Musa Carullah, göç yolunda doğmuştu. Belki de bu yüzden hayatı boyunca hiç durmadı, hep bir yolculuğun içinde oldu. Tıpkı rüzgâra kapılmış bir göçmen kuş gibi, durduğu her yerde iz bıraktı ama hiçbir yere tam anlamıyla ait olmadı. Onun vatanı, İslam’ın yaşandığı her yerdi; davası ise düşüncenin özgürlüğüydü. Çarlık Rusya’sının baskılarıyla çocuk yaşta tanışan bu zeki ve azimli adam, daha gençliğinde zihnini demir bir disiplinle eğitmiş, ilmin ve fikrin peşinde uzun bir yolculuğa çıkmıştı.
Bu yolculuk onu Kazan’dan alıp İstanbul’a, oradan Berlin’e, Hindistan’a, İran’a ve hatta Japonya’ya kadar götürdü. Her durağında İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunları gözlemledi, inceledi ve çözüm aradı. Onun en büyük mücadelesi, İslam dünyasını taklitten kurtarmak, onu yeniden düşünceyle ve özgür iradeyle buluşturmaktı. Gelenek ile yeniliği bir araya getirmek istiyordu. Ne sadece bir modernistti ne de tamamen bir gelenekçi. Hedefi, İslam’ın özünü kaybetmeden bugünün dünyasına hitap edebilmesini sağlamaktı.
Ancak bu fikirleri onu pek çok düşmanla karşı karşıya getirdi. Bolşevik yönetimi tarafından tehlikeli bulundu. İngilizler, Japon ajanı ilan ederek hapse attı. İslam dünyasının bazı kesimleri ise özgür düşünceyi savunan duruşuna tepki gösterdi. Ama Carullah, bütün bunlara rağmen yoluna devam etti. Ne zindanlar, ne sürgünler, ne de ölüm korkusu onu durdurabildi.
Kendi elleriyle inşa ettiği bu zorlu yolculuğun son durağı Kahire oldu. On dokuz yıl boyunca evinden, ailesinden, memleketinden uzak yaşamıştı. Yüreğindeki hasretin ağırlığı, artık bedenine de yansımıştı. 1949 yılının bir sonbahar günü, fani alemdeki yolculuğu sona erdi. Ancak ardında bıraktığı miras, yazdığı 120’den fazla eser, hâlâ yaşamaya devam ediyor. Günümüz dünyasında bile tartışılan fikirleri, onun ne büyük bir düşünür olduğunu gösteriyor.
Musa Carullah, bir çağın tanığı, bir devrin mücadele adamı, bir göçmen kuştu. Rüzgâr onu nereye sürüklerse oraya gitti, ama her vardığı yerde ardında unutulmaz bir iz bıraktı. Onun hayatı, düşüncenin zincirlerini kırmak için verilmiş bitmeyen bir mücadeleydi. Ve belki de en büyük vasiyeti, özgür düşünen bir neslin yetişmesiydi.
Musa Cağrullah’ın Fikir Haritası: Yolculuk Devam Ediyor
Musa Cağrullah için durmak, ölmekti. Onun zihni sürekli hareket hâlindeydi; her öğrendiği yeni bilgi onu bir başka soruya, bir başka yolculuğa sürüklüyordu. Hayatı boyunca İslam coğrafyasının dört bir yanını dolaştı, farklı kültürleri gözlemledi ve büyük bir fikri miras bıraktı. Ancak onun en büyük mücadelesi, sadece coğrafi sınırları aşmak değil, zihinlerdeki duvarları da yıkmaktı.
Hindistan: Doğu’nun Bilgiyle Buluştuğu Topraklar
Hindistan’a yaptığı yolculuk, Musa Carullah’ın düşünce dünyasında derin izler bıraktı. O, sadece bir gezgin değildi; gittiği her yerde tartışmalara katılıyor, âlimlerle görüşüyor, İslam dünyasının meselelerini sorguluyordu. Hindistan, farklı mezheplerin ve düşünce akımlarının bir arada bulunduğu bir yerdi. Burada özellikle Kur’an tefsirine dair yeni yaklaşımlar üzerine düşünmeye başladı. Ancak Hint alt kıtasındaki bazı reformist hareketleri, İslam’ın özünü değiştirmeye yönelik buldu. Onlara karşı yazdığı Kitab-ı Sünne eseri, bu dönemde şekillendi. O, yenilikçi bir düşünürdü ama yenilenmenin, özden kopmak anlamına gelmediğine inanıyordu.
