Bahadır Hamza DEMİR*
Yusuf Çifci, Demokrasinin Anatomisi serisinin ilk cildinde demokrasi kavramını derinlemesine inceleyerek işe başlamaktadır. Kitabın daha başında, Ferdinand Peroutka’ya atıfla şu çarpıcı sözleri okuyucuya aktarmaktadır: “Siyaset yüzünden ölenlerin sayısı, hastalık yüzünden ölenlerden fazladır.” Bu alıntıyla yazar, siyaset nedeniyle yaşanan ölümlere çözüm bulma niyetini en baştan ortaya koyar. Gerçekten de eser, demokrasinin insan yaşamını etkileyen sorunlarına çare arayan akademik bir sorgulamayı yansıtmaktadır.
İlk cilt boyunca Çifci, öncelikle “gerçek demokrasi” kavramını tanımlamakta ve ardından kendi ortaya koyduğu “lekeli demokrasi” kavramını ayrıntılı biçimde açıklamaktadır. Lekeli demokrasi, en genel anlamıyla, ideal demokratik değerlerin çeşitli toplumsal ve siyasal “lekeler” nedeniyle gölgelendiği, demokrasi mekanizmasının hastalıklarla malul hale geldiği bir durumu ifade etmektedir. Yazar, gerçek (lekesiz ve ideal) demokrasi ile lekeli demokrasi arasındaki farkları ortaya koyarak demokrasinin anatomisindeki bozulmaların neler olduğunu tartışır.
Bu bağlamda lekeli demokrasiyi, demokrasi kavramının özündeki ötekileştirme, şiddet ve ayrımcılık gibi patolojik unsurların bir araya gelerek ideal dengeyi bozduğu bir demokrasi türü olarak tanımlamaktadır. Gerçek demokrasi ise hiçbir kesimin dışlanmadığı, şiddet ve ayrımcılık barındırmayan, bireylerin eşit ve özgür olduğu, yani demokratik değerlerin lekesiz biçimde yaşandığı yönetim biçimi anlamına gelir. Çifci’ye göre, bugün dünyada demokrasi kavramı ciddi bir kriz içindedir ve bu krizden çıkabilmesi için öncelikle bu “lekeler”in tespit edilip temizlenmesi gerekmektedir.
Tarihsel perspektifi de ihmal etmeyen yazar, demokrasinin gelişimini ve kırılma noktalarını ele alırken Magna Carta’dan ve toplumsal sözleşme kuramlarından bahsetmektedir. Örneğin, Magna Carta’yı anayasal demokrasinin erken bir habercisi olarak anarken Toplum Sözleşmesi kavramına değinerek Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürlerin demokrasiye zemin hazırlayan katkılarını inceler.
Eser dikkat çekici biçimde disiplinlerarası bir yaklaşım benimser. Yazar, demokrasiyi sadece klasik bir siyaset bilimi penceresinden incelemekle kalmaz; aynı zamanda psikoloji, sosyoloji, epistemoloji ve zaman zaman dini referanslar ışığında da değerlendirir. Çifci, Aristoteles’ten Arno Gruen’e, Platon’dan Noam Chomsky’e uzanan geniş bir yelpazede düşünür ve kuramcıya atıf yapmaktadır. Bu sayede demokrasi kavramını, insan doğası, toplum yapısı, bilgi ve inanç sistemleri gibi çeşitli açılardan mercek altına alır.
Örneğin, Aristoteles’in siyaset felsefesinden alıntılarla demokrasinin antik temellerine işaret eder. Yine eserde zaman zaman dini referanslar kullanılarak farklı kültür ve inançlardaki istişare gelenekleriyle demokratik değerler arasında bağlar kurulmaktadır. Bu çok yönlü yaklaşım, demokrasinin sadece politik bir rejim olmanın ötesinde, insana ve topluma dair bir olgu olduğunu vurgular niteliktedir.
Çifci’nin tezlerinden biri, demokrasinin rejimler üstü bir mesele olduğudur. Demokrasi, yalnızca devlet yönetimine ilişkin bir konu değildir; aile içi ilişkilere kadar inen, gündelik yaşamda tezahür etmesi gereken bir değerler bütünü olarak ele alınmalıdır. Yazar, aile yapısını toplumun çekirdeği sayarak demokratik kültürün temellerinin ailede atıldığını dile getirir. Eğer bir aile içinde otoriter ve baskıcı bir ortam hüküm sürüyorsa, bireylerin demokrasi kültürünü içselleştirmesi zorlaşır.
Bu nedenle demokrasi, aile içinde de yaşanmalıdır: ebeveyn-çocuk ilişkisinde diyalog, hoşgörü ve adalet gibi prensiplerin varlığı; ev içinde kararların tek taraflı dayatılmadan ortak tartışma ve uzlaşmayla alınabilmesi gibi unsurlar gerçek demokratik kültürün göstergeleridir. Yazar, toplumsal barışın ve sağlıklı bir demokratik düzenin, ancak en küçük birim olan aileden başlayarak her düzeyde benimsenmesiyle mümkün olacağını savunur. Kısacası demokrasi, bir toplumda sadece seçim sandığıyla veya kurumlarla sınırlı bir kavram değil, gündelik hayat pratiklerine ve mikro ilişkilere de nüfuz etmesi gereken bir yaşam biçimidir.
