Cumhuriyet’in “Hayrını” Görmek

By Mehmet Dikkaya

Cumhuriyet’in “Hayrını” Görmek

By: Mehmet Dikkaya

Cumhuriyet’in Hayrı Tartışması
Yakın zamanda hayata veda eden renkli bir sima olarak Sırrı Süreyya Önder’in, muhtemelen bir sitem babında söylediği “Cumhuriyet’in ne hayrını gördük?” cümlesi çeşitli vesilelerle sıkça tartışıldı. Daha uzun zaman tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor. Taraftarları, onun demokratik bir cumhuriyet özlemi içerisinde iken bu cümlenin ağzından sadır olduğunu iddia ederken karşı cephedekiler, ölmeden önce tedavisini üstlenen bu sisteme atfen bir tür nankörlük ithamını dile getirdiler. Karşıtlarının ayrımcı, ötekileştirici ve anlamazlıktan gelen bu faşizan tutumları üzerinde fazla duracak değilim. Zira aynı cephe mensuplarının bile, muhtemelen yaşadığı herhangi bir travma sonrası “lanet olsun bu ülkeye” cümlesini sarf etmelerinin gerçek bir lanet anlamı taşımadığını bilecek zeka düzeyinde olduğunu düşünüyorum.

Buradan yola çıkarak, oldukça hassas bir konu olan cumhuriyet döneminin genel bir analizine gidilebilir. Her şeyden önce, Cumhuriyet’in ilanı yalnızca bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda bir zihniyet devrimi olarak kabul edilmelidir. Kulluktan (teb’a) yurttaşlığa geçişin, halk olmaya evrilmenin adı olarak yeni dönemi kabullenmek iktiza edecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin birey, toplum ve devlet ilişkilerinde yarattığı dönüşümler bu noktada büyük önem taşımaktadır.

Getirdikleriyle Cumhuriyet
Cumhuriyet öncesi Türkiye’de okuryazarlık oranının %10’un altında olması bu konuda iyi bir başlangıç oluşturabilir. Kuşkusuz Osmanlı da eğitimin yaygınlaşmasının bir toplumu geleceğe daha kolay taşıyacağının farkındaydı. On dokuzuncu yüzyılda hızlanan modernleşme veya yeni nizam arayışları devleti kurtarmak adına yapılan eylemlerdi ve bu “en uzun yüzyıl” boyunca yaşanan iç ve dış talihsizlikler geniş kitleleri dönüştürecek bir etki oluşturamadı. Harf devrimiyle birlikte halkın geniş kesimlerine eğitim imkanları ulaşmaya başladı. Köy Enstitüleri, karma eğitim, ücretsiz ve laik eğitim sistemi, Anadolu’da milyonlarca okur yazar ve on binlerce aydınlanmış zihnin oluşmasına öncülük etti. Bugün okuyup yazdığımız ve düşüncemizi ifade ettiğimiz her şey, zaman zaman bu konuda otoriter eğilimlerin baskın olmaya başladığı dönemler yaşanmış olmasına rağmen aslında Cumhuriyet’in hayrı hanesine katkı olarak sayılmalıdır.

Eski yazı, ya da hararetli müntesiplerinin eski(meyen) yazı olarak isimlendirdikleri yazı formatı düşük oranda bir kesim tarafından kullanılıyor ve din dilinin alfabesini taşıması nedeniyle kitleler nezdinde genellikle duygusal bir anlam ifade ediyordu. Bu durum o kadar paradoksal bir hal taşımaktadır ki, bu gün bile “yerlere tükürmeyin” yazan bir eski yazıdan ibaret kağıt parçasını yerde gören milyonların, bu kağıdı saygı ile öperek yüksekçe bir yere kaldırma eğilimi taşımasından rahatlıkla anlaşılabilir. Bu anlamda Cumhuriyet’in, yaşama anlam verme bağlamında din öğretiminin işlevselleştirilmesi açısından da daha ileri bir aşamayı temsil ettiği savunulabilir. Özellikle inancın, kuru taklitçilikten ve dogmatizmden sıyrılarak rasyonelleşmesi tartışmalarında açık ve yaygın eğitiminin genelleştirilmesi ile doğrusallık ilişkisi taşıdığı ileri sürülebilir. Örneğin, yaşama anlam vermenin objektif araçlarından olan dini eserlerin kitleselleşmesinde ikincisinin, ilkinden daha geniş enstrümanlara sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Toplumun yarısını oluşturan kadınların toplumsal pozisyonu bakından da Cumhuriyet daha geniş enstrümanlara sahip olmuştur. Etkinliği ve küresel sıralamadaki yeri tartışılır olsa da, özellikle yüksek öğrenimi şekillendiren kadroların oransal olarak yarıya yakınının kadınlardan müteşekkil olması, Cumhuriyet’in yüz yıllık hayrı biçiminde algılanabilir. Siyasal temsilde bu oran açısından daha düşük bir rakam söz konusu olmasına rağmen, yüz yıl öncesine göre kadınlar hayatın hemen hemen bütün alanlarında daha fazla görünür haldedirler. Bu manzaranın ortaya çıkmasında başlangıç noktasını oluşturan kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 1934’te gerçekleştiği düşünülürse durum daha net anlaşılabilir. Bu değişim, dünyanın birçok ülkesinden önce gerçekleşmiş ve Cumhuriyet’in kadınlara sunduğu hayırların en görünür biçimini oluşturmuştur.

