Demokrasinin Anatomisi Türk Demokrasisi Lekeli midir?

By Akademiyet

Demokrasinin Anatomisi Türk Demokrasisi Lekeli midir?

By: Akademiyet

Bahadır Hamza DEMİR*

Bu kitap, ilk ciltteki “lekeli demokrasi” kavramsal çerçevesini Türkiye özelinde uygulamalı bir incelemeye dönüştürmektedir. Yusuf Çifci, Demokrasinin Anatomisi Cilt 2’de temel olarak “Türk demokrasisi lekeli midir?” sorusuna yanıt aramaktadır. Bu soruya cevap ararken Türkiye’de demokratik düzenin tarihsel ve toplumsal özelliklerini mercek altına alır ve birinci ciltte tanımlanan “lekeler”in Türk demokrasisindeki karşılıklarını tespit etmeye çalışır.

Çifci’ye göre, diğer pek çok ülke gibi Türkiye’de de demokrasi derin bir kriz içindedir ve bu kriz, Türk demokrasisinin yapısal bazı sorunlarından kaynaklanmaktadır. Yazar, Türk demokrasisinin “lekeli” olmasına yol açan başlıca nedenleri birkaç temel başlık altında toplar. Bunların ilki, Türkiye’de cumhuriyet ile demokrasi kavramlarının sık sık birbirine karıştırılmasıdır. Yazar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideallerinin demokratik bir toplum hedeflese de tarihsel pratikte “cumhuriyet” kavramının çoğu zaman demokrasiyle eş tutulup sorgulanmadan yüceltilmesinin, gerçek demokrasi bilincinin gelişimini gölgelediğini savunur. Halk egemenliği ve çoğulculuk yönleri zayıf kalan, sadece formel olarak seçimlere dayalı bir düzenin tam demokrasi sayılamayacağını vurgular.

Cumhuriyet rejimi, her ne kadar monarşiye karşı halkın yönetime katılımını öngören bir modelse de yazarın altını çizdiği üzere, demokrasi bilinci yerleşmedikçe cumhuriyetin demokratik içerikle doldurulması mümkün olmamıştır. Bu nedenle ikinci önemli sorun, Türkiye’de demokrasi bilincinin yeterince yerleşmemiş olmasıdır. Çifci, toplumda birey hak ve hürriyetlerinin, katılımcı yurttaşlık bilincinin ve çoğulculuk kültürünün tam manasıyla kök salmadığını ileri sürer. Eğitimin, medya söyleminin ve siyasi kültürün, demokratik değerleri içselleştirmekten uzak oluşu; geniş kitlelerin demokrasiyi sadece sandığa indirgenen bir prosedür olarak görmesine yol açmıştır. Bu yüzeysel demokrasi anlayışı, derinlikli bir demokratik kültür oluşmasına engeldir ve bu da Türk demokrasisini “lekeli” kılan etkenlerden biridir.

Yazarın dikkat çektiği bir diğer nokta, Türk aile yapısının bazı anti-demokratik öğeler taşımasıdır. Aile, bir toplumun en küçük yapı taşı ve ilk eğitim ortamıdır; dolayısıyla aile içi ilişkiler ve değerler, bireylerin otoriteyle ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerin temelini oluşturur. Çifci, geleneksel Türk ailesinde sıklıkla görülen otoriter ebeveyn tutumlarının, itaat kültürünün ve cinsiyetçi rol dağılımlarının, demokratik bir kişilik gelişimini zorlaştırdığını belirtir.

Örneğin, aile içinde çocukların fikirlerini özgürce ifade edememesi, karar süreçlerine hiç dahil edilmemesi, sadece büyüklerin sözünün geçerli olması gibi yaygın uygulamalar, bireylerde demokrasiye dair yanlış bir algı yerleştirmektedir. Böyle bir ortamda büyüyen birey, ileride ne kendi hakkını savunma konusunda bilinçli olur, ne de başkalarının haklarına saygı gösterme gerekliliğini içselleştirir. Yazar, Türk aile yapısındaki bu hiyerarşik ve kimi zaman baskıcı özelliklerin, toplum genelinde demokratik kültürün gelişmesine ket vurduğunu ve bunun da demokrasiye içkin bir “leke” olarak görülmesi gerektiğini vurgular.

Çifci’nin analizine göre Türk demokrasisini lekeli hale getiren başka unsurlar da mevcuttur. Türkiye siyasal hayatında “geçmişle hesaplaşma” eğiliminin sürekliliği, demokrasinin geleceğe yönelik gelişimini sekteye uğratmaktadır. Siyasi aktörlerin ve toplumsal grupların, tarihsel anlaşmazlıkları ve kimlik meselelerini sürekli gündemde tutarak uzlaşmadan ziyade kutuplaşmayı körüklemesi sonucu, böylece demokratik kurumların sağlıklı işlemesinin zorlaştığı dile getirilir. Ayrıca Türk demosunun herkesi kapsamaması, yani “halk” kavramının homojen ve dışlayıcı bir şekilde ele alınması da önemli bir sorundur.