Kitapta demokrasinin üç temel düşmanı özellikle vurgulanarak açıklanmaktadır: ötekileştirme, şiddet ve ayrımcılık.
- Ötekileştirme, toplum içinde bir kesimin veya bireyin “biz”den sayılmayıp dışlanması, düşmanlaştırılması anlamına gelir. Yazar, demokrasilerde farklı kimlik, inanç veya görüşe sahip grupların dışlanmasının, toplumun bütünlüğünü bozarak demokratik temsil ve katılımı zayıflattığını belirtir. Ötekileştirmenin yaygın olduğu bir ortamda “demos” (halk) parçalanır; bazı kesimler demokratik süreçlerin ve hakların dışında bırakılır ki bu da demokrasinin özüne aykırıdır.
- Şiddet, fiziksel veya psikolojik her türlü zor ve baskı uygulamasını kapsar. Çifci, siyasal veya toplumsal sorunların çözümünde şiddete başvurulmasını demokrasinin en büyük zaaflarından biri olarak tanımlar. Çünkü demokrasi uzlaşma ve diyalog rejimidir; sorunları çözmek için kaba kuvvet kullanıldığında veya tehdit, korkutma yoluna gidildiğinde demokratik süreçler işlemez hale gelir. Yazar, tarihten ve günümüzden örneklerle siyasal alandaki şiddetin nasıl yıkıcı sonuçlar doğurduğunu ve toplumları geri dönülmez çatışmalara sürüklediğini ortaya koymaktadır.
- Ayrımcılık ise bireylerin veya grupların, doğuştan gelen ya da sonradan edinilmiş özellikleri (ırk, etnik köken, cinsiyet, din, dil, siyasi görüş vb.) sebebiyle eşit muamele görmemesi durumudur. Demokratik bir düzende tüm vatandaşların kanun önünde eşit sayılması ve fırsat eşitliğine sahip olması esastır. Çifci, ayrımcılığın olduğu bir toplumda adalet duygusunun ve toplumsal barışın zedeleneceğini, bunun da demokratik katılımı ve temsil adaletini engelleyeceğini vurgular. Ayrımcılık lekesi taşıyan bir demokrasi, bazı vatandaşlarını ikinci sınıf görerek aslında kendi meşruiyet temelini tahrip etmiş olur.
Yusuf Çifci’nin birinci ciltteki en dikkat çekici tezlerinden biri de demokrasinin ancak bir denge ile mükemmel işleyebileceği fikridir. Doğadaki her sistem gibi toplumsal ve siyasal bir sistem olan demokrasinin de sağlıklı çalışması için denge unsuru şarttır. Yazar, lekesiz ve temiz bir demokrasinin ancak belli başlı karşıtlıkların dengelenmesiyle mümkün olacağını vurgular. Kitapta yer alan tablo ve şemalar eşliğinde, demokratik düzenin dört temel denge ekseni ortaya konur: benlik – ötekilik, yöneten – yönetilen, erkek – kadın ve eşitlik – özgürlük. Çifci’ye göre bu çift kutuplu olgular, tıpkı terazinin kefeleri gibi, toplumda dengede tutulmalıdır.
- Benlik – Ötekilik dengesi: Bireyin kendi hak ve özgürlüklerini savunması ile başkalarının haklarına saygı göstermesi arasında denge kurulmalıdır. Toplum içinde farklı “öteki”lere karşı empati ve anlayış geliştirilmezse, benlik duygusu bencilliğe dönüşür; bu da çatışmaya yol açar. Demokratik bir toplumda birey, kendi benliğini gerçekleştirebilmek için başkalarının varlığına ve farklılığına tahammül etmeyi öğrenmelidir.
- Yöneten – Yönetilen dengesi: İktidar gücünü elinde bulunduranlar ile halk arasındaki ilişkide hesap verebilirlik ve katılım dengesi şarttır. Yönetenlerin, yönetilenlere karşı saydam ve sorumlu olması; yönetilenlerin de yönetime katılım mekanizmalarına etkin biçimde dahil olması, sağlıklı bir demokrasinin göstergesidir. Eğer yöneten-yönetilen dengesi bozulur ve güç tamamen yöneten lehine yoğunlaşırsa, otoriterlik belirir; tersi durumda ise otorite boşluğu ve kaos riski ortaya çıkar. Çifci, bu hassas dengenin denetim ve denge sistemleriyle korunması gerektiğini belirtir.