Benzer şekilde, Cumhuriyet’le birlikte devlet, belli bir inanç veya mezhebin müntesiplerinin değil, tüm yurttaşların devleti haline gelmiştir. Zamanla daha önemli hale gelmeye başlayan laiklik ilkesi temelli bu değişim, mezhepler arası eşitliği sağlamış, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olmuştur. Tanrı ile birey arasında yapılan örtük bir tür sözleşmenin tezahürünü gösteren bu özgürlük vesilesiyle din üzerinden başka bireylere, toplumsal kesimlere ve dezavantajlı -kesimlere tahakküm kurmanın önüne geçilmiştir.

Hukukun (temel haklar ve özgürlükler) üstünlüğü ilkesini merkeze alan Cumhuriyet’le, bireyin hak ve sorumluluklarını tanımlayan, kanun önünde eşitliği esas alan bir hukuk düzeni kurulmuştur. Aşiret, tarikat, cemaat gibi yapıların yerini kamusal haklar almış, Medeni Kanun’un kabulü, kadın-erkek eşitliğinin teminat altına alınması bu sürecin parçası haline gelmiştir. Bir çok açıdan Tanrısal muradın da bir tür tezahürü olan sivil haklar ve teminatların yasal bir zeminde artık tartışmaya neden olmayacak biçimde genel kabul görmüş olması, diğer bir çok hak ve özgürlüğün ötesindedir. Zalim olmanın yanında zulme maruz kalmanın da yasaklandığı Tanrısal öğretinin bir sonucu olarak miras ve mülkiyet düzenlemelerinin objektif bir zeminde kurumsallaşması Cumhuriyet’in çok açık bir hayrını ortaya çıkarmıştır.

İktisadi haklar ve özgürlüklerle yeşeren ve pekişen bağımsızlık, yerli üretim ve sanayi hamleleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’in ekonomik hayrı olarak öngörülebilen girişimde fırsat eşitliği sayesinde milyonlarca çiftçi, sanayici, tüccar, işveren ve dış ticaret erbabı haline gelmiştir.

Kültürel çeşitliliği ve bağımsızlığı yansıtan diğer pek çok gelişme de hayır kategorisi içinde zikredilebilir. Tiyatrodan operaya, halk müziğinden klasik batı müziğine kadar izlenen ve ısrarla sürdürülen geniş kültür politikası Cumhuriyet’in eseridir. Halkevleri aracılığıyla sanat Anadolu’ya taşınmakla kalmamış Anadolu’nun özgün eserleri merkezde kendine yer bulmuştur.

Eksikler, Kazanımlar ve Hedefler
Elbette Cumhuriyet’in eksikleri de, geniş bir tarihsel ve sosyolojik perspektifin içinden süzülerek bu günlere ulaşmış olmanın bir sonucu olarak zamanla yozlaşan uygulamalara, bürokrasinin hantallığı gibi sorunlara da zemin hazırlamıştır. Bu eksiklikler büyük oranda temel ilkelerin değil, uygulayıcıların taşıdığı sorunların bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bugün her şeye rağmen hâlâ bir gazeteci yazabiliyor, bir öğrenci eleştirebiliyor, bir yurttaş devlet merkezli maruz kaldığı haksızlıklar karşısında hak arayabiliyorsa, bu Cumhuriyet’in sağladığı asgari güvence sayesinde mümkün olmuştur.

Cumhuriyet’in hayrını görmek, kıymetini bilmekle de ilişkilendirilmelidir. Cumhuriyet’in hayrını görmek, onu romantize etmek ve sonucu ne olursa olsun putlaştırmak değil; hak ve özgürlüklerin, eşitliğin, laikliğin ve çağdaşlığın değerini bilmekle doğrusal ilişki içindedir. Bugün bu değerlere sahip çıkmak ve çoğulcu bir yapı içerisinde toplumsal barışı tesis ederek demokratik Cumhuriyet’e dönüştürmek için daha fazla çaba göstermek, geçmişin mücadelesine ve geleceğin umuduna olan borcumuzdur. Aksi durumda, çiftçi, işçi ve memur çocuklarının cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey bürokrat olabilmesinin mantıksal açıklayıcılığı oldukça zorlaşacaktır. Bu gün, her tür paradoksal halin ötesinde, Cumhuriyet’in kurucu elitlerinden bir çoğunun bile hayallerini aşmış Türkiye manzarasının ortaya çıkması, yüz yıllık inişli çıkışlı yolculuğun sonunda ortaya çıkan net bir hayır (kazanım) olarak çoktan tarihe geçmiştir.

Yorum yapın