Toplumsal gruplardan bazılarının mutlak anlamda ayrıcalıklı konumda olması (örneğin çoğunluk gruplarının veya elit kesimlerin siyasal ve ekonomik ayrıcalıkları), buna karşın bazı grupların sistematik olarak dışlanması, ülkedeki eşit vatandaşlık ilkesine gölge düşürmektedir. Çifci, herkesin politik ağırlığının eşit olmamasının, farklı görüş ve kimlikteki kesimlerin karar alma süreçlerine katılımının sınırlı kalmasının demokrasiye ciddi zarar verdiğini ifade eder. Bu durum, birinci ciltte teorik olarak ele alınan “ben-öteki” dengesi ile “yöneten-yönetilen” dengelerinin Türkiye’de tam manasıyla kurulamadığının bir göstergesidir.

Yazar, Türkiye’de demokratik sistemin güçlü bir şekilde işlemesine mâni olan denge bozukluklarını tek tek ele alır. Birinci ciltte vurgulanan “benlik-ötekilik, yöneten-yönetilen, eşitlik-özgürlük, kadın-erkek” gibi ikili değerler dengesinin, Türkiye örneğinde ciddi biçimde sarsıldığını belirtir.

Özellikle birey-toplum-devlet üçgeninde, devlet ve toplum lehine aşırı ağırlığın oluştuğu bireysel hakların geri planda kaldığı; erkek-kadın ilişkisinde ataerkil kalıpların halen güçlü olduğu; yöneten-yönetilen ilişkisinde ise iktidarın hesap verebilirliğinin zayıf kaldığı saptamalarını yapar. Bu dengesizliklerin bütünü, Türk demokrasisinin önerilen ideal denge hâlinden oldukça uzakta olduğunu gösterir niteliktedir. Çifci’ye göre bu dengesizlikler, Türk demokrasisini lekelemekte ve eğer giderilmezse bir “demokrasi patlaması” (ani ve kaotik bir çözülme) riskini de beraberinde getirmektedir.

İkinci cilt, yöntem olarak Türk demokrasisinin sorun alanlarını tıpkı bir vaka çalışması gibi analiz eder ve sonunda genel bir yargıya varır. Kitap boyunca yapılan tartışmalar neticesinde Yusuf Çifci, Türk demokrasisinin bir Lekeli Demokrasi olduğu tespitine ulaşır. Bu tespit, bir yandan mevcut durumu eleştirel bir bakışla ortaya koyarken diğer yandan geleceğe dönük uyarılar içerir. Zira yazar, lekeli demokrasilerin “bomba gibi” patlayıcı bir karakter taşıdığını hatırlatarak, Türkiye’de olası bir demokrasi patlamasının yaşanmaması için şimdiden düşünsel ve siyasal önlemler alınması gerektiğini belirtir. İkinci cilt bu yönüyle, Türkiye özelinde akademik ve entelektüel bir erken uyarı sistemi işlevi görmeyi amaçlar.

Yusuf Çifci, Türk demokrasisinin karşı karşıya olduğu bu lekeleri nasıl temizleyebileceği konusunda da çeşitli çözüm önerileri sunmaktadır. Örneğin, demokrasi bilincinin eğitim yoluyla güçlendirilmesi, vatandaşlık eğitiminde aktif katılım ve eleştirel düşünme becerilerine ağırlık verilmesi gerektiğini vurgular. Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının doğru anlaşılması için entelektüel ve kamusal tartışmaların teşvik edilmesini önerir; böylece toplumun demokrasiyi yalnızca bir yönetim biçimi olarak değil, aynı zamanda bir yaşam kültürü olarak benimsemesinin yolu açılacaktır. Aile içi demokrasi konusunda, ebeveyn eğitiminden başlayarak çocuk hakları ve katılımcı aile kültürü gibi konuların önemine değinir.

Devlet yapısında ise hukukun üstünlüğü ilkesinin tavizsiz uygulanması, güçler ayrılığı ve denetleme mekanizmalarının etkinleştirilmesi gibi adımlarla yöneten-yönetilen dengesinin sağlanabileceğini belirtir. Ayrıca, toplumsal gruplar arası diyalog ve uzlaşma platformlarının oluşturulması, farklı kesimlerin eşit vatandaşlar olarak süreçlere dahil edilmesiyle ötekileştirmenin ve ayrımcılığın azaltılması gerektiğini savunur. Yazarın genel yaklaşımından, bu önlemlerin tümünün nihai amacının demokratik dengeyi tesis etmek ve böylece lekeleri temizleyerek demokrasi kültürünü sağlamlaştırmak olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak, Demokrasinin Anatomisi serisi, kavramsal ve teorik bir analizle başlayan ilk cilt ve bu analizlerin Türkiye pratiğine uygulandığı ikinci cilt ile, demokrasi olgusuna kapsamlı bir bakış sunmaktadır. Birinci ciltte evrensel bir perspektifle demokrasinin “anatomik” yapısı incelenirken ikinci ciltte aynı mercek Türkiye’ye tutulmuştur. Her iki cilt de demokrasinin mükemmel işlemesi için gereken şartları ve mevcut engelleri ortaya koymakta, okuyucuyu demokratik değerlerin özüne dair düşünmeye sevk etmektedir.

*: Kırıkkale Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Yüksek Lisans, İletişim: bahadirhamzademir.brd@gmail.com

Yorum yapın