Nurettin Topçu’nun Araboğlu adlı öyküsü, Anadolu köylüsünün çözülmeye başlayan değer dünyasını, paranın ve iktidarın yozlaştırıcı etkisini çarpıcı bir biçimde gösterir. Bu çözülmeyi Max Weber’in kavramlarıyla okuduğumuzda, sadece bireysel bir karakterin değil, bir toplumsal yapının dönüşümünü de görmemiz mümkün hale gelir.
1. Rasyonelleşme ve Ahlaki Boşluk
Weber, modern kapitalizmin temelini rasyonelleşme süreciyle açıklar: Her şeyin hesaplanabilir, ölçülebilir, verim odaklı hale gelmesi. Araboğlu’nun hayatına baktığımızda da aynı soğuk hesap aklını görürüz. Evlenirken duygu değil, mal; çevresindekilere karşı davranırken hakikat değil, çıkar belirleyicidir.
Tarikat zikirleri, hacı baba referansları ve dini kisveler, burada Weber’in “formel akıl” dediği bir amaçsal araçsalcılıkla işlevselleşmiştir. Dinin içeriği boşalmış, sadece sosyal sermaye ve korku üretme aracı haline gelmiştir. Araboğlu’nun dine sığınması, bir içsel kurtuluş arayışı değil, Weber’in deyimiyle “meşruiyet yaratmak için geleneksel otoriteye yaslanmadır.”
2. Karizmatik Otoritenin Ticarete Tahvili
Weber, otoriteyi üç biçimde tasnif eder: Geleneksel, yasal-ussal ve karizmatik. Araboğlu’nun halk üzerindeki etkisi, doğrudan bir karizma kurma pratiğidir. Onun geçmişi bilinmez, tavırları haşindir, kimse cesaret edip ona karşı gelemez. Bu, karizmanın doğasında olan “esrar ve tehdit” hissini taşır. Fakat bu karizma, dinî mistisizmle değil, gösteri ve korkuyla üretilmektedir.
Daha ilginci ise, Araboğlu’nun bu karizmasını piyasa ilişkilerine devretmesidir. Şakir gibi sermaye sahipleriyle kurduğu ilişkiler, artık onun halk üzerindeki etkisini iktisadi güce tahvil etmesine yarar. Weber’in uyardığı gibi, karizmatik otorite, kurumsallaştığı anda yozlaşmaya başlar. Araboğlu’nun zikirle başlayan yolu, mal alım-satımına çıkmıştır.
3. Protestan Ahlakı ve Anadolu’nun Ahlaki Çöküşü
Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu eserinde kapitalist yükselişin gerisinde bir çalışma etiği ve ahlaki disiplin bulunduğunu söyler. Ancak Anadolu’da gelişen bu yeni tip ekonomik aktörler —Araboğlu ve Şakir gibi— Weber’in sözünü ettiği “içsel sorumluluk” duygusuna sahip değildir. Onlarınki ne Protestan çalışma ahlakına benzer bir etik ne de geleneksel Osmanlı esnaf ahlakına yaslanır. Aksine, burada gördüğümüz şey, ahlaktan arındırılmış bir zenginleşme arzusudur.
Zira Araboğlu, oğlunun parayı hovardalıkta harcadığını duyduğunda gülerek “Yesin be!” demektedir. Bu, bir babanın övüneceği bir başarı değil; tüketimin kutsandığı bir zihniyetin dışavurumudur.
Weber’in kapitalist ruh dediği şeyde rasyonel plan, birikim ve ölçülülük vardır; Araboğlu’nun dünyasında ise keyfilik, müsriflik ve şiddet egemendir. Bu anlamda, Anadolu’nun kapitalizmle ilk teması, bir ahlak sisteminden ziyade yağmacı piyasa kültürü üzerinden gerçekleşmiştir.
4. Toplumsal Çözülme ve Meşruiyet Krizi
Weber’e göre, modernleşme süreci sadece ekonomik değil, aynı zamanda otorite ve anlam üretiminde de bir kriz yaratır. Araboğlu’nun öyküsünde köyün ortak değer yargıları çözülmüş, eski ahlaki normlar etkisizleşmiş, halk korku, hayranlık ve sessizlik arasında savrulmuştur.
Hiç kimse onun geçmişini sormaz. Herkes onunla ilişkisini ya korku ya da çıkar üzerinden kurar. Bu durum, Weber’in modern toplumda tanımladığı meşruiyet kaybı ve anomi haline benzer. Artık kimsenin neyin doğru olduğuna dair net bir ölçüsü kalmamıştır. Ne gelenek işlemektedir ne de yeni bir hukuk düzeni vardır. Ortada kalan tek şey, güce boyun eğen bir kitle psikolojisidir.
Weberyen Gözle Araboğlu
Araboğlu, Weber sosyolojisinde yer alan pek çok ana kavramın —otorite, rasyonelleşme, ahlaki disiplinin yokluğu, meşruiyet krizleri— Anadolu bağlamında cisimleşmiş halidir. O, ne geleneksel ne modern ne de ahlaklı bir figürdür. Tam tersine, geçiş dönemlerinin karanlık adamı, bir tür sosyo-ekonomik ucubedir. Ne geçmişi tam terk edebilmiş ne de geleceğe ahlaklı bir yol açabilmiştir.
Nurettin Topçu, bu figürü ahlaki bir eleştiriyle resmederken, Weber’in çözümlediği toplumsal rasyonalite krizlerini de sezgisel biçimde yakalamaktadır. Bu yönüyle Araboğlu, hem bir kültürel çöküş hikâyesi hem de piyasa ahlakı karşısında dinin ve geleneğin teslim oluşunun öyküsüdür.