Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunlara ve krizlere pek çok çerçeveden bakmak mümkündür. Biz defa konuya Kurumsal İktisat çerçevesinden yaklaşalım. Özellikle 2020’deki Covid-19 salgını sonrasında kötüleşen ekonomik göstergeler henüz tam olarak düzelmemiştir. Kriz, kamu otoritesinin ve merkez bankasının tartışmalı para politikalarıyla tetiklenmiştir. Ardından ve döviz kuru kriziyle başlayıp reel sektör krizine dönüşmüştür.
Peki bu krize kurumsal iktisat ve yönetim performansı açısından nasıl yaklaşılabilir. Hangi dersler çıkarılabilir? Ayrıca, 2018’de Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesinin bu süreçteki etkileri nelerdir?
Kurumsal İktisat: Kurumsal iktisat, kurumların ekonomik analizdeki rolünü ve etkilerini inceleyen bir alan olarak son yıllarda giderek önem kazanan bir alandır. Bu disiplin, sadece ekonomik teorilerle sınırlı kalmayıp hukuk, organizasyon teorisi, siyaset bilimi ve sosyoloji gibi farklı alanlarla etkileşim halindedir.
Kurumlar, bireyler arasındaki etkileşimin niteliğini şekillendiren ve sınırlarını çizen, yaptırım gücü olan kurallar bütünü olarak tanımlanır. Kuruluşlar ise bu kurallar çerçevesinde faaliyet gösteren organizasyonlardır. Kurumlar ekonomik gelişmenin temel taşıdır ve ekonomik performansı doğrudan etkiler.
Kurumlar ve Ekonomik Performans: Piyasa dışındaki sosyal ve siyasal faktörlerin ekonomik performansı doğrudan etkilemektedir. Özellikle kurumsal yapısı henüz oturmamış gelişmekte olan ülkelerde bu konunun daha da önemlidir. Kurumsal yapıdaki iyileşmelerin ekonomik büyümeyi de beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin 1980 sonrası ve 2002-2013 dönemindeki kurumsal yapısındaki değişimlerin ekonomik sonuçları buna örnek olarak gösterilebilir.
Kurumsal Yapı ve Krizler: Ekonomik krizler üzerinde kötü kurumsal performansın etkisi büyüktür. Bu nedenle krizleri meydana getiren yönetsel ve kurumsal sorunların doğru tespit edilmesiyle kurumsal iyileşmelerin sağlanabilir. Türkiye’deki krizlerin genellikle makroekonomik kırılganlıklara dayanmaktadır. Ancak siyasi istikrarsızlığın da bir o kadar önemli bir etkendir. Bu noktada, ekonomi yönetiminin siyasallaşmaması ve merkez bankası bağımsızlığı ortaya çıkmaktadır. Yani ekonomik hedeflerin ve amaçların neler olduğu siyasal hükümetler tarafından belirlenebilir. Örneğin ekonomik istikrar, düşük enflasyon, faiz oranlarının düşmesi gibi pek çok amaç siyasal iktidar tarafından belirlenmiş olabilir. Ancak bu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunda özellikle merkez bankalarının araç bağımsızlığı sağlanmalıdır.
“Merkez Bankasının uygulayacağı politika faizi kaç olmalıdır?” Sorusu Nasıl Yanıtlanmalıdır?
Politika faizi gibi çok teknik hesaplama gerektiren konularda siyasal kararlar alınması bilim ve politika uyuşmazlığına neden olmaktadır. Bu nedenle teknik iktisat alanındaki konularda politikaların anonim hale gelmesi ya da kimliksizleşmesi gerekmektedir. Siyasal pozisyondan bağımsız olarak iktisat politikasında kullanılacak teknik enstrümanların kurala dayalı olarak uygulanması ve sübjektiflikten uzak olması gerekir. Böyle teknik bir konuda iktisat biliminin verilerini kullanmadan sübjektif kararlar almak telafisi çok zor maliyetler doğurmaktadır. Böyle bir rakam neye göre belirlenmelidir? İdeolojik argümanlara göre mi? Piyasa canlansın düşüncesiyle mi? Tasarruflar artsın gayesiyle mi? Yatırımlar artsın ekonomik büyüme sağlansın gayesiyle mi? Bu sorulara evet veya hayır demek yetmez. Oranın kaç olması gerektiği de hesap edilmelidir.
Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz denir. İktisat bir hesap bilimidir aynı zamanda. Dolayısıyla politika faizi örneğinden hareket edersek, makroekonomik göstergeler, enflasyon hedefi, para arzı hedefi, Taylor Kuralı, Piyasa beklentileri, Kur hareketleri gibi pek çok unsur devreye girmektedir.
Örneğin Taylor Kuralına göre politika faizini şöyle hesaplarız:
Politika faizi = Reel faiz oranı + Enflasyon oranı + 0,5 (Gerçekleşen enflasyon-Beklenen Enflasyon) + 0,5 (Gerçekleşen Büyüme oranı-Potansiyel Büyüme Oranı)
Buradan hesaplanan bir değer ile politika faizinin düşmesi mi yükselmesi mi gerektiğine dair bir karar verilir. İktisat bilimi bu kararları verebilmek için bir araçtır. Politika faizinin yükselmesi gerektiği yerde düşürürseniz sonuçları toplumun geniş kesimlerine mutlak surette yansıyacaktır. Kısaca refahı artırmak gibi bir amaç, ya da başka amaçlar siyasal iktidara ait bir hedef iken (demokrasinin doğası gereği), bu hedefe teknik olarak hangi para politikası aracı ile ulaşılacağı bilimsel bir yönteme/kurala dayalı olmalıdır. Bu nokta da bizi kurallara ve kurumlara getirmektedir.
Şimdi Türkiye’nin kurumsal performansına gelelim.
Türkiye’nin Kurumsal Performansı
Dünya Bankası’nın göstergelerinden elde ettiğimiz Grafik 1, Türkiye’nin 1996 yılından itibaren altı temel alandaki performansını göstermektedir. Bu alanlar şunlardır:
- İfade özgürlüğü ve hesap verebilirlik: Bir ülkenin vatandaşlarının hükümetlerini seçme sürecine ne ölçüde katılabildiklerine dair algı ve görüşlerin yanı sıra ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve özgür bir medyaya ilişkin algı ve görüşlerin ölçülmesidir.
- Siyasi istikrar ve şiddet/terörizmin olmaması: Hükümetin siyasi amaçlı şiddet ve terörizm de dahil olmak üzere anayasaya aykırı veya şiddet içeren yollarla istikrarsızlaştırılması veya devrilmesi olasılığına ilişkin algı ve görüşleri ifade etmektedir.
- Hükümet etkinliği̇: Kamu hizmetlerinin kalitesi, kamu hizmetlerinin kalitesi ve siyasi baskılardan bağımsızlık derecesi, politika oluşturma ve uygulama kalitesi ve hükümetin bu tür politikalara bağlılığının güvenilirliğine ilişkin algı ve görüşleri ifade etmektedir.
- Düzenleyici̇ kalite: hükümetin özel sektörün gelişimine izin veren ve teşvik eden sağlam politikalar ve düzenlemeler formüle etme ve uygulama kabiliyetine ilişkin algı ve görüşlerin ifade etmektedir.
- Hukukun üstünlüğü: Özellikle sözleşmelerin uygulanması, mülkiyet hakları, polis ve mahkemelerin kalitesi ile suç ve şiddet olasılığı olmak üzere, aktörlerin toplum kurallarına ne ölçüde güvendikleri ve bu kurallara ne ölçüde uyduklarına ilişkin algı ve görüşlerini ifade etmektedir.
- Yolsuzluğun kontrolü: Yolsuzluğun hem küçük hem de büyük biçimlerinin yanı sıra devletin elitler ve özel çıkarlar tarafından “ele geçirilmesi” de dahil olmak üzere, kamu gücünün özel çıkarlar için ne ölçüde kullanıldığına ilişkin algı ve görüşleri ifade etmektedir.

Dünya Bankası Worldwide Governance Indicators verilerine göre, İfade özgürlüğü ve hesap verebilirlik alanlarındaki değerlerin özellikle 2005 yılında zirve yaptığı görülmektedir. 2014 yılından itibaren azalış daha fazla olmuştur. 2005 yılında Türkiye %50 içinde iken, 2023 yılında %25 olmuştur. Bu göstergede yıllar içinde yarı yarıya bir azalma meydana gelmiştir.
Siyasi istikrar ve şiddet/terörizmin olmaması alanında ise 2005 yılı yine en yüksek değerdedir (%27,67). Bu gösterge 2016 darbe girişimi yılına kadar bozulmuş ve o yıldan sonra toparlanmaya başlamıştır. 2023 yılındaki değeri %13 düzeyindedir.
Kamu hizmetlerinin nitelik ve niceliğini oluşturan hükümet etkinliği̇ alanında ise 2014 yılında zirve değer (%68) görülmüş ancak ondan sonra azalma meydana gelmiştir. 2023 skoru %41’dir.
Dördüncü gösterge kamu-özel sektör ilişkilerinde 2013 yılına kadar gelişme gözlenir iken o tarihten sonra kötüleşme eğilimi gözlenmektedir.
Hukukun üstünlüğünde 2004 yılı (%57) öne çıkmıştır. Bu yıl AB müzakerelerinin de başladığı yıldır. Dolayısıyla Türkiye’nin kurumsal kalitesine pozitif anlamda etkilerinin olduğu birkaç göstergede birden görülmüştür. Bu gösterge özellikle 2014 yılından itibaren azalmaya başlamış ve 2023 yılında %32’ye kadar gerilemiştir.
Son gösterge yolsuzluğun kontrolüdür. Bu alanda 2002 sonrası çok önemli bir iyileşme gözlenmektedir. Bu değer 2008 yılında zirve yapmıştır (%61). Ancak 2013 yılından itibaren istikrarlı bir şekilde azalmaya başlamıştır. 2023 yılındaki değeri %34 seviyelerine kadar inmiştir.
Türkiye’deki ekonomik krizlerin, kurumsal yapının dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. Kurumsal iktisat perspektifinden bakıldığında, bu krizlerin, kurumsal yapıların kalitesini artırma potansiyeli taşımaktadır. Tespit edilen sorun alanlarında Kurumsal reformların gerçekleştirilmesi, ifade özgürlüğünün artırılması, siyasal istikrarın sağlanması, kamu hizmetlerinin kalitesinin artırılması gibi unsurların sürdürülebilir ekonomik büyüme için kritik öneme sahiptir.
Not: Bu yazının uzun versiyonu Türkiye Günlüğü Dergisi’nin Ocak/Şubat 2025, 161. sayısında yayımlanmıştır.