- Erkek – Kadın dengesi: Toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki denge de demokrasi için kritik görülür. Kadın ve erkeğin siyasal, ekonomik ve sosyal hayatta eşit fırsat ve haklara sahip olması, temsilde ve kararlarda cinsiyet dengesinin gözetilmesi temiz bir demokrasi için vazgeçilmezdir. Yazar, ataerkil yapıların baskın olduğu toplumlarda demokratik kültürün sakatlandığını, çünkü nüfusun yarısını oluşturan kadınların karar mekanizmalarından dışlanmasıyla demokrasinin eksik kalacağını ileri sürer. Dolayısıyla, kadın-erkek eşitliği sağlanmadan demokrasi tam anlamıyla işlemez.
- Eşitlik – Özgürlük dengesi: Demokrasi, hem eşitliğin (hukuk önünde eşitlik, fırsat eşitliği) hem de özgürlüğün (düşünce özgürlüğü, girişim özgürlüğü vb.) bir arada değer bulduğu bir rejimdir. Bu iki kavram çoğu zaman birbiriyle gerilimli olabilir; aşırı özgürlük, eşitlikten feragat edilmesine yol açabilir veya aşırı eşitlikçilik, özgürlüklerin kısıtlanmasıyla sonuçlanabilir. Çifci, ideal demokraside bu ikisinin uyumlu bir bileşimde dengelenmesi gerektiğini savunur. Devlet, vatandaşlarına temel özgürlükleri tanırken aynı zamanda sosyal adaleti ve eşit fırsatları sağlamalıdır. Eşitlik ile özgürlük arasında kurulacak denge, lekesiz bir demokrasinin temelini oluşturur.

Çifci, kitapta bu denge konusunu çeşitli tablolarla somutlaştırarak okuyucuya sunar. Örneğin, bir tabloda “lekesiz demokrasi” ile “lekeli demokrasi” karşılaştırılarak yukarıda bahsedilen denge unsurlarının sağlanıp sağlanmadığına göre demokrasinin nasıl değiştiği görsel olarak anlatılmaktadır.
Yazarın temel vurgusu, tıpkı doğadaki ekosistemlerin dengede kaldığı sürece sağlıklı işlemesi gibi, demokratik sistemin de toplumsal dengeler korunursa istikrarlı ve barışçıl kalabileceğidir. Eğer bu dengeler bozulursa, demokrasi “lekelenir” ve sonuçta bir patlama noktasına gelebilir. Nitekim Çifci, demokrasiye dair sorunların ihmal edilmesinin, bir noktadan sonra birikerek ani ve şiddetli toplumsal patlamalara yol açabileceği uyarısında bulunmaktadır.
Eserin kuramsal tartışmaları içinde psikoloji disiplinine ayrılan yerde, Arno Gruen’in ortaya attığı “iç terör” kavramına da yer verilir. Yazar, Gruen’in iç terör kavramını anarak, otoriterlik ve şiddetin kökeninde yatan psikolojik dinamiklere ışık tutar. Arno Gruen, bireyin iç dünyasında, özellikle çocuklukta maruz kaldığı sevgisizlik ve baskı neticesinde oluşan bir öfke ve nefret birikiminin, ileride dışa vurulmuş şiddete ve teröre dönüşebileceğini belirtmiştir.
Çifci, bu yaklaşımı referans göstererek demokratik toplumların sadece kurumsal önlemlerle değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel dönüşümlerle de güçlendirilebileceğini ima etmektedir. Yani, bir toplumda “iç terör” denilen insanların iç dünyalarında filizlenen öfke ve nefret tohumları barındıkça; bu, dışarıda şiddet ve çatışma olarak tezahür ederek demokrasiyi tehdit etmeye devam eder. Bu nedenle, demokrasinin korunması için sadece yasal ve siyasal düzenlemeler değil, aynı zamanda bireylerin ruhsal sağlığını ve toplumsal barışı gözeten politikalar gereklidir.
Sonuç olarak, Demokrasinin Anatomisi Cilt 1’de Yusuf Çifci, demokrasinin “anatomik” yapısına dair derin bir tahlil sunmaktadır. Demokrasi kavramının tarihsel köklerini ve felsefi temellerini hatırlatarak günümüzde karşı karşıya olduğu krizleri saptar; “lekeli demokrasi” kavramıyla bu krizlerin kavramsal çerçevesini çizer. Farklı disiplinlerden beslenen geniş bir perspektifle, demokrasinin sadece siyasal sistemi değil, toplumsal ve bireysel boyutları da kapsadığını gösterir.
En nihayetinde, ideal bir demokrasinin ancak ötekileştirmeyi, şiddeti ve ayrımcılığı aşarak ve toplumsal dengeleri tesis ederek mümkün olabileceğini ileri sürer. Bu cilt, küresel ölçekte demokrasinin patlayıcı hale gelebilecek sorunlarına karşı bir “erken uyarı” işlevi görmekte; demokrasiyi tehdit eden lekelerin neler olduğunu ve bunların temizlenmemesi halinde neler yaşanabileceğini gözler önüne sermektedir.
*: Kırıkkale Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Yüksek Lisans, İletişim: bahadirhamzademir.brd@gmail.com.