015). The pursuit of history (6. baskı). Routledge.

Yılmaz, H. (2019). Tarih metodu açısından olayın tanımı ve izahı. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 6(5), 42-73. https://dergipark.org.tr/tr/pub/atdd/issue/51263/669870

Yorum yapın