Almanya: Modernite ile Karşılaşma
Almanya’ya yaptığı seyahat ise, onun Batı ile yüzleştiği önemli dönemlerden biri oldu. Burada sanayi devriminin şekillendirdiği Batı medeniyetini, felsefi akımları ve İslam’ın Avrupa’daki algısını yakından inceledi. Almanya, bilim ve teknolojide ileri olsa da, Musa Carullah’a göre manevi bir boşluk içindeydi. Onun için ilim, sadece maddi gelişmeyle sınırlı olamazdı; insanın ruhunu da beslemeliydi. Bu dönemde İslam dünyasının neden geri kaldığını daha derinlemesine sorgulamaya başladı. Sonunda, sorunun temelinde eğitim sisteminin yattığını fark etti. Medreseler çağın gerisinde kalmış, eğitim düşünceyi beslemekten çok ezbere dayalı hâle gelmişti. Ona göre İslam dünyasının yeniden yükselişi, hem geleneksel ilimleri hem de modern bilgiyi bir araya getiren bir eğitim reformundan geçiyordu.
Japonya: İslam ve Doğu’nun Buluşması
Musa Carullah’ın yolculuğundaki en ilginç duraklardan biri de Japonya oldu. Japon kültürü, disiplini ve çalışkanlığıyla onu derinden etkilemişti. Japonların modernleşirken öz kültürlerinden kopmamaları, onun İslam dünyası için aradığı modeldi. O, İslam medeniyetinin de aynı yolu izlemesi gerektiğini düşünüyordu: Ne Batı’ya körü körüne teslim olmak ne de geçmişe sıkı sıkıya sarılıp yeniliğe kapalı kalmak. Japonya’da İslam’ı anlatmak ve bu ülkedeki Müslüman topluluklarla temas kurmak için yoğun çaba harcadı. Ancak İslam’ın burada yayılmasının önündeki en büyük engelin, Müslümanların kendi içindeki bölünmüşlük olduğunu gördü.
İstanbul: Kadim Medeniyetin Kırılma Noktası
Musa Cağrullah için İstanbul, sadece bir şehir değil, medeniyetin kalbiydi. Osmanlı’nın mirasını taşıyan bu şehir, onun gözünde İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması için en uygun yerlerden biriydi. Burada kaldığı süre boyunca, Türkiye’deki eğitim reformlarını takip etti, ulema ile tartışmalara katıldı ve Türk aydınlarıyla fikir alışverişinde bulundu. Ancak gördüğü manzara, onu hayal kırıklığına uğrattı. İstanbul, bir zamanlar İslam’ın ilim ve irfan merkeziydi, ama artık köklerinden koparılmaya çalışılıyordu. Batılılaşma adı altında, geleneksel değerler bilinçsizce terk ediliyordu. Oysa onun savunduğu yenilik, kökleriyle barışık bir değişimdi.
Son Durak: Kahire ve Bitmeyen Hasret
İstanbul’dan sonra tekrar Kahire’ye dönen Musa Carullah, burada hem ilmi çalışmalarına devam etti hem de hastalığıyla mücadele etti. Göçmen bir kuş gibi, yıllarca bir yuvadan diğerine kanat çırpmış, ama hiçbir yere tam olarak yerleşememişti. Kahire, onun son durağı oldu. Yıllar süren hasretin, bitmek bilmeyen mücadelenin yorgunluğuyla 1949 yılında hayata gözlerini yumdu. Ancak onun mücadelesi ölmedi; yazdığı eserler, savunduğu fikirler ve eleştirdiği dogmalar hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Musa Carullah, bir düşünce gezginiydi. Onun yolculuğu sadece coğrafi sınırları aşmak değil, zihinsel sınırları da yıkmaktı. Bugün onun eserleri, özgür düşüncenin ve cesaretin simgesi olarak duruyor. Göçmen bir kuş gibi dünyayı dolaşan bu büyük düşünür, geride fikirlerle dolu bir miras bıraktı. Ve belki de hâlâ, yeni nesillere fikirleriyle seslenmeye devam ediyor: “Düşün, sorgula, yenilikten korkma, ama özünü asla kaybetme.”
Musa Cağrullah ve Annesi: Bir Bilgenin Kalbindeki En Derin İz
Musa Carullah’ın hayatı boyunca durmadan ilim yolunda yürüyen bir seyyah olduğu bilinir. Ancak onu bu yolculuğa çıkaran, ona hakikati arama azmi kazandıran en önemli kişi annesiydi. Çoğu zaman büyük fikir adamlarının hayatına baktığımızda, onların anneleriyle kurdukları derin bağları görürüz. Musa Carullah için de annesi, sadece bir ebeveyn değil, aynı zamanda onun ruhunu besleyen, ona kimlik kazandıran ve iradesini şekillendiren bir kılavuzdu.
İlk Rehber: Annesinin Dizinin Dibinde Başlayan Yolculuk
Musa Carullah, küçük yaşlardan itibaren annesinin ona verdiği değerleri içselleştirmişti. O, İslam ahlakını yalnızca kitaplardan değil, annesinin merhametli ellerinden öğrenmişti. Küçük yaşlarda babasını kaybeden Musa, annesinin koruyucu gölgesi altında büyüdü. Ancak annesi onu bir cam fanus içinde büyütmedi; tam tersine, onu güçlü, bağımsız ve düşünen bir insan olarak yetiştirmeyi hedefledi.
Annesinin en büyük öğüdü şuydu: İlim, insanı kurtarır; ama ilmi yalnızca akılla değil, kalbinle de anlamalısın.
Bu sözler, Musa Carullah’ın hayatının en temel ilkelerinden biri oldu. O, İslam’ın yalnızca bir hukuk ve kurallar sistemi olmadığını, aynı zamanda bir merhamet ve adalet medeniyeti olduğunu çok küçük yaşlarda kavramıştı.
İlk Kaybın Derin Etkisi: Annesiz Kalan Bir Ruhun Arayışı
Musa Carullah’ın annesi, onun hayatında bir pusula işlevi görüyordu. Ancak onu kaybettikten sonra, Musa için dünya artık eskisi gibi olmadı. Annesinin vefatından sonra, içinde büyük bir boşluk hissetmeye başladı. Fakat bu boşluğu yalnızca hüzünle doldurmadı; aksine, onun hatırasını yaşatmak için daha çok çalışmaya, daha çok öğrenmeye ve daha fazla üretmeye yöneldi.
Bu nedenle, Kahire’de yazdığı ve 1935 yılında yayımladığı eserlerinde annesine ithafen “İbn-i Fatıma” imzasını kullanmıştır. Bu, onun annesine duyduğu derin sevginin ve minnettarlığın en büyük göstergesiydi. Annesi sadece biyolojik bir bağ ile değil, fikir dünyasında da onun en büyük ilham kaynağıydı.
Rahmet ve Mağfiret: Annesinin Öğrettiği En Büyük Hakikat
Musa Carullah, annesinden öğrendiği merhamet fikrini, akademik hayatında da temel bir ilke hâline getirdi. Rahmet-i İlahiyenin Esasları adlı eserinde, Allah’ın rahmetinin sonsuz olduğunu ve cehennem azabının ebedi olmayacağını savundu. Ona göre, bir anne bile çocuğunu sonsuza kadar cezalandıramazken, Allah gibi sonsuz rahmet sahibi olan bir varlığın, kullarını sonsuz azaba mahkûm etmesi düşünülemezdi.
Onun bu görüşü, geleneksel ulema tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Ancak Musa Carullah bu eleştirilere kulak asmadan, annesinden aldığı sevgi ve şefkat anlayışıyla, İslam’ın özünde merhametin olduğunu savunmaya devam etti.
Miras: Bir Annenin Oğluna Bıraktığı En Değerli Hazine
Bugün Musa Carullah’ın eserleri okunduğunda, satır aralarında annesinin izlerini görmek mümkündür. Onun sevgisi, adalet anlayışı, merhamet duygusu ve bilgiye olan sonsuz açlığı, annesinden aldığı en büyük mirastı.
Her büyük adamın ardında, ona ışık tutan bir kadın vardır. Musa Carullah için bu kadın, onun annesiydi. Ve belki de bu yüzden, o hayatı boyunca ne kadar uzaklara giderse gitsin, aslında hep annesinin dizinin dibinde, onun öğrettiklerini yaşatan bir çocuk olarak kaldı.
Annemin duası, benim ilmimden daha güçlüdür derdi Musa Carullah.
Belki de onun ilminde, yolculuklarında ve mücadelesinde en büyük sır, işte bu duada gizliydi.