Zaman… İnsanlık tarihinin belki de en eski, en gizemli kavramlarından biri. Her gün deneyimlediğimiz fakat tam olarak ne olduğunu anlamadığımız bir kavram. Fizikçiler, filozoflar, hatta ilahiyatçılar bile bu gizemi çözmeye çalışmış. Günlük hayatımızdaki her şeye tesir etmiş.
Buna rağmen hala çözülememiş bir bilmece. Öyle ki; bazı bilim insanları ve düşünürler, “Zaman gerçekten var mı?” diye sorgulamaktadır. Bunun en büyük nedenlerinden biri zihnimizin zamanın doğasını anlamakta oldukça zorlanmasıdır.
Örneğin, zamanın bir başlangıcı ya da sonu olup olmadığını hayal etmemiz bile neredeyse imkânsızdır. Çünkü gerçeklik algımız, nesnelerin belli bir yerde ve belli bir zamanda var olmasına dayanmaktadır. Ancak zamanı da bu şekilde somutlaştırmaktayız.
Tarih boyunca zaman anlayışımız kültürlere ve bilime göre şekillenmiştir. Antik uygarlıklar, zamanı döngüsel olarak görmüşlerdir. Mısırlılara göre; Nil Nehri’nin taşması ya da mevsimlerin oluşması zamanın çember gibi döndüğünü göstermekteydi. Doğum, ölüm ve yeniden doğum da bu döngünün bir parçasıydı (Castelli, 2015; Lobo, 2007).
Sonra ünlü bir fizikçi olan Newton geldi ve zamanın tüm evrende aynı hızla ilerleyen düz bir çizgi olduğunu iddia etmiştir. Bu anlayış, bilim dünyasında uzun süre egemen olmuştur. (Hala bir çok kişide öyle olduğunu zannetmektedir)
Modern fizik ise zaman konusuna biraz farklı bir açıdan yaklaşmayı başarabilmiştir. Termodinamiğin ikinci yasasını, yani entropiyi zamanı açıklamada kullanmıştır. Bu yasa, evrendeki düzensizliğin sürekli arttığını ve bu nedenle zamanın hep ileriye aktığını savunmuştur (Sia, 2014). Buna da “zamanın oku” (arrow of time) demiştir.
Derken 20. yüzyılda Einstein sahneye çıkmış ve görelilik teorisiyle her şeyi değiştirmiştir. Ona göre zaman, mekânla birlikte dört boyutlu bir yapıyı oluşturmaktadır. Yani zaman algılananın aksine sabit değildir. Yerçekimi ve hareketle (hız) değişebilmektedir. Örneğin, uzayda hızlı hareket eden bir astronot için zaman, Dünya’daki birine göre daha yavaş akmaktadır. Yâda kütlesi ağır bir cismin yanında duran biri için zaman görece daha yavaş akmaktadır.
Bu teoriler çeşitli deneylerle test edilmiş ve Einstein haklı çıkmıştır. Zaman kesinlikle mutlak bir şey değildir. Zaman, sadece kime ve nasıl baktığına göre değişebilen bir algıdan ibarettir. Bu da bizi, zamanla ilgili doğal kabul ettiğimiz pek çok şeyi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu sorgulamalardan biri de zamanın yönüdür.
Zamanı düz bir çizgi gibi algılamamız, günlük hayatımızı düzenlemek için aslında oldukça kullanışlıdır. Ama yine de aklımızda şu soru takılmaktadır. “Zaman neden sadece ileriye doğru akmaktadır?”. Klasik fiziğin yasalarına bakarsak, zamanın aslında ileriye doğru akması kadar geriye akması da mümkündür. Ama deneyimlediğimiz gerçeklikte zaman hep ileri gitmekte ve geriye sarmamız (en azından şuan için) mümkün değildir. Bu da bizi çözülmesi gereken derin bir çelişkiyle baş başa bırakmaktadır.
Zamanın tek yönlü ilerleyişi, nedensellik kavramıyla da yakından ilgilidir. Yani bir şeyler olur ve ardından başka bir şeyler gerçekleşir. Biz buna neden → sonuç ilişkisi deriz. Mesela, bir taşı suya attığımızda önce taş düşer, sonra su dalgalanır. Ama kuantum fiziği bu düz mantığı da zorlamaya başlamıştır. “Retro-nedensellik” ismini verdiği bir kavramla, sonuçların nedenlerden önce gerçekleşebileceğini bulmuştur.
Yani bir olayın nedeninin, gelecekte yaşanacak bir şeye bağlı olabileceğini ifade etmektedir. Basit bir örnekle, aslında arabayı hızlı sürdüğümüz için kaza yapmıyoruz, sanki kaza yapacağımız için hızlı araba sürüyoruz gibi. Bu anomaliyi destekler nitelikte birçok deney yapılmakta ve yapılmış durumdadır. Bu da özgür irade, kader gibi felsefi tartışmalara kapı aralamaktadır.
Kısacası, zamanı anlamaya çalıştıkça daha çok şaşırıyoruz. Her bilimsel gelişme bize zamanla ilgili yepyeni sorular sormamıza neden olmaktadır. Sanki bir film izliyoruz. Başı belli, sonu belli. Biz sadece “play” tuşuna basılan anı algılıyoruz. Filmi ileriye sarsak da, geriye alsak da son değişmiyor gibi. Yani sadece nedenleri yaşıyoruz. Sonuçlar ise çoktan belli. Bu bana klasik bir tabiri hatırlattı. “Alnımıza ne yazıldıysa o”. 🙂
Not 1: Burada ifade edilen tüm bulgular bilimsel çevrelerce klinik deneylerle test edilmiştir.
Not 2: Konu karmaşık ve uzun, kelime kullanma hakkı ise kısıtlı. Bu nedenle zamanla ilgili çoklu evren teorileri, ilahiyat alanını ve bazı bilimsel teorilere değinilememiştir.
Not 3: Kız evlat bekleyenler için “Zaman” ismi güzel bir tercih olabilir bence. Şimdilik ben balığımın adını “Zaman” koyabildim. 🙂
Not 4: Bu metin, siyaset ve futbol gibi kısır döngüde ilerleyen tartışmalardan uzaklaşmak için oldukça işlevsel bir konudur. Daha derin araştırmalar, ilginizi cezbedecek başka konuları aralayacaktır. Ruh sağlımız için lütfen bilime ilgi duyalım. 🙂
Referanslar
Castelli, A. (2015). On Western and Chinese conception of time: A comparative study. Philosophical Papers and Review, 6(4), 23. https://doi.org/10.5897/ppr2015.0119
Lobo, F. S. N. (2007). Nature of time and causality in physics. arXiv. https://doi.org/10.48550/arxiv.0710.0428
Sia, P. D. (2014). Looking at the dimension of time among science, psychology and everyday reality. International Letters of Social and Humanistic Sciences, 42, 146. https://doi.org/10.18052/www.scipress.com/ilshs.